İran ile ABD arasındaki gerilim DonaldTrump’ın göreve geldiği ilk andan itibaren ziyadesi ile görünür bir hal kazandı ve Trump’ın, İran ile Obama döneminde imzalanan Nükleer Anlaşma’dan tek taraflı olarak çekildiğini açıklaması ile dozunu giderek artırdı. İran ve ABD arasında yaşanan ve son günlerde dozu giderek artan bu kriz ortamında, küresel ve bölgesel anlamda önemli bu iki aktörün atacağı adımlar bölgede ve dünyada dikkatle takip ediliyor. Olası bir sıcak çatışma yaşanması ihtimali ise hem bölge ülkelerini hem de birçok küresel aktörü ziyadesi ile rahatsız ediyor.

ABD ile İran arasındaki tansiyon karşılıklı açıklamalarla yükselmeye devam ederken son olarak Amerikan basını, ordunun İran’ı vurma hazırlığında olduğunu fakat operasyondan son anda vazgeçildiğini duyurmuştu, ABD Başkanı Donald Trump ise ‘İran’a saldırıyı durdurdum çünkü orantısız olacaktı. İran konusunda acelem yok’ açıklaması yapmış, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni İran konusunda acil toplantıya çağırmıştı.

Diğer yandan Tahran kanadından ise cevap gecikmedi, İran Dışişleri Sözcüsü Abbas Musevi, herhangi bir ABD tehdidine karşı Tahran yönetiminin karşılık vereceğini söyledi.

Peki bu sürece nasıl gelindi, tansiyon nasıl yükseldi? İran iç ve dış politika araştırmacısı Abdullah Sayın ile değerlendirdik..

İran-ABD arasındaki krizde bu aşamaya nasıl gelindi?

ABD Başkanı Donald Trump henüz başkanlık adaylığı dönemindeyken İran’ın bölgede nüfuzunu artırmasını ve bu süreçte Obama ve ekibi tarafından yürütülen diplomasi sürecini sürekli olarak eleştiriyordu. Başkanlık seçimlerini kazanmasının ardından İran ile ilgili “şahin” bir dış politika ekibi oluşturan Trump, ilk olarak ABD’nin Nükleer Anlaşma’dan tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Bu süreçte İran’ın anlaşmadaki taahhütlerine uyduğu gerekçesi ile ABD’nin p5+1 ülkelerinin de bulunduğu bu anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi uluslararası alanda birçok eleştiriye sebep olsa da Trump’ın kararlı tavrı bu eleştirilere rağmen kendisini bu adımdan vazgeçirmedi.

ABD’nin özellikle İran petrol sanayisini, değerli maden ürünlerini ve Devrim Muhafızları’nı hedefe koyduğu ağır ekonomik/ askeri yaptırımları, süreç içerisinde bölgede Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’in de İran karşıtı tavrı ile askeri bir müdahalenin gerekliliğinin konuşulduğu bir sürece evirildi.Bu süreç karşılıklı tehditlerile ilerlerken ABD, Fars Körfezi’nde yaşanan bu gerginliklerden dolayı USS Arlington ve USS Abraham Lincoln savaş gemilerini bölgeye gönderirken Katar’daki askeri üssüne B-52 Bombardıman uçakları ile Patriot Hava Savunma Sistemi’ni gönderdi. Olası bir müdahale için de bölgeye 10.000 asker nakledeceğini dile getirdi. 

Bu süreçte İran kendisi aleyhinde atılan bu adımlara tehditkâr bir dille cevap verdi ve dünya petrol ticaretinin kalbi konumundaki Hürmüz Boğazı’ndan eğer kendi petrolleri geçemezse hiçbir devlete de izin vermeyeceklerini dile getirdi. Buna müteakipbölgede önce BAE’ye ait ve daha sonra da Japonya ve Norveç’e ait petrol gemilerine ve Suudi Arabistan petrol boru hatlarına saldırılar gerçekleştirildi. Japonya Başbakanı ŞinzoAbe’ninABD adına “arabulucu” rolü ile Tehran’da siyasi yetkililer ile görüşmeler yaptığı bir esnada böylesi bir olayın meydana gelmesi ise bu görüşmelere gölge düşürdü. ABD ve müttefikleri hedef olarak İran’ı gösterseler de şu ana kadar bu konularda netleşen bir bilgi yok. İran’ın bu konuda elindeki gücün ve tehditlerinin boş olmadığını göstermesi için yaptığı saldırılarile birlikte olayın İran’a müdahale yolunun açılması için planlananbir sabotaj olma ihtimali de değerlendiriliyor.

