Türk istihbaratının çok başarılı bir operasyonla ele geçirdiği DEAŞ’lıdan öğreniyoruz ki, “Ayasofya’yı ibadete açtığımıza pişman edecek ve karşımızda oluşan Haçlı Cephe’yi daha da genişletecek” bir eyleme hazırlanıyorlarmış. 

Bugüne kadar perde gerisinde kalmayı tercih eden enerji devi Vitol Group’un Papa’dan hemen sonra sahaya inmesi, “Doğu Akdeniz’de enerji merkezli olarak yaşanmakta olan mücadelenin dinler arası bir çatışmaya dönüşmesini önlemek” olarak değerlendiriliyor.

Soğuk Savaş döneminde, Ayasofya’nın cami olarak ibadetine açılması yönünde Menderes döneminden beri telkinde bulunan ABD, şimdilerde, Türkiye’nin bu yönde aldığı kararı, Türkiye karşısında bir Haçlı Cephesi oluşturmak için kullanıyor. Hristiyanlar yetmiyormuş gibi, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ABD yörüngesindeki Müslüman ülkelerin de bu cephede yer alması, 1.Dünya Savaşı’ndaki İslam Alemi’nin bölünmüşlüğünü anımsatan düşündürücü bir gelişmedir.  

“DEAŞ’ın Türkiye Emiri” denilen Mahmut Özden, İstanbul merkezli düzenlenen müthiş bir operasyonla Adana’da yakalandı. Güvenlik güçlerimizi bu başarılı operasyon dolayısıyla kutluyoruz. 

İlk sorgulama sonuçları bile ne büyük bir tehlike atlattığımızı ortaya koyuyor. Adana ve İstanbul merkezli düzenlenen operasyonlarla gözaltına alınan ve mahkemece tutuklanan terör örgütü DEAŞ'ın sözde Türkiye emiri Mahmut Özden'in, aralarında Ayasofya'nın da bulunduğu bazı dernek, kuruluş ve kişilere yönelik ve küresel çapta ses getirecek eylem hazırlıkları içerisinde olduğu saptandı. 

Türkiye, haklarını savunma konusunda kararlılık sergiledikçe, karşısındaki Haçlı cephesi genişliyor, güçleniyor. Ne yazık ki, bu şer cephesine, 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, Batılıların yörüngesindeki Müslüman devletler de destek vermektedirler.

Batılı emperyalistlerle savaşımız yeni değil, yüzyıllardır savaşıyoruz. Haklarımızı savunmak için savaşmaya devam edeceğiz. Binlerce yıllık tarihimizin omuzlarımıza yüklediği görevler de, başka türlü davranmamıza izin vermiyor zaten. 

“YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ” DEDİK, AMA..

Derlenip toparlanmak adına zaman kazanmak için, “Yurtta barış, dünyada barış” dedik ama bu, haklarımızı savunmayacağımız anlamına gelmez. Osmanlı İmparatorluğu’nu çözülme sürecine sürükleyen oyunları biliyoruz ve haklarımızı savunmaya kararlıyız. 

Hiç gereği yokken soktukları Kırım Savaşı’nda, ekonomik yönden çökerttikleri, borç batağına sürükledikleri Osmanlı İmparatorluğu’nu tarihten silmek ve Türk’ü,  Anadolu’nun orta yerinde, avuçiçi kadar bir coğrafyaya hapsedip yok etmek için işbirliği yapan Batılı emperyalistler, I. Dünya Savaşı sonrasında yarım kalan planlarını hayata geçirebilmek harekete geçtiler. 

Aradan geçen yüz yıl içinde yaşanan gelişmeler nedeniyle, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki, Akdeniz’deki, Kuzey Afrika’daki mirasında hak iddia edenlerin sayısı arttı. Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon yataklarının bulunması, Çin’in Yeni İpekyolu’nun büyük ölçüde hayata geçmesi bölgeye olan ilginin artmasına neden oldu.  

Şimdilerde, Çin başta olmak üzere, Akdeniz’e kıyısı olmayan pekçok ülkenin savaş gemisi Doğu Akdeniz’de bayrak gösteriyor. ExxonMobil, Chevron, BP, Shell, Eni, Total gibi dünyanın en büyük petrol şirketleri Akdeniz'in derinliklerindeki muazzam servetten aslan payını kapmaya çalışırken, bugüne kadar arka planda kalmaya özen gösteren enerji dünyasının gizli patronu Vitol Group da alana indi ve cepheler yeniden şekillenmeye başladı. 

Pentagon şahinlerinin lideri konumundaki ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile bazı konularda anlaşamayan ve 2017’de, Doğan Holding’ten OVM’ye geçen Petrol Ofisi’ni 1.386 milyar euroya satın alan Vitol Group CEO'su Russell Hardy, Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz’deki hamlelerini yakından izliyor.  

Bugüne kadar perde gerisinde kalmayı tercih eden, ancak Vatikan’ın da Akdeniz’e inmesi sonrasında sahneye çıkan enerji sektörünün küresel otoritesi  Vitol Group’un ağrılığını hangi cepheden yana koyacağı merak ediliyor. 

Akdeniz, patlamaya hazır bir barut fıçısı ve çağdaş yağmacılar, Aynen I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, Yunanistan’ı Türkiye ile yormaya çalışarak Akdeniz’deki serveti sahiplenmeye çalışıyorlar.

Doğu Akdeniz’de bölgesel ve güçler arasında yaşanmakta olan paylaşım kavgasında yağmalanmak istenen, yüz yıl önce yapay devlet sınırlarıyla işaretlenerek bugünlere saklanan Osmanlı mirasıdır. 

Türkiye atalarının mirasını sahip çıkmakta direndikçe, I. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, Batılı koalisyon ortaklarının ve onların yörüngesindeki din kardeşlerinin saldırılarına hedef olmaktadır. Mısır’ın Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile, 1972 yılında kurulan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail ile elele vererek sergilediği Türkiye düşmanlığının bir açıklaması var mıdır? 

AYASOFYA NEDEN HEDEF? VİTOL GROUP NEYAPMAK İSTİYOR?

Israrlı bir izleme sonunda yakalanan DEAŞ’ın Türkiye emiri Mahmut Özden'in, başta Ayasofya olmak üzere stratejik yerlere, siyasetçi ve devlet adamlarıyla bazı ekonomik hedeflere yönelik sansasyonel eylemlere hazırlandığı öğrenildi. Bundan da anlaşılıyor ki, Ayasofya’nın ibadete açılmasını kendi siyasi hedefleri doğrultusunda kullanmak isteyenler var. 

Düşünebiliyor musunuz, Papa bile, Ayasofya’nın ibadete açılmasını kınama gerekçesiyle, Doğu Akdeniz’deki enerji savaşlarında ateşli bir taraftar görüntüsü sergilemekte. Vatikan’ın Ayasofya üzerinde hiçbir yetkisi olmadığı gibi, ABD’nin de Ortodoks Hristiyanları Moskova Kilisesi’nden koparmak amacıyla Fener Rum Kilisesi’ne ekümenik sıfat kazandırma çabası da temelsizdir.  

Doğu Roma’nın kurucusu 1.Konstantin’in, Roma'daki Papalığın, Hıristiyan dünyasına önder ve Avrupa'ya egemen olmasını vasiyet ettiği savunulan "Konstantin'in Bağışı" belgesinin sahte olduğu Batılı din otoriteleri tarafından ispatlanmıştır. Aynı şekilde ABD’nin ekümenik sıfatını kazandırmaya çalıştığı Fener Rum Kilisesi’nin tarihte hiçbir zaman ekümenik olmadığı ve olamayacağı da bilinen bir gerçektir. 

Bu tarihi gerçekler bilindiği halde, hem ABD’nin hem de Vatikan’ın, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını bahane ederek, Türkiye karşısında bir Haçlı Cephe oluşturma çabaları bölgesel ve küresel barış açısından tehlikeli bir gelişmedir. Tarihte olduğu gibi, yeni bir Haçlı Seferleri döneminin başlaması küresel dengeleri altüst olmasına neden olacaktır. 

Dünya enerji devi Vitol Group’un beklenmedik bir şekilde Doğu Akdeniz konusuna dahil olması, bölgede yaşanmakta olan mücadelenin boyut değiştirmesine neden olmuştur. Siyasi konularda da küresel çapta etkili olan Vitol Group’un Papa’dan hemen sonra sahaya inmesi, “Doğu Akdeniz’de enerji merkezli olarak yaşanmakta olan mücadelenin dinler arası bir çatışmaya dönüşmesini önlemek” olarak değerlendiriliyor. 

