AFGANİSTAN DOSYASI

AFGANLILAR NEYİMİZ OLUR?

Brüksel zirvesinde NATO’nun daha aktif roller üstlenmesi gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kabil Hava Limanı’nın güvenliğinin, NATO gücü olarak, Türk askerleri ve teknisyenleri tarafından sağlanacağını belirtiyor, “Dönem sorumluluktan kaçma değil, elni taşın altına koyma dönemidir. Bilhassa NATO’nun küresel sınamalar karşısında daha etkin inisiyatifler üstlenmesi gerekmektedir” diyordu. 

NATO’nun, küresel sorunlar karşısında daha etkin olmasını isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemi ve Kabil Hava Limanı’nın güvenliğini yüklenme kararı, Türkiye’nin stratejik yönelişinin Doğu’ya kaydığına ilişkin iddiaları etkisiz kılmaya yönelik bir hamle mi, çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde Patriot füzelerini söküp giden NATO’ya bir sitem mi, yoksa Türkiye’nin, her koşul altında çıkarlarını herşeyin önünde tutma kararlığı mı olduğunu zaman gösterecektir. 

Atatürk döneminde stratejik otağımız olan Afganistan’ın yeniden istikrara kavuşturulmasını hedefleyen bu geçiş sürecinde, elbette Afganistanlı kardeşlerimizin yanında olacağız. Fakat bu konuda arzuladığımız sonucu elde edebilmemiz için, önümüze çıkabilecek zorluklara, Taliban kamuflajı altında karşımıza çıkabilecek tehdit ve tehlikelere karşı çok dikkatli ve hazırlıklı olmamız gerekiyor. Çünkü Afganistan coğrafyası, tarihte olduğu gibi, günümüzde de paylaşılamayan, bu nedenle de hüsranlar üretebilen bir coğrafyadır. 

“AFGANİSTAN TUZAĞI MI?” başlıklı yazımızda, ABD’nin çekilmesi sonrasında, Afganistan’la tarihi ve kültürel bağları olan bir NATO üyesi olarak üstleneceğimiz Kabil Havalimanı’nı koruma görevimiz sırasında karşılaşabileceğimiz tehlikelere dikkat çekmeye çalışmıştık. 

Kaygılanmakta haklıydık, çünkü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Kabil Havalimanı’nın korunmasına ilişkin üstlendiğimiz sorumluluğu değerlendirirken, “Bu görev Türkiye’nin tek başına yüklenebileceği bir yükümlülük değil. Önemli müttefiklerden, ama en başta da Afganistan’ın desteğine ihtiyacımız var. Afganistan yönetimi de Türkiye’nin burada kalmasını istiyor. Havaalanının bundan sonra güvenliği ve işletilmesi meselesi bazı ülkelerin ve uluslararası toplumun desteği ile mümkün olabilir” diyor. Çavuşoğlu’nun sözünü ettiği destekler henüz netleşmiş değil.   

Kaygılanmakta haklıydık, çünkü 2003-2006 yılları arasında NATO’nun Sivil Temsilcisi olarak Afganistan’da görev yapmış olan eski Dışişleri Bakanımız Hikmet Çetin’in de belirttiği gibi, “ABD’nin Eylül ayında çekilmesiyle birlikte, önümüzdeki dönemde çok sıkıntılı bir sürecin başlayacağını tahmin etmek hiç de güç değil.” 

Çetin, “Kabul edelim ki, Afganistan’da bugünkü durum, benim görev yaptığım 2003-2006 dönemine kıyasla çok daha kötü” diyerek Afganistan’da karşılaşabileceğimiz sıkıntılara dikkat çekiyor ve “Bütün yabancı güçler çekildikten sonra, ikili bir anlaşma çerçevesinde, uluslararası bir kimliğin dışında bağımsız bir kimlikle Afganistan’a gidilebilir. Böyle bir durumda NATO ve BM gibi kurumların Türkiye’ye destek olmaları yararlı olacaktır” diyor.

