Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’in açık, AB ve ABD’nin örtülü desteğini yanlarına alarak, Doğu Akdeniz’deki bölgesel güç dengesini Türkiye aleyhine bozma çabası içindedirler. 

Hedefleri Türkiye’yi yorma ve yıpratma olan bu hareketlenmeler Türkiye’yi dikkatli adımlar atmaya zorlamaktadır. 

Görünen o ki, 24-25 Eylül’de yapılacak ve AB liderlerinin Türkiye’yi ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri değerlendirecekleri zirvede muhatabımız yalnızca Avrupa ülkeleri olmayacaktır. Çünkü, Kıbrıs çevresinde dolanan savaş gemilerinin bayraklarından da anlaşıldığı gibi, “Doğu Akdeniz” başlıklı sorun bölgesel değil, küresel bir sorundur. 

Ve, Türkiye’yi Akdeniz denklemi dışına savurup Anadolu yaylasına hapsetmeye heveslenen cephe giderek genişlemektedir. 

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzeni bağlamında, küresel aktörler arasında yaşanmakta olan liderli mücadelesinin günlük yaşantımıza yansıyan sıkıntılarını yaşamaktayız. ABD, “Küresel lider benim, yeni düzeni de ben oluşturacağım” derken, başta AB ülkeleri olmak üzere, Rusya, Çin, İngiltere ve destekçileri ABD’nin bu tutumuna ve uygulamalarına karşı çıkıyorlar. 

Çin’in Yeni İpekyolu’nu hayata geçirmekte ısrarlı olası, ABD’nin Güney Amerika, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de keşfedilen muazzam hidrokarbon servetini kontrolü altına alarak, Çin’in yükselişini, küresel ekonominin lideri olma çabalarını engelleme girişimleri, adı konmamış bir dünya savaşı yaşanmasına neden oluyor. 

Ölümcül koronavirüs salgını dahil, küresel çapta yaşamakta olduğumuz ekonomik, siyasi gelişmelerin kuşbakışı anlatımı, özü ve özeti bu anlattıklarımız olmalı. Günlük hayatımızda yaşamakta olduğumuz sıkıntıların gerçek nedenlerini görebilmek açısından gelişmelerin arka planlarındaki dinamikleri görmek durumundayız. Çünkü, iç sorunlarla küresel sorunlar tarih boyunca bileşik kaplar misali birbiriyle bağlantılıdır. Ulaşım ve iletişim teknolojisinin başdöndürücü bir hızla geliştiği günümüzde bu ilişki daha da derinleşmiştir. 

ABD’nin tek kutuplu bir dünya oluşturabilmek, “Küresel lider” sıfatını sürdürebilmek amacıyla, “Demokrasi götürüyoruz” kamuflajı altında, batılı koalisyon ortaklarıyla birlikte uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamaları insanlık tarihinin kaydettiği en büyük katliama dönüştü. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı G. Rice’ın açıkça söylediği gibi, bölgemizdeki ülkelerin sınırları değişirken, milyonlarca masum insan ya hayatını ya da vatanını kaybetti. 

Gizli ajandasında daha nelerin olduğunu tam bilemediğimiz BOP uygulamaları, gelişmelere paralel olarak, koalisyon ortaklarının birbirleriyle çatışmalarına neden olduğu gibi, kapsama alanı da giderek genişledi, küresel çapta, “ölümcül koronavirüs salgını” görünümlü bir savaşa dönüştü. 

BOP bağlamındaki hedefleri netleştikçe ABD ile batılı koalisyon ortakları arasındaki çıkar çatışmaları derinleşiyor. AB ülkeleri, bir taraftan Ortadoğu’nun ve Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetinin bütünüyle ABD’nin kontrolüne geçmesini önlemeye çalışırlarken, diğer taraftan da çıkarları gereği, Yeni İpekyolu’nu amaçlarını hayata geçirebilecek bir olgu olarak değerlendiriyorlar. 

KÜRESEL SAVAŞIN ÜLKEMİZE YANSIMALARI

Adı ne olursa olsun, yaşamakta olduğumuz, yeryüzündeki canlı sayısını azaltmayı hedefleyenlerin de devrede oldukları bir küresel savaştır. Küresel çapta bir “yeni nesil savaş” yaşamakta olduğumuzun itirafını tarihe bırakarak, savaşın ülkemize olan yansımalarını ve olası sonuçlarını görmeye çalışıyoruz.  

Ortadoğu, Doğu Akdeniz merkezli küresel çapta etkili bir savaş yaşanırken, jeopolitik konumu ve binlerce yıllık geçmişinin kazandırdığı stratejik derinliği olan bir ülke olarak bu çatışmaların dışında kalmamız mümkün değildi. Tarihi ve kültürel bağlarımız nedeniyle, tarihin bizi göreve çağırdığı çok önemli, çok kritik bir süreç yaşamaktayız. 

“Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” bu toprakları vatan bellemişsek, ne küresel çapta yaşanmakta olan gelişmelerden ne de bir zamanlar “Türk Gölü”ne çevirdiğimiz Akdeniz’den uzak olamayız. Dünya bir kurtlar sofrasına dönüşmüşken, köşenize çekilip birinin payınıza düşeni vermesini bekleyemezsiniz. Ya sahaya çıkıp hakkınızı savunacaksınız ya da başkalarının yazdığı kadere razı olacaksınız. 

Bir başkasının ya da başkalarının kaderimizi yazmalarına razı olmadığımız için sahadayız. Çünkü, Akdeniz’de en uzun kıyısı olan bir ülke olmamıza rağmen, çağdaş haramiler bizi Akdeniz denklemi dışına savurma planları yapıyorlar. 