Küresel çapta Covid-19un neden olduğu ölümcül bir salgının yaşandığı bir süreçte, geçmişte Haçlı Seferleri olarak yaşanılan dinlerarası bir çatışmanın insanlığı çok olumsuz etkileyeceği bilindiğinden, Doğu Akdeniz’de girerek tırmanan Türk-Yunan gerginliğinin NATO arabuluculuğunda çözümlenmesi hedeflenmişti. Bu çözüm formülüne önce “evet” diyen Yunanistan’ın son anda kararından cayması iki komşu ülke arasındaki gerginliğin artmasına neden oluyor.  

AYASOFYA’YI İBADETE AÇIN DİYEN ABD, 

TÜRKİYE’NİN KARARINI 

KENDİ ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA KULLANIYOR

Türkiye’nin Ayasofya’yı cami olarak ibadete açmasına bütün Hristiyan dünyası karşı çıkarken, ABD olayı sessizce izlemeyi tercih etmişti. Çünkü, Türklerin Ayasofya konusundaki haklarını kullanmalarını, ibadete açmalarını kendi emellerini hayata geçirebilmek için kullanacaktı. Nitekim, Doğu Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetini Türklerle paylaşmak niyetinde olmayanlar, gizli açık anlaşmalarla Türkiye karşısında bir Haçlı Cephesi oluşturdular. Acıdır, ama Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Batı yörüngesindeki Müslüman ülkeler de bu cephede yer aldılar. 

Soğuk Savaş döneminde, Ayasofya’nın cami olarak ibadetine açılması yönünde Menderes döneminden beri telkinde bulunan ABD, şimdilerde, Türkiye’nin bu yönde aldığı kararı, Türkiye karşısında bir Haçlı Cephesi oluşturmak için kullanıyor. Hristiyanlar yetmiyormuş gibi, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ABD yörüngesindeki Müslüman ülkelerin de bu cephede yer alması, 1.Dünya Savaşı’ndaki İslam Alemi’nin bölünmüşlüğünü anımsatan düşündürücü bir gelişmedir.  

Osmanlı mirasını daha sonra paylaşmak üzere rafa kaldıran çağdaş haramiler, yüz yıl sonra, aynen I. Dünya Savaşı’nda yaptıkları gibi, Yunanistan’ı savaş alanına sürerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar. 

Türkiye, “Bölgedeki ve Akdeniz’in derinliklerinde keşfedilen haklarımdan asla vazgeçmem; ‘Mavi Vatan’ımı da, öz vatanımı da, her ne pahasına olursa olsun korumaya kararlıyım” dedikçe karşısındaki saflar sıklaşıyor. Türkiye’yi yormak, köşeye sıkıştırmak için Yunanistan kamuflajı arkasında güçlerini birleştiriyorlar. 

Türk istihbaratının çok başarılı bir operasyonla ele geçirdiği DEAŞ’lıdan öğreniyoruz ki, Ayasofya’yı ibadete açtığımıza pişman edecek bir eyleme hazırlanıyorlarmış. Unutmasınlar ki, Türkiye artık “çağdaş” dünyanın anladığı bir dille konuşuyor.  

Çağdaş haramilerin unuttukları ya da yabancısı oldukları için akıllarına getiremedikleri bir gerçek var; onlar vekalet savaşlarında kullanacak paralı asker bulmakta zorlanırlarken, bu tarafta, en küçük bir tehlike anında cepheye koşmaya hazır, doğuştan eğitimli, gerektiğinde gözünü kırpmadan ölüme koşabilecek milyonlar var. 

ÇAĞDAŞ HARAMİLERE HATIRLATMAK İSTERİZ..

Gıpta edilen bir genetik mirasa sahip ordu-milletle savaşmak biraz yürek gerektirir. Türkiye’yi bir takım oldu-bittilerle Akdeniz denkleminin dışına savurmayı düşleyenlerin, herşeyden önce, rahmetli Turgut Akman’ın “Şu Çılgın Türkler”ini okumaları gerekir.  Adeniz’deki, Ege’ki ve Karadeniz’deki haklarımızı kaptırmamaya kesin kararlıyız. Bizden söylemesi..  

(Ayasofya’nın sırları uzun bir konu; bir başka yazımızda onlara da değineceğiz.)