İran-ABD ve ABD’nin bölgedeki müttefikleri arasındaki gerilim yoğun bir şekilde devam ederken son olarak geçtiğimiz günlerde İran ABD’ye ait bir İnsansız Hava Aracı’nı(İHA) kendi karasularına girdiği gerekçesi ile düşürdü ve bu olay sonrasında iki ülke arasındaki gerilim son dönemlerdeki en üst seviyeye tırmandı.

İran-ABD arasındaki gerilimin sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali var mı?

ABD, yaptırımlar ile ekonomisi zayıflayan, bölgedeki etkinliği kırılan, müttefikleri açısından zararsızlaştırılmış ve sınırları içerisinde kendi sorunları ile uğraşan bir İran profili oluşturmak isterken bu süreçte İran’ı kendi istediği şartlarda yeniden müzakere masasına oturtabilmek için “maksimum baskı” stratejisini izledi. ABD bu süreçte İran’ın daha fazla dayanamayacağı ve özellikle ekonomik sebeplerle yeniden masaya oturacağı öngörüsü ile hareket etti ancak süreç ABD’nin beklediği gibi İran’ın hızlı bir şekilde beyaz bayrağı çektiği bir sonuca ulaşmadı.Zira çeşitli düzeylerdeki yaptırımlarla 40 yıllık bir süre içerisinde sürekli olarak karşı karşıya kalan vebu alanda çeşitli korunma reflekleksleri geliştirmiş bir İran var karşımızda. İran’ın iç ve dış politik söylemleri ile bölgedeki eylemlerinin kendi güvenlik algısındaki önemi göz önüne alındığında da İran’ın yine bu yolla ve mevcut şartlarda müzakere masasına oturtulması zor görünüyor.

İran iç siyasetinde Devrim Rehberliği konumunda olan Velayet-i Fakih Ayetullah Hamanei başta olmak üzere tüm İranlı diplomatlar ve siyasiler tarafından ABD ile mevcut şartlarda müzakere masasına oturulmayacağı ve ABD’nin bu tehdit dilinden derhal vazgeçmesi gerektiği defaatle dile getirildi. Japonya Başbakanı ŞinzoAbe’nin çok konuşulan ve arabulucu rolündeki ziyaretinde de bu mesaj yinelendi. İran iç siyaseti açısından da “kendileri taahhütlerine uyarken ABD’nin Nükleer Anlaşma’ya dahi sadık kalmadıklarını ve ABD ile neden müzakere yapılamayacağını” sürekli olarak topluma anlatma ve bu süreçte toplumsal desteği de arkasına alma gayreti içerisinde. Şu ana kadar son dönemde toplumsal alanda verilen vepkilere ve bu süreçteki azalmalara bakılırsa bunu belli bir oranda başarmış görünüyor. ABD’nin İran hakkındaki söylemleri ve bölgedeki müttefiklerinin İran’a karşı saldırgan tutumları ise İran yönetiminin toplumun geniş kesimlerinin desteğini arkasına almasını daha da kolaylaştırıyor ve içeride ABD baskılarına karşı daha bütüncül bir devlet-toplum ilişkisi ortaya çıkarıyor.

Bölgede son bir ay içerisinde yaşanan olaylar, özellikle de geçtiğimiz günlerde ABD İHA’sının İran tarafından düşürülmesi ve sonrasında ABD tarafından “İran hedeflerine saldırı emri Trump tarafından son 10 dakika kala iptal edildi” açıklaması göz önüne alındığında, sürecin iki ülkeyi tedricen sıcak bir çatışmaya götürdüğü düşünülüyor. Bu süreçte Trump’ın İran konusunda müdahale fikrine sıcak bakan dış politika ekibi, bölgedeki müttefiklerinin yoğun baskısı ve son dönemde art arda yaşanan olaylar ise gerilimin ufak bir kıvılcımla ya da yanlış hesaplanan bir adımla sıcak çatışmaya dönüşme riskini artırıyor. Bu konuda İran tarafı sürekli olarak “çatışmayı başlatan taraf biz olmayacağız” açıklamaları yaparken ABD Başkanı Trump ise “İran ile savaşmayı düşünmüyorum” açıklamalarına yer veriyor. 

İki ülke arasında karşılıklı olarak “savaşa sebep olmama” minvalinde açıklamalar yapılırken, iki ülkenin de böylesi bir durumun yaratacağı krizleri hesap ederek hareket ettikleri varsayılıyor. Bölgede yaşanacak olan bir çatışmanın sadece İran sınırları içinde kalmayacağının ABD ve müttefikleri de farkında. İran’a yapılacak geniş çaplı bir müdahalenin önündeki en büyük engel, İran’ın bölgede elinde bulundurduğu “Milis güçler” ile “Uzun menzilli füzeler” aracılığı ile kendi güvenliği için kendi sınırları dışarısında oluşturduğu caydırıcılık. 

İran ile başlatılacak olan bir savaşın yönünü, şiddetini, sınırlarını ve sona ereceği zamanını belirlemek çok zor olduğu düşünüldüğünden her iki ülkenin de savaş veya herhangi bir çatışmaya sıcak bakmadığı söylenebilir. Ancak bu konuda özellikle ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin, İran’da bazı tesislerin yapılacak olan nokta atışı saldırılarla vurulması için ABD’yi sürekli olarak zorladıkları görülüyor. Son dönemde yaşanan olaylardan da yola çıkarak “iki ülke arasında savaş çıkarmak için ve İran’ı savaş alanına çekmek için büyük bir sabotaj veya hesapların dışında bir çatışma ortamı yaratılmazsa” iki ülke arasındaki tırmanan gerilimin aktif bir savaşa dönüşmeyeceği öngörülüyor ve hem bölgede hem de uluslararası alanda bunun engellenmesi için çeşitli düzeylerde diplomatik adımlar atılıyor.

Yaşanan bu gerilimin bölge güvenliğine ne gibi etkileri olabilir?

Yukarıda da belirttiğimiz gibi İran ile ABD arasındaki yaşanacak olası bir çatışmanın yıkıcı etkilerini göstereceği alan Ortadoğu. İran’ın güvenlik eksenini kendi sınırları dışarısında kurduğu ve kendi geleceğini tehlike altında gördüğü taktirde bu oyunu kendi oluşturduğu kuralları ile oynayacağı aşikâr. 

Bu süreçte ilk olarak etkilenecek ülkelerin başında; Irak ve Lübnan geliyor. Suriye ve Yemen üzerinden ise İran diğer aktörlerin çıkarlarına önemli zararlar vermeye devam edecektir. Bölgedeki diğer ülkeler de bu istikrarsızlık ve savaş ortamından direkt olarak etkilenecektir. 2010 yılından bu yana bölgede yaşanan olaylar bunun en önemli göstergesi ve tecrübesi olarak değerlendirilebilir.

Diğer bir yandan bölgede bulunan milis güçlerin sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor ve bu güçler olası bir savaş durumunda İran ile birlikte diğer ülkelerinde istikrarsızlaşmasında ve savaşa dahil olmasında çok önemli roller oynayabilecek kapasitedeler.  Savaşın etkilerinin genişlemesi ve İran’ın sona geleceğini düşünmesi durumunda ise sahip olduğu uzun menzilli füzelerle bölgedeki ABD üslerini, İsrail’i, Suudi Arabistan’ı ve Körfezi direkt olarak hedef haline getirebilir. Bunların hepsi olasılık olarak önümüzde duruyor ancak sahada gerçekleşmesi de imkânsız olan şeyler değil. Bu yüzden İran ve ABD olduğu kadar bölge ülkelerinin ve uluslararası camianın da bu sürecin engellenmesi için gerekli özeni ve diplomatik çabayı göstermeleri şart…

RÖPORTAJ: ESRA BARIK