KRİTİK ZİRVE 

24-25 Eylül’de yapılacak olan zirvede AB liderlerinin alacakları kararlar, Türkiye’nin dış politikasının, dolayısıyla Akdeniz politikasının ayarları konusunda karar vermesi gereken bir süreç başlatıyor. Türkiye, Yunanistan kamuflajı altında yapılan saldırıların neden olduğu krizde, Ege ve Doğu Akdeniz konularında, bazı Avrupa ülkelerinden destek görse bile, bölgesel aktörlerin kendisine karşı giderek genişleyen bir cephe oluşturulduğunu görmek ve gereğini yapmak durumundadır. 

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’in açık, AB ve ABD’nin örtülü desteğini yanlarına alarak, Doğu Akdeniz’deki bölgesel güç dengesini Türkiye aleyhine bozma çabası içindedirler. 

Hedefleri Türkiye’yi yorma ve yıpratma olan bu hareketlenmeler Türkiye’yi dikkatli adımlar atmaya zorlamaktadır. 

AB’NİN DERDİ DOĞALGAZ

Görünen o ki, 24-25 Eylül’de yapılacak ve AB liderlerinin Türkiye’yi ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri değerlendirecekleri zirvede muhatabımız yalnızca Avrupa ülkeleri olmayacaktır. Çünkü, Kıbrıs çevresinde dolanan savaş gemilerinin bayraklarından da anlaşıldığı gibi, “Doğu Akdeniz” başlıklı sorun bölgesel değil, küresel bir sorundur. Çünkü ABD’nin beka sorununa dönüşen Yeni İpekyolu’nun Avrupa’ya, dolaysıyla Batı’ya açılan kapısı Akdeniz’dir. Yeni dünya düzeninin komuta merkezinin Doğu Akdeniz olacağını gören küresel finans baronları da, dev enerji şirketleri de Doğu Akdeniz’de uzun soluklu olarak yerleşebilecekleri güvenli bir liman arıyorlar. 

AB ülkeleri, Doğu Akdeniz derinliklerinden çıkarılacak doğalgazı Avrupa’ya ulaştıracak EastMed boru hattının biran önce hayata geçirilmesini istiyor. Avrupa’yı Rus doğalgazına bağımlı olmaktan kurtaracak 1900 kilometrelik bu denizaltı boru hattı ancak 7 yılda tamamlanabilecekti. Fakat, Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma bu hattın önünü kesiverdi.  Doğu Akdeniz doğalgazını Avrupa’ya pompalayacak boru hattının artık Türkiye’den geçmesi gerekiyordu, ama Türkiye, “Akdeniz’de en uzun kıyısı olan bir ülke olarak haklarımı istiyorum” diyordu. 

Türkiye’nin, “Bölgenin ve Akdeniz’in kaderinin yeniden yazılmasında benim de diyeceklerim var” çıkışı, Karadeniz’de, Akdeniz’de bayrak göstermesi, eski kültürel iklim coğrafyasına uzanarak Libya ile deniz yetki alanlarına ilişkin anlaşmalar imzalaması, Afrika’nın derinliklerine dalması çağdaş yağmacıların hesaplarını altüst ediyor. 

Özellikle, uluslararası deniz hukukuna uygun olarak “Mavi Vatan” oluşturması, çevresindeki derin denizlerde sismik araştırma ve sondaj yapabilecek aşamaya gelmesi hem ABD’l hem de AB’li dostlarımızın Türkiye’nin karşısına dikilmelerine neden oldu. Batılı dostlar, I. Dünya Savaşı’nda yaptıkları gibi, Yunanistan’ı maşa olarak kullanarak Türkiye’yi Anadolu yaylasında hapsetme planları yapıyorlar.

Tarih tekerrür ediyor, I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, elini ateşe sokmaktan çekinenler Yunanistan’ı maşa olarak kullanıyorlar.

Küresel çapta koronavirüs salgını gibi ekonomileri felç eden, hayatı durduran ölümcül bir salgınla mücadele ederken, Türkiye, yapacağı diplomatik ataklarla,  karşısında oluşturulmakta olan cephede yanlış yerde duran muhataplar bulabilir. Mesela Mısır,  “Sizinle de Libya’ya benzer bir anlaşma yapabiliriz ve Doğu Akdeniz’de size, Kıbrıs’ın üç misli büyüklüğünde bir alan kazandırabiliriz” teklifimize ilgisiz kalmamıştır. Komşu ülkelerin Nil Nehri üzerinde kurmakta oldukları barajlar nedeniyle gelecekte büyük sıkıntılar yaşayacak olan Mısır’a yapılabilecek çok daha cazip tekliflerimiz olabilir. Yeni İpekyolu’nun en önemli geçitlerinden biri ola Süveyş Kanalı dolayısıyla Mısır’ın ABD’ye değil, Türkiye’ye ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. 

KORONA VE GELİŞMELER CAN SIKICI OLSA DA…

Türkiye’yi Akdeniz denklemi dışına savurup Anadolu yaylasına hapsetmeye heveslenen cephe giderek genişlemektedir, ama Türkiye’nin bu gedikler açabilecek gücü ve kozları da vardır. 

Bir taraftan giderek yükseliş eğilimi gösteren koravirüs salgını, diğer yandan ekonomik ve siyasal gelişmeler, can sıkıcı olsa da, bizi kenetlenmeye, daha fazla çalışmaya, yeni çözümler üretmeye zorlayan dinamikler olarak da değerlendirilebilir.