Çetin’in, “BM ve NATO Türkiye’ye destek olmalı” vurgulaması çok önemlidir. Çünkü, Brüksel’deki son NATO zirvesi kuruluşun yalnızca savunma örgütü olmadığını, küresel sorunların çözümünde, bir askeri güç olarak, çözüm ve karar merkezine dönüştüğü belirtiliyordu. ABD Başkanı Biden, bir adım daha öne çıkarak, NATO’nun, küresel sorunların çözümünde, bir askeri güç olduğu kadar, siyasi misyonunun da olduğunu vurguluyordu.  

Brüksel zirvesinde NATO’nun daha aktif roller üstlenmesi gerektiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kabil Hava Limanı’nın güvenliğinin, NATO gücü olarak, Türk askerleri ve teknisyenleri tarafından sağlanacağını belirtiyordu. “Akdeniz’den Karadeniz’e, Avrupa’dan Asya’ya kadar NATO’nun sağladığı güvenlik şemsiyesine ihtiyaç duyulan her yerde İttifak aktif rol üstlenmelidir. Dönem sorumluluktan kaçma değil, elni taşın altına koyma dönemidir. Bilhassa NATO’nun küresel sınamalar karşısında daha etkin inisiyatifler üstlenmesi gerekmektedir” diyor. 

NATO’nun, küresel sorunlar karşısında daha etkin olmasını isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemi ve Kabil Hava Limanı’nın güvenliğini yüklenme kararı, Türkiye’nin stratejik yönelişinin Doğu’ya kaydığına ilişkin iddiaları etkisiz kılmaya yönelik bir hamle midir, yoksa çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde Patriot füzelerini söküp giden NATO’ya bir sitem midir, zaman gösterecektir. Fakat, Türk askerinin Kabil Hava Limanı’nın güvenliğini sağlama konusunda karşılaşabileceği istenmeyen gelişmeler konusundaki uyarıları dikkate almak zorundayız. Çünkü Afganistan coğrafyası, tarihte olduğu gibi, günümüzde de paylaşılamayan, bu nedenle de hüsranlar üretebilen bir coğrafyadır. 

ELBETTE AFGANİSTANLI KARDEŞLERİMİZİN YANINDA OLACAĞIZ,

ANCAK RİSKLERİ DE GÖZARDI EDEMEYİZ

Atatürk döneminde stratejik otağımız olan Afganistan’ın yeniden istikrara kavuşturulmasını hedefleyen bu geçiş sürecinde, elbette Afganistanlı kardeşlerimizin yanında olacağız. Fakat bu konuda arzuladığımız sonucu elde edebilmemiz için, önümüze çıkabilecek zorluklara, Taliban kamuflajı altında karşımıza çıkabilecek tehdit ve tehlikelere karşı çok dikkatli ve hazırlıklı olmamız gerekiyor. 

Asya ile Avrupa arasında çok önemli bir geçit ülke olan Afganistan, yalnız bugün değil, tarih boyunca bölgesel ve küresel güçlerin çatışma alanı olmuştur. Bugün Afganistan/Pakistan coğrafyasında yaşanan çatışmaların miladı Kırım Savaşı’dır (1853-56). Dönemin küresel aktörleri olan İngiliz ve Fransızlarla Rusların, Osmanlı’yı tarih sahnesinden silerek mirasını paylaşmayı hedefledikleri bu tarihi mücadele, yeni aktörlerin de eklenmesiyle aynen sürdürülmektedir. 

Osmanlı’nın çöküş sürecinde Türkistan coğrafyasını kontrolü altına alan Sovyetlerin en büyük kaygısı, Türkistan coğrafyasındaki kardeş toplulukların Afganistan üzerinden yeniden birleşebilme olasılığıydı. Batılı emperyalistler de her zaman benzer kaygılarla hareket etmişlerdir. İngilizlerin, Kırım Savaşı öncesinde, Osmanlı İmparatorluğu’nu Hindistan-Pakistan-Afganistan hattından çevreleme girişiminin amacı, Türk Dünyası’nın en önemli halkasını kontrol altına alabilmekti. Amanullah Han döneminde Türkiye-Afganistan ilişkilerinin stratejik ortaklık düzeyine yükselmesi kaygıyla izlenmekteydi.  

AFGANLILAR BİZİM NEYİMİZ OLUR?

Afganistan/Pakistan coğrafyasını kontrol altına almayı hedefleyen küresel güçlerin hedefi, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan tarihi İpekyolu’nun en önemli halkasını ele geçirerek küresel lider olmaktır. Afganistan/Pakistan coğrafyasının bizim açımızdan önemini artıran özelliği,  Altaylardan Akdeniz’e uzanan Türk Dünyası’nın doğu ve batı kanatlarını birleştiren coğrafya olmasıdır. 

Afganistan da, Pakistan da, tarih boyunca dayanışma içinde olduğumuz kardeş ülkelerdir. Bugün, “Afganlılar bizim neyimiz olur?” sorgulaması yapacağız..

Coğrafi adı Afganistan olsa da, biz o coğrafyayı Güney Türkistan olarak anmaktayız. Çünkü o coğrafya, atayurdumuzu anayurdumza bağlayan çok önemli bir Türkelidir. Tarihte zaman zaman ilişkilerimizde kopukluklar yaşanmış olsa da, Anadolu ve Afganistan coğrafyasında yaşayanlar kardeş olduklarını hiçbir zaman unutmazlar, unutamazlar.. 

Bugün Güney Türkistan olarak andığımız Afganistan coğrafyasında, M.Ö. 125-M.S. 40 yılları arasında Heredot’un İskitler dediği Saka Türkleri, M.S. 40-425 yılarında Kuşanlar,  425-566 yıllarında Akhunlar yaşamışlardır. 

10 Yüzyıl’da Gazneli Sultanı Mahmut döneminde (999-1030) Müslümanlığı kabul eden Türkler İslamiyeti Hindistan, Pakistan, Bengladeş’e kadar yaymışlardır. 1040 yılında itibaren Afganistan’da yönetim Selçuklulara geçmiştir.

12.Yüzyıl’da Harzemşahlar, sonrasında Timur Devleti, Babür Devleti, Avşarlar, Türkistan beylikleri, Astrahanlar zinciriyle Afganistan yüzyıllar boyunca Türk egemenliğinde kalmıştır. 

Özetle, Yüeçi ve Sakalardan başlayarak, 1747’de Nadir Şah’ın ölümüne kadar Afganistan’ı Türkler yönetmişlerdir. Afganistan bir Türkelidir. Altaylardan Akdeniz’e uzanan Türk Dünyası’nın çok önemli bir geçit ülkesidir.

OSMANLI İMPARATORLUĞU DOĞU’DAN KUŞATILMASI

Üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü koruma adına giriştiği savaşlarda yıprandığı dönemde, Türkistan beylerinden Şerif Han’ın öldürülmesi sonrasında (1887) Afganistan’daki Türk egemenliği zayıflamaya başladı. Kırım Savaşı öncesinde ve sonrasında Rusya ve İngiltere’nin Afganistan’ı kontrol altına almak istemelerinin nedeni, Osmanlı İmparatorluğu ile onu besleyen Türkistan coğrafyasının ilişkisini koparmaktı. 

XIX. Yüzyıl’da İngiltere ile Rusya arasında yaşanan Afganistan’ı kontrol altına alma mücadelesinde Rusya Türkistan’ı adım adım işgal işgal ederek Hindistan’a doğru ilerlerken, İngiltere de, Kırım Savaşı öncesinde Hindistan coğrafyasında kuzeye doğru ilerlemekteydi. 

XIX. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde, Afganistan’ın birliğini sağlayan Dost Muhammed döneminde, Hindistan’ı kontrolü altına almaya başlayan İngiltere ile Afganlılar arasında 1839-42 yılları arasında yaşanan I. İngiliz-Afgan Savaşı’nın başlıca hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’nu doğu sınırları boyunca kuşatmak, Türkistan coğrafyasıyla olan ilişkisini koparmaktı. “Ruslar’ın Türkistan’ı işgali, Afganlar ile İngilizleri doğal müttefik yapmıştır. Ruslar, Türkistan’ı işgal etmelerine rağmen Afganistan önderliğinde Orta Asya Devletleri’ni de içine alan bir birlik oluşmasından hep çekinmişlerdir.”

XIX. Yüzyıl’da Afganistan, Britanya Hindistanı ile Rusya arasında, “Büyük Oyun” bağlamında yaşanan mücadelenin en önemli çatışma alanlarından biri oldu. İngiltere-Afgan savaşları sırasında East India Company bölgeyi kısa süreliğine ele geçirdi. 

Anadolu Türleri’nin Kurtuluş Savaşı hazırlıkları yaptığı 1919’da Afganistan yabancıların egemenliğinden kurtuldu ve Emanullah Han yönetiminde bir monarşiye dönüştü. Emanullah Han döneminde Türkiye ile Afgan ilişkileri çok gelişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk temsilcilik açtığı ülke Afganistan’dı. Emanullah Han, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı sonrasında sık sık Ankara’yı ziyaret ediyor, Mustafa Kemal’in çalışmalarını yakından izliyor, uyguladığı yenilikleri ülkesine taşımaya çalışıyordu. 

Afganistan’daki monarşi, 50 yıl sonra Zahir Şah’ın tahttan indirilmesine kadar sürdü. 1978’deki Rus destekli darbenin ardından Afganistan sosyalist bir devlet oldu. 1980 yılında Sovyetler Birliği Afganistan’a müdahale etti. 

1996’dan başlayarak ülke 5yıl boyunca İslami köktendinci Taliban tarafından yönetildi. 

11 Eyllül 2001’de, New York’taki İkiz Kuleler’in vurulmasından sorumlu tutulan İslam ülkelerinin potansiyel terör bataklığı ilan edilmesinin ardından Afganistan ve Irak işgal edildi. Taliban yönetimi sonlansa da, ülkenin bir bölümünü hala kontrolü altında tutmaktadır. Afgan Hükümeti ile Taliban, ülke yönetimi konusunda Katar’ın başkenti Doha’da görüşmelere devam etmektedirler. 

SÜREKLİ KAOS ÜRETECEK ŞEKİLDE ÇİZİLEN SINIRLAR 

1919’da, Kuzey bölgesi Türkistan’dan, güney bölgeleri de Peştunlardan Belucilerden koparılan topraklarla oluşturulan Afganistan Peştun yönetimine bırakılmıştı. Rusya ve İngiltere’nin çatışmaları sonrasında oluşturulan yapay sınırlar ve karmaşık demografik yapı nedeniyle Afganistan’da o günlerden günümüze uzanan süreçte sürekli istikrarsızlıklar yaşamıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Turgut Özal döneminde, Özbeklerin çoğunlukta olduğu Afganistan’ın kuzey bölgesinde, General Raşit Dostum önderliğinde bağımsız Türk Devleti kurulması amacıyla çok ciddi hazırlıklar yapılmıştı. Fakat, Afganistan’ı istikrara kavuşturacak bu girişim son aşamada önlenmişti. Küresel aktörlerin Afganistan coğrafyasının istikrara kavuşmasını istemiyordu. “Büyük Oyun” henüz sona ermemişti. 

Türkiye’nin Afganistan’da bir Türk devleti kurma girişimi sonrasında, El Kaide ve Taliban tarafından istikrarsızlığa sürüklenen Afganistan, 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında, ABD tarafından işgal edildi. Afganistan ABD işgali döneminde de huzur bulmadı. Zaten ABD’nin Afganistan’ı huzura kavuşturmak gibi bir kaygısı da yoktu. 

ABD’nin 11 Eylül 2021’de Afganistan’ı terketmesi sonrasında Türkiye, Kabil merkezli olarak kardeş ülkede yeniden bayrak göstermeye hazırlanıyor. Allah yardımcımız olsun..