ABD’nin, İranlı General Süleymani’yi öldürmekle vermek istediği “Dünyanın jandarması benim” mesajının inandırıcı olması için bölgede kalması, bunun için de kabul edilebilir bir gerekçe oluşturması gerekiyor. Ortadoğu’da bulunma nedenini bugüne kadar “DEAŞ’la mücade”leye bağlayan ABD’nin, Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra acilen bir başka gerekçe üretmesi gerekiyor.

Bu gerekçe, nerede, nasıl sonuçlanacağı asla kestiremeyen mezhep ayrılığı eksenli bir Şii-Sünni çatışması olabilir. 

Bu gerekçe, Irak’ın kuzeyinde 1991’den bu yana oluşturulan devlet yapılanmasının bağımsızlığını ilan etmesiyle Ortadoğu coğrafyasının bütünüyle bir kaos ortamına sürüklenmesi olabilir. 

ABD, günün koşullarına göre, bu iki gerekçeden birini hayata geçirmek isteyecektir.

ABD İran’ın, bölgede elde ettiği kazanımlarla nüfuz alanını genişletmesini özellikle görmezden gelmişti. Çünkü, İran’ın giderek büyüyen Şii Kuşağı’nın yalnız İsrail için değil, kendileri için de bir tehdit oluşturduğunu savunarak, başta Suudi Arabistan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere, Sünni Arap ülkelerini yörüngesine oturtmuş ve bu ülkelere yüklü miktarlarda silah satmıştı. 

ABD’nin bir ülkenin dünya çapında ünlenmiş bir görevlenmiş bir görevlisini öldürmesi uluslararası hukuka göre ağır yaptırımlar gerektiren bir suçtur; bir savaş nedenidir. O nedenle Trump’ın, İranlı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin hemen ardından attığı twette, “Biz savaş açmadık, savaşı önledik” savunması tutarsızdır, dayanaksızdır. 

ABD’nin, İran’ın Ortadoğu coğrafyası ve Afganistan’daki kazanımlarında bir vurucu güç olarak kullandığı Haşdi Şabi’nin Genelkurmay Başkanı olarak anılan İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesi ve bu operasyonu açıkça üstlenmesi küresel çapta bir heyecan ve tedirginlik yaratmıştı. Piyasalar hala yön bulabilmek için olup bitenin ne gibi sonuçlar üretebileceğini kestirmeye çalışıyorlar. 

Gelinen noktada ençok merak edilen, İran’ın bu saldırıya nasıl bir karşılık vereceğidir. Süleymani’nin öldürülmesinin Ortadoğu’da kanlı bir sayfa açabileceğini savunanlar, İran’ın olası yanıtlarını şöyle özetliyorlar:

Tahran, Yemen’de Hussiler, Irak’ta Şii milisler ve Lübnan’da Hizbullah Hareketi üzerinden askeri bir yanıt verebilir ya da Hürmüz Boğazı’ndaki tanker trafiğini hedef alarak petrol ticaretini sekteye uğratabilir. 

Sonuçlarının en ağır olacağı bir yanıt da, İran’ın balistik füzelerle Amerika’ya saldırmasıdır. 

ABD İRAN’I VURABİLİR Mİ?

Yaygın kanaat, ABD’nin yakın bir zamanda İran’ı köşeye sıkıştıracağı yönünde. Bu olasılık, Trump’ın başkan seçildiği günden başlayarak hep dile getirilmektedir. Bu konuda biz de birkaç yazı yazmış, ABD’nin İran’ı vurup vurmayacağını irdelemiştik. 

İran ve Türkiye bölgenin devlet geleneği güçlü iki ülkesidir. ABD, korktuğundan değil, ama Ortadoğu’da neden olacağı çok olumsuz sonuçların altında kalmamak için bu iki ülkeye doğrudan saldırmayı göze alamamaktadır. 2016’da Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimini, 2018 Ocak ayında da Tahran kalkışmasını denemiş, fakat bir sonuç alamamıştı. 

ABD, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani gibi çok önemli bir generalini öldürerek, İran’ı yanlış yapmaya zorlamaktadır. 

ABD’nin İran’ın çok önemli bir generalini Irak’ta düzenlediği bir suikastle öldürmesi ve bunu açıkça üstlenmesi küresel çapta bir tedirginlik yarattı. Bu olayın neden olduğu kaygılı bekleyiş, Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki hareketlenmeler paralelinde giderek derinleşerek sürmektedir. 

ABD, Irak Meclisi’nin kendisini, ülkeyi terk etmeye çağıran bir karar alacağından haberdar olmuş olacak ki, son aylarda Irak’taki askeri üslerindeki varlığını artırıyordu. Bağlayıcı olmasa da, Irak Meclisi’nin aldığı karara göre ABD, Irak’ta artık işgalci bir güçtür ve ülkeyi terketmesi gerekiyor. 

General Süleymani suikastinin, Irak Meclisi’nin bu kararı ile Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı arasında gerçekleşmesi bir rastlantı olabilir mi? 

ABD YENİ BİR GEREKÇE ÜRETMEK ZORUNDA

Suriye’deki varlık nedenini de bugüne kadar “DEAŞ’la mücadele”ye bağlayan ABD’nin bu gerekçesi de Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra dayanaksız kalmıştı. ABD’nin Ortadoğu’da uzun soluklu olarak kalabilmesi için tutarlı bir gerekçe üretmesi gerekiyordu. O nedenle, İranlı General Süleymani suikastini, ABD’nin Ortadoğu’da uzun soluklu olarak kalabilme gerekçesi üretme çabasından bağımsız düşünemeyiz.

Obama’nın kararsız döneminde Irak coğrafyasında hakimiyet ağırlıklı olarak İran’a geçmişti. ABD’nin, Şiilerin çoğunlukta oldukları Güney Irak’ta kontrolün İran’a geçmesini, özellikle Basra Körfezi’nin güvenliği açısından kabul etmesi mümkün değildi. 

Şimdilerde yanıtı merak edilen soru şu: “İran’ın, bugüne kadar elde ettiği kazanımlarla, Afganistan’dan başlayarak, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan bir Şii Kuşağı oluşturmasına göz yuman ABD’nin, Trump’ın başkanlık döneminde Tahran’a olan baskısını giderek artırmasının nedeni neydi?” 

ABD, İran’ın, bölgede elde ettiği kazanımlarla nüfuz alanını genişletmesini özellikle görmezden gelmişti. Çünkü, İran’ın giderek büyüyen Şii Kuşağı’nın yalnız İsrail için değil, kendileri için de bir tehdit oluşturduğunu savunarak, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere, Sünni Arap ülkelerini yörüngesine oturtmuş ve bu ülkelere yüklü miktarlarda silah satmıştı. 

Fotoğrafı hatırlıyor olacaksınız, Riyad’da yapılan zirvede ABD Başkanı Trump, Mısır Devlet Başkanı Sissi ve Suudi Arabistan Kralı Selman kılıç dansı yapmışlar, bir kristal  küre çevresine toplanarak hepbirlikte dünyanın falına bakmışlardı. Bu görüntüyle verilmek istenen mesaj, “Ortadoğu da, dünya da bizden sorulur” mesajıydı. 

Peki ABD, İranlı General Süleymani’yi uluslar arası hukuka aykırı bir operasyonla öldürerek nasıl bir mesaj veriyordu dünyaya? 

Ne kadar gerçekçi ve inandırıcı olduğunu bilemeyiz, ama ABD’nin vermek istediği mesaj bellidir: “Dünyanın jandarması hala benim.”  

ABD’nin, İranlı General Süleymani’yi öldürmekle vermek istediği “Dünyanın jandarması benim” mesajının inandırıcı olması için bölgede kalması, bunun için de kabul edilebilir bir gerekçe oluşturması gerekiyor. Ortadoğu’da bulunma nedenini bugüne kadar “DEAŞ’la mücade”leye bağlayan ABD’nin, Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra acilen bir başka gerekçe üretmesi gerekiyor. 

Bu gerekçe, nerede, nasıl sonuçlanacağı asla kestiremeyen mezhep ayrılığı eksenli bir Şii-Sünni çatışması olabilir. 

Bu gerekçe, Irak’ın kuzeyinde 1991’den bu yana oluşturulan devlet yapılanmasının bağımsızlığını ilan etmesiyle Ortadoğu coğrafyasının bütünüyle bir kaos ortamına sürüklenmesi olabilir. 

ABD, günün koşullarına göre, bu iki gerekçeden birini hayata geçirmek isteyecektir.

Bu olasılıklardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, sonuçları Türkiye’nin başının ağrımasına neden olacaktır. 

YÖNETİM ENSTRÜMANI OLARAK KAOS

 Emperyalistlerin kaosu bir yönetme enstrümanı olarak başarıyla kullandıkları bilinir. En taze, en çarpıcı örneğini Libya’da gördük, yaşadık. Kaotik ortamın ürettiği en büyü kaygı güvenliktir. Emperyalistler kaosa sürükledikleri ülkelere, Libya’da olduğu gibi, bir “kurtarıcı” olarak girdiklerini unutmayalım. 

Kaos kavramıyla birlikte anılan “kelebek etkisi”, “Kuzey Afrika’da kanat çarpan kelebek, Kuzey Amerika’da fırtınaya neden olur” şeklinde ifade edilmektedir. ABD, bölgede uzun soluklu olarak kalabilmesi için, mevcut kaos ortamını sürdürme ve yeni kaos ortamları üretme çabasındadır. 

Irak Meclisi’nden çıkan “ABD, go home!” kararını da, İranlı General Süleymani’nin öldürülmesini de, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarını paylaşma kavgasını da, Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararını da ABD’nin bölgede kalabilmek için gerekçeler üretme çabaları çerçevesinde değerlendirmek gerekir.