Bu hafta kaleme aldığımız son bölümde, Gazi Hazretleri’nin Türkiyesi; dün ve bugün kıyaslamalarına göre değerlendirildiğinde, karşımıza çıkan menfi görünümlerin bizlerde bıraktığı ürpertici izleri düşünecek olursak, şu dehşetengiz sonuç meydana çıkar: 1939’dan itibaren ilim ve bilim açısından hemen hemen hiç mi hiç ilerleme kaydedilmemiş olmasına rağmen, Batı dünyasında kullanılan hemen her lüks nesne, bizler tarafından da tercih edilir hale gelmiş ve böylece kendiliğimizden, “Batı’ya bağımlı” kukla bir halk olup çıkmışsız!... 
İlim ve bilim sahasında, eşine pek kıt rastlanan bilim adamları yetiştirdiğimizde; onları her daim, Batılı ülkeler kapmış ve bizler de bilhassa futbol alanında dünyaca ün yapmış, meşhur “Zenci Futbolcuları” ithâl ederek onunla iftihar edebilecek derecede cahil bir toplum olduğumuzu her daim ispatlamışız!... 
Başka milletler her ne düşünür, her ne şekil değerlendirme yapar, onu bilemem? Ama, bizim bu babda yanlış yaptığımızı rahatlıkla görüyor ve haklı olarak eleştiriyorum! 
Şu noktayı bilhassa belirtmek isterim: “Bendeniz, Zenci düşmanı değilim!” Çok şükür böylesine çağ dışı bir lüksüm yoktur! Ancak, millî maçlarda değil zenci, beyaz dahi olsa; yabancı futbolcu istemem ve de kesin karşıyım!... 
Hemen her insanı ve bilhassa gençleri zinde tutan “Spor âlemini” ve bilhassa “Futbol sporunu” bir gün karşıma alacağımı hiç mi hiç düşünmemiştim!?... Velâkin, bu âlemde hemen her şey olabilirdi ve bizler gibi, yeni nesillere göre; “çağ dışı” kafa yapılılar, “Çağdaş medeniyetin” nasıl bir nesne olduğundan habersiz yaşayıp gitmekte ve de tamamen kalıplaşmış bir düşünce yapısına bizleri de ortak edebilmek için kıvranıp durmaktadır... 
Böylesi durumlarda en tehlikeli ve en korkutucu olan fikir yapısı, nesiller arası kopuklukların meydana gelebilecek ortam bulabilmesidir ki, 1950’lerden sonra bu yıkıcı unsur, maalesef yeşerebilecek ortam bulabilmiş ve böylece 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilâli, onun yeşerebilmesinde istemeyerek rol oynamıştır. 
Gerçi bu yanlış, Ordu tarafından olmamış ve özellikle zihnen ihlâl edilmiş üniversite gençliğini idare edenler, dekanlar ve bilhassa Bâyezid Üniversitesi Dekanı, “Sıddık Sami Onar”. Mevcut ortamdan istifade ile bir takım siyasî ihtirasları uğruna; CHP kanadının ordu ile yakınlığını ve üniversite gençliğinin DP’ye karşı kışkırtılmış olmasını da geri planda kalarak kendisini gizleyip; ordu ile gençliği DP ve millet çoğunluğuna karşı kullanarak; Türk milletinin Celâl Bayar’ı ikiye bölebilme marifetini sergilemiştir... Ord.Prof.Dr. Sıddık Sami Onar bu kargaşayı, bu bölücü hareketi niçin meydana getirmişti? Çıkarı ne idi? Bütün bu hususlar muhtelif yorumlara açıktır ve biz bu konuya girmek istemiyoruz. Ancak, Gazi Hazretleri’ne Başvekillik yapmış, Bankacılık sektöründe de hizmet sunmuş, Millî Mücadele’de ön saflarda görev almış ve nihayet III. Cumhurbaşkanı olarak Cumhuriyet tarihimize geçmek şerefine erişmiş, Gazi Hazretleri’nin saygıdeğer naşını geçici kabrinden alarak, ebedi istirahat mekânı, “Anıt-Kabri”ne naklettiren bu ünlü devlet adamı, hiç şüphesiz merhum Celâl Bayar; Yassı-Ada duruşmalarında; ilk idama mahkûm edilmiş ve aşırı yaşlı olması dolayısıyla, idamdan azat edilmişti. 
Ne var ki, bu karmaşık dönemde, CHP, Merhum İsmet İnönü Paşa’nın tabii olarak ordu üzerindeki manevi tesirinden de istifade ile DP ve DP’lileri öylesine aşırı bir dozda tenkit etmiş ve basının büyük bir kısmı da mezkûr parti’nin görüş ve icraatlarına ortak koşmuştu ki, zaten ikiye bölünmüş bulunan Türk Milleti, yekdiğerinden büsbütün kopmuş ve böylece “millî birlik ve beraberlik” ilkesi ifade ettiği asıl manasını büyük ölçüde yitirmişti. 
Dahası, ordu da en ziyade CHP’ye meyilli gözükünce, milletin diğer bölümü, tabii olarak kırgın konumuna düşmüştü ki, 27 Mayıs’çıların bu bariz hatalarını görememe bedbahtlığına düşmeleri ve denge sağlayıcı bir tutum sergileyememeleri, dahası, Türk Milletinin ekseriyeti tarafından sevilen Merhum sabık Başbakan Adnan Menderes ile iki değerli mesai arkadaşı ile birlikte nahak yere asılarak idam edilmeleri, bu duruma karşı olan Millî Birlik Komitesi mensubu 14 Subay’ın yurt haricine sürülmeleri vs. ordumuzun telafisi imkânsız sayılabilecek yanlışlara sürüklenmesine rağmen, zaman içinde durumun tamamen düzeltilmiş olması, yine de günümüzdeki nahoş durumun doğmasına zemin teşkil etmiştir diyebiliriz!... 
Halkımızın, ABD hayranlığı nöbetine tutulduğu 1950’li yıllar, kesif bir ABD propagandası ile özellikle büyük şehirlerimizin sakinleri dopdolu bir ABD yaşantısı sürdürmekteydi... Veya kendileri öyle sanıyorlardı. Zira, bizlere ABD’yi tanıtan, ABD medeniyetini öğreten, ülkemize bol, bol sokulan Hollywood filmleriydi. Yanî, Amerikalı bizlere sözde kendi yaşantısını sunmaktaydı... Meselâ, Amerikan filmlerindeki silâhlı kuvvetlerin yapısında bulunan demokratik(!) sistem bizleri imrendirmekteydi. Dahası Ordumuzuun üniforması kısmen ABD ordusu üniformasına benzer şekle sokulmuş, sistemde bazı değişiklikler yapılmış, Ordumuzun “Gedikli kesimine, Astsubay” adı verilerek Ordumuzda değişik bir sınıf meydana getirilmiş ve böylece Devletimizin diğer koruyucu teşkilâtları da kendi bünyelerine uygun bazı değişikliklerle mevcut duruma uyum sağlamışlardı. 
Bunların hemen hepsi de ilk görünüşte zararsız ve Batılılaşmanın birer numunesini teşkil etmekteydi!.. Peki bu değişiklik, yanî kabuk değişimi doğru mu olmaktaydı? Hiç sanmıyorum. Zira; yabancı elbisesi, vücudunuza ya dar veya bol gelir ve de size uyum sağlamazdı!.. 
Evet! Bizi, bizden uzaklaştırıyorlardı... Ayrıca bir de (Solcu bir sınıf zuhur etmiş) ve sözde Marksizm savunucuları ve Sovyet-Rusya yanlısı bu illegal kuruluşlar, zaman içinde silâhlı eylemlerle ülke içinde terör estirerek, kapitalizmi eninde sonunda haklayacaklarına hemen herkesi inandırmaya çalışıyorlardı ve de inananlar da vardı hem de iş adamlarından, fabrikatörlerden vs. Çok iyi hatırlıyorum, İstanbul halkının çoğunluğu buna inanmış ve Sovyet-Rusya’nın bu meselede söz sahibi olduğuna iyiden iyiye kanaat getirmişlerdi... Ve zaten, zaman zaman meydana gelen illegal yürüyüş veya hadiseler insanlara daha inandırıcı gelmekteydi ve tabii ki, bu faktörde basının rolü de büyüktü... 
Meselenin aslı ise şuydu; Soğuk Harbin mucidi ABD, Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinde Sovyet bloku’nun son derece tehlikeli bir düşman olduğuna inandırmış ve “NATO BLOKU” bu inancın paralelinde meydana getirilmiştir. Şayet dikkat edilecek olursa, Nato Teşkilâtı’nın askeri ve sivil kanatları sadece ABD, millî menfaatleri paralelinde hareket etmiş ve hâlâ da öyledir. Birleşmiş Milletler Teşkilâtına gelince: “5.Süper Devletin dışında hemen hiçbir üyesine faydası yoktur.” 
ABD, Cihan Hakimiyeti bahsinde kendine has taktiklerle, Avrupa’nın büyük bir kısmını ele geçirmesi ile Cihan Hâkimiyetı projesini yürürlüğe koyması bir bütün teşkil etmiştir!... 
ABD vatandaşları, Devlet Başkanlarına bir lider değil, doğrudan seçim kazanarak başa geçmiş ve zamanını doldurunca nöbeti bir yenisine devrederek, mensubu bulunduğu siyasî teşekküle geri dönen bir siyasi olarak görür ve kimini sever, kimini ise tabii olarak sevmezler. 
Bizde ise bu durum çok değişiktir ve biz Cumhurbaşkanı veya Başbakan, hangisini çok sevmişsek, onu lider kabul eder ve nöbeti teslim etmesinden sonra dahi, asla terk etmeyiz. Çünkü, bu millet, başında bir lider olursa kendini güçlü ve mutlu hisseder bu onun mayasında vardır. 
Gazi Hazretleri ise, bizlerin ezeli ve ebedi lideri ve rehberi olarak benliğimizde yaşayan bir efsanedir diyebilirim. Ülkemizi, yakın dönem içinde ilk Sultan II. Abdülhamid Hân ve bilâhare Gazi Hazretleri, milletimizin karşı karşıya kaldığı Batılı düşmanların iğrenç ideallerine karşı adeta birer kale gibi durmuşlar, birisi Osmanlı İmparatorluğunu ve ikinci de İstiklâl Harbi başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti devleti topraklarını kurtarmış ve Türkiye Cumhuriyeti devletini tesis ederek, günümüzdeki Türkiye’yi meydana getirmişlerdi. 
Bu durumu A’dan, Z’ye tetkik eden yabancı devletler, Türk Milletini başsız ve idarecisiz bırakabilmek gayesiyle, Gazi Hazretleri’nin özel hayatından kesitler sunan kitap ve TV filmleri devreye sokarak, Gazi Hazretleri’nin bilhassa “içki sofralarından” bahseden ve tabii ki abartılı sunulan yayınları devreye sokarak, Gazi Hazretleri’nin sıradan bir insan olduğu inancını yaymaya gayret etmişler, Asker olarak başarılarını, devlet adamı olarak olağanüstü hizmetlerine temas ettiklerinde ise; kendilerine ait fikirleri onundur diye geçerek, halkımızda, Gazi Hazretleri hakkında yanlış bilgiler olmasını sağlamaya çalışmış ve hâlâ aynı çabayı sarf edip durmaktadırlar... 
Aziz milletimiz günümüzde ne durumdadır? Bir de ona bakalım!... Nesiller arası kopukluklar meydana getirilmiş: “Eski kuşak, yeni kuşak” gibi yakıştırmalarla, gençlerimiz rehbersiz hâle getirilmiş ve böylece yeni nesiller uskuru kopmuş gemi misali, kendi hâline terk edilmiş... 
Netice? Neticesi aynen şudur ki, hemen hepimiz de günü gününe yaşamak bedbahtlığı içinde kıvranıp durmaktayız!... “Sigara ve esrar” ilk mektep 4-5 sınıflarında başlamakta ve daha sonraki dönemlerde bilhasa “Diskolarda” alkollü içki, tamamen loş bir piste, adına müzik dedikleri, oysa dehşetengiz bir gürültüden başka hiçbir özelliği olmayan bir patırtının sözde ritmine uyularak, kelle sallayıp duran kızlı, erkekli zavallı gençler, sabahın ilk aydınlığına kadar zıplayıp durmakta ve tabii ki bu meyanda: “Aşkım, hayatım” gibi tabirlerle, hafif çapta sevişme sahneleri de eksik olmaz..
TV’lerdeki talebe dizileri de talebeyi daha da uç noktalara kayması için ellerinden geleni yapmaktadırlar... Bütün her şeye rağmen benim aşırı şekilde merak ettiğim husus şudur: “Bunlar ders yapmaya ne zaman vakit bulmaktadırlar?...” 
Gelelim, kadın hakları ile şu malûm taciz konusuna!... 
“Kadın hakları” konusunda, “Erkekle eşit olduğu” iddiası bir tarafa bırakılacak olursa, kadınların bazı hususlarda erkeklerden üstün vasıflara haiz olduğu dikkate alınırsa, “eşit olmadıkları” ayan beyan görülür. Eşitlik sadece kişisel haklarda olup, hukuken korunması söz konusu olabilir ki, bu da adaletin bizzat kendisi demektir. 
Şu meşhur “taciz” konusuna gelince, bizdeki yetkili psikiyatri ve hukukçularımız bu hususta bizleri yani, Türkiye insanