Bizim kuşaklar her Türk asker doğar sözüyle yetişmişti… Bu sözün anlamını gençlik yıllarımızda sürdürmüştük. O günlerde subaylarımız görev dışında da üniformalarıyla dolaşır, bizde onları hayranlıkla seyrederdik. Bu üniformayı bir gün giyebilmenin umudunu yaşardık.  Lise de askerlik derslerimiz vardı. Ordudan bir subay derse girer, sınıf mümessilimiz kapıda onu karşılar; dikkat çeker ve hep birlikte hazır ola geçerdik..

Yine o yıllarda liseyi bitirenler askerliklerini yedek subay olarak yaparlardı.  Şimdilerde yedek subaylıkta kaldırıldı.  

Askerlik tutkusu içimize öylesine işlemişti ki; üniversitede okurken bir ara eğitimime ara vererek subay üniformasını giyebilmek için ailemden habersiz askerlik şubesine giderek yedek subay olmak üzere başvuruda bulunmuştum. O zamanlar belirli zamanlarda askerlik şubelerinin önünde belirli yaşa gelenler kuyruklar oluştururdu. Askere alınacaklarla beraber askeri hastaneye sevk edildik ve sağlam çıkınca da yedek subay olabilmek için Ankara’ya çağırıldık ve orada yapılan sınav sonrasında sınıfımız belirlenmişti.  Beni süvari olarak seçmişlerdi. Bir gece trenle İstanbul’da Ayazağa’daki Süvari Yedek Subay Okuluna gönderilmiştik. 

Şimdilere bakıyorum; ne askerlik şubeleri, ne askeri hastaneler ve ne de yedek subaylık var… Ayazağa’daki süvari okulu at bindimiz manejler ve eğitim alanlarımızda yok…

Süvari Okulunda altı aylık sürede zorlu bir eğitim yaşadık; öğleye kadar at bindik, öğleden sonra nazari eğitim gördük. Subaylarımız bize altı ayda komprime olarak Harp Okulu eğitimi veriyoruz diyorlardı. Gerçekten de öyleydi; tabancadan, piyade tüfeğinden ağır ve hafif makinalı tüfeklere kadar her türlü silahı kollandık. Gerçek el bombaları attık, havan kullandık. Atışlarımızda başarılar karnemize yazılıyordu. Hepimiz çok çalıştık, zorlandık ama sonunda asteğmen olarak ordumuza katıldık. Kıtaya gittiğimizde hiç yadırgamadan, yedek subay okulunda aldığımız eğitimi zorlanmadan uyguladık. 14.Süvari Tümeni’nin 14.Süvari Alayındaki komutanlarımız Tümgeneral Celal Erikan, Albay Sadettin Erokay, Yarbay Haydar Çağayan  başta olmak üzere diğer silah arkadaşlarımı hiç unutmadım. Rahmetli olanların ruhları şad olsun demekten başka elden bir şey gelmiyor.

Ben kendi hesabımı göre terhis olana kadar üniformamı sırtımdan hiç çıkarmadım. Her yıl askerlik şubesine gidip askerlik yoklamamızı yaptırdık; bir gün üsteğmen olduğumu nüfus cüzdanıma yazdıklarında çok mutlu olmuştum. Ne var ki; bir daha askere çağırılmadım ve üsteğmen üniformasını giyemedim. 

Bizim kuşaklar bir araya geldiğimizce söz döner  dolaşır askerlik anılarına  gelir.Kendimi kaptırdığımızda bir bakarız ki; eşlerimiz bizim konuşmalarımızdan sıkılmışlar!.. Bizim kuşakların anlatacak öyle çok askerlik anıları varken şimdi yeni yetişenlere bakıyorum; o konuda söyleyecek hiçbir şeyleri yok. Yalnızca bankamatikten şu kadar para yatırdık, kısa dönemde birkaç gün veya ay geçirdik diyorlar.

 Kısacacısı hepsi o kadar…   

O yıllarda askerin kendine özgü bir ayrıcalığı vardı. Toplumda bugün olduğu gibi  saygı ile karşılanır…İlk kez bu kapalı kutuyu Mehmet Ali Birant “Emret Komutanım” isimli kitabıyla biraz aralamıştı.. Günümüzde pek çok şey gibi askerlik de değişti

Bütün bunlara rağmen “Her Türk asker doğar” sözü hiçbir zaman unutulmamalıdır.