Hayat işte akıp geçiyor. Kurcalasan da aynı kurcalamasan da. Biz ona uysak da uymasak da… İnsanlar, olaylar, menfaatler sürekli değişiyor. Bu yüzden bazen hayal kırıklıkları yaşıyoruz. Bazen donup kalıyoruz olup bitenler, değişenler, elimizden alınanlar için. Fakat hayat bu ya; acıması olmadan, hiçbir şey olmamış gibi, bizim hayal kırıklıklarımız hiç yokmuş gibi akıp geçiyor. İnsanlar da böyle… Yani hayat gibi… Hava sıcak mı sıcak… Gün sonunu bitirmeye yakın bu hafta içimde sevinç ve duygusallık arası yaşadığım bir psikolojideyim. Aklımda bin bir soru! Ve “umarsızca kulağımda uğuldayan sözcük silsileleri” Fonda yine derin kapanmaz yaraları anımsatan müzik… Birden dalarım uzaklara. Birden beynimde mevsim zemheri kış,  yağmur “Hangi yılın kışı” diye sormayın lütfen! Bu gece ruhumun en gizli köşesine sakladığım yaram kanar, bende yazarım... Sizlerde de oldu mu? Uçurumun kenarında hissediyorsunuz kendinizi. Sanki bir adım atsanız, düşüp paramparça olacaksınız. Dal mal da yok. Tutunacak hiçbir şey yok. İnsan kendini tutunacak hiçbir şey bulamadığı zamanlarda düşecek gibi hissediyor zaten. Düşmenin de böyle basit bir matematiği var. Derin derin iç çekersiniz “Ah o günler” diyerek. Başarılarım, arsız mücadelem, bakarız edişleri sevmemem, hayata gerçek bir pencereden görmem, aşırılığı sevmemem, ataerkil zihniyetten kopamamam, en dibi görmem ve nereden nereye diyebilmem. Belki de bu hafta benim için çok önemli ve geçmişimi bana ilklerime kadar hissettirecek bir konferansa davet edilmemden olsa gerek bu ruhsal yoğunluk. Ve gözlerimden yaşların süzülmesi…

Geçmişe gidiyorum o an… Gözümü bir kapatıyorum. Beynimde Koşar adımlarla geliyorum evime, köşeme. Odamın sıcaklığına kilitliyorum kendimi, kitaplar, kahvem. Çekmeceye yönelirim bütün geçmişim orada saklı. Kulpuna uzanıp açar açmaz dökülür fersah fersah sözler, harfler, cümleler nasıl bir savaş içerisinde… Biri ağlıyor, biri acıyor, biri ise kapat o defterleri artık bitti diyor sanki o çekmecede bütün geçmişim benimle bir bir yüzleşiyor.  Düşüncelerimin ateşini yükselten çığlıklar oluşuyor hep. Dalıp gidiyorum. Kulağımda müziğin sesi; yatağıma uzanır gibi oturuyorum ve başlıyorum tuşlara basmaya… Buruk bir gülümseme var yüzümde, zamanı geri çevirirsem ne olur diye düşünüyorum. Şimdi yazdıklarımdan çok daha kötüyüm be o zamanlar. İç sesim diyor ki hayır! Köşe adın bu olmamalı ASLI… “UÇURUM”. İçimi döksem belki rahatlayacağım ama olmayacak biliyorum. Kalbim o kadar acıyor ki. Eskiye ait hiçbir şey görmek istemiyorum. Yakamı bırakmıyorlar. Kaçıyorum. Saklanıyorum. Sesli ağlamamı kimse duysun istemiyorum. Sonra diyorum ki Kuytularda ağlamaktan bıktım. Bırak! Aksın. Özgür kalsın gözyaşlarım. Yazmak bile artık geçmiş yükümü hafifletmiyor. En çok tutunduğum dal o zamanlarda “güçlü olmak” Hayata karşı… Evet, Uçurum konusuna girmeyeceğim. Yakında sizlere emanet edeceğim kitabımın Zamanlamasını ilmek ilmek beynimde ayarlıyorum. Yaşı gediğine koymak için sabırsızlanıyorum. Büyük darbe olacak olan ”UÇURUMUN KENARINDAN DÖNÜŞ” ve o kitapla geçmişin tüm izlerini sileceğim… Kapat beynini o unutulmaz ağrılı gecelere taşıma köşene. Hayat senin ne kadar güçlü olduğuna bakıyor. Bilemezler ne derece mücadele ettiğini, yargılarlar, dalından kopmamak için verdiğin çabayı bilmezler de nasıl da savruldu bir rüzgâr da derler.

Güçlü olmak, bir insanın kendini eğitmesi, geliştirmesi ve olgunlaşmasıyla yani “olmasıyla” ilgili bir kavramdır. Güç sahibi olmak ise malik olmak yani edinmekle ilgili bir kavramdır. Nasıl ki “var olmakla” “varlıklı olmak” aynı şeyler değilse, “güçlü olmakla” “güç sahibi olmak” da farklı şeylerdir. Hiç bir imkâna sahip olmasalar bile, güçlü olan insanlar vardır. Bu insanların güçleri, cesaretlerine, çalışkanlıklarına, dayanıklılıklarına ve her türlü zorluğa rağmen mücadele etmekten vaz geçmemelerinden kaynaklanır. Güçlerini paradan, çevrelerinden, mevkilerinden, unvanlarından değil, kendilerinden alırlar. Ne hoş meziyettir değil mi el etek öpmeden “ Güçlü olabilmek”? Neyse konuyu kapattım. Unutamadıklarım var elbet. Ne çok şey biriktirmişim şu hayatta, ne çok yaşanmışlığım olmuş kısa ömrümde. Acısı tatlısı, gülmeli ağlamalı derin izler… Su gibi geçen yıllarım kalmış geride. Geriye dönüp baktığımda dünmüş gibi olan, ne çabuk geçti ne yaptım dediğim yıllar...”NANKÖRSÜN İNSANOĞLU” Bu hayatta en acısı neydi biliyor musunuz? En zayıf anlarda bile maskeli dolaşır olmak ne büyük zorluk. Ağlasanız, ben yoruldum deseniz bir tekme daha vuracak ne idüği belirsizler sırada. Ah bide acıyacaklar size kendi perişan hayatlarına bakmadan arkasından da yalnızlığı biraz daha içinizde hissedeceksiniz. Yardım eli değil uzanacak olan, aksine kaçan eller olacak çevrenizde...

Güçlü durma, güçlü ol bu hayatta!

Geçmişime elveda geleceğime saygıyla…