• Ama sevgilim yapma ne olursun. Diye inledi… Yok, yok haydi, kalkalım artık. Hem önümüzde daha çok uzun geceler var. Aşkımızı bu gecelerde de yaşarız, haydi kalkalım artık, dedikten sonra
Banyoya geçti. Önce Sara, sonra da Sarp banyo yaptıktan sonra aşağıya indiler. İkisi de kurt gibi acıkmıştı…
Günlerden pazardı…
Sarp, sevdiği kadınla baş başa kalıp, Pazar gününün keyfini yaşamaktan yanaydı. Ama Sara tam tersine, bu keyfi geceye saklayıp adanın bahar havasını solumak, kırlarda hoplayıp zıplamak istiyordu…
Tabii ki, sonuçta Sara’nın dediği oldu.
Her ikisi de eşofmanlarını giyip dışarı çıktılar…
Lapta Kıbrıs’ın kuzeyinde yer alan çok bakir, güzel bir beldeydi. Upuzun sahil bandının yanı sıra, Beşparmak Dağlarına doğru uzanan doğal örtüsü özellikle bahar aylarında türlü çiçeklerle renklenip, kuş sesleriyle doluyor, bu bölgede yürüyüşe çıkanlara muhteşem bir doğa sunuyordu.
İşte bu Pazar günü de genç âşıkları bahar sarhoşluğuna sürükleyecek kadar harikaydı…
Dışarıya çıktıklarında güneş henüz doğmuş, çevreden duyulan kuş seslerine karışan horoz, kuzu sesleri doğa ananın insanlara bahşettiği tüm güzellikleri anlatıyordu…
Her ikisi de gençliklerinin verdiği enerjinin coşkusuyla dopdolu, el ele tutuştular. Önlerinde çıkan ilk toprak yola sapıp Beşparmak Dağlarına doğru yürümeye başladılar. Ciğerlerine doluşan temiz hava o kadar temizdi ki, bol oksijenli bu hava şimdiden onları etkilemiş, hiçbir şey yememenin verdiği açlıktan başları dönmüştü.
O esnada önlerine bir çoban çıktı. Belli ki, önüne kattığı koyun sürüsünü, Beşparmak Dağlarının eteklerini kaplayan kekik dolu otlaklara götürüyordu.
Sarp;
• Merhaba kardeş, kolay gelsin, diyerek çobanı selamladıktan sonra, ‘’Buralarda kahvaltı yapılacak bir yer var mı acaba?
Çoban;
• Merhaba beyim, iyi pazarlar. Bu yolu takip edin az ileride ağaçlıklar arsında bir botanik bahçesi var. Oradaki cafe de kahvaltı yapabilirsiniz. Hem bu mevsimde o yer çok da güzel olur.
İkisi de çobanın bu cevabıyla çok mutlu oldular. Çünkü müthiş acıkmışlardı. Çobana teşekkür ettikten sonra tarif edilen yere doğru hızla yürümeye başladılar. Çok geçmeden o bahçeye gelmişlerdi.
Bahçeye girdiler, onları girişte kır çiçekleri karşılamış, dalları bahar çiçekleriyle süslü ağaçların altına konulmuş bembeyaz örtülerle kaplı masalar, karnı acıkanlara ‘hoş geldiniz’ der gibi onları bekliyordu…
Etrafta kimsecikler yoktu! Ama bahçenin çiçeklerle dolu görüntüsü sanki en güzel bahar şarkılarının bestesi olmuş, bu besteyi cıvıldaşan kuşlar hoş bir melodiye dönüştürmüştü… Burası insanın ruhunu dinlendiriyordu…
Bir süreliğine ikisi de gözlerini kapattı! Çiçeklerin kokusunu doyasıya içlerine çekip, kuş seslerini dinlediler. Bu bahçeden çok etkilenmişlerdi. Kısa bir sessizlikten sonra, Sarp çevreye bakındı, onlara doğru gelmekte olan cafe sahibini gördü. Yaşlı ama oldukça dinç bir kadındı. Oturdukları yere geldi, güler bir yüzle:
• Hoş geldiniz genç âşıklar, sizin için ne yapabilirim?
Sarp:
• Hoş bulduk, çok teşekkür ederiz. Eşimle birlikte uzun bir yürüyüş yaptık; hem çok yorulduk, hem de çok da açız. Yolda rastladığımız bir çoban; güzel bir kahvaltı yapmak için burasını tarif etti. Sizden ricamız budur.
Cafe Sahibi;
• Adım Şafak, bana Şafak Ana da diyesiniz. Şimdi hemencecik size güzel bir sofracık yapaceyim…
Aksanından anlaşılan o ki, Şafak Ana da Kıbrıs Türk’ü idi. Ancak burası da 1974’te ele geçirilen Rum köyüydü. İhtimal o ki, Şafak Ana; 1963’deki olaylarda Rumların baskısıyla Kıbrıs Türk’ünün yaşadığı göçler nedeniyle, Güney Rum kesiminde kalan malları, mülkü karşılığında bu cafe ile bahçesini ona tahsis etmişlerdi.
Devamı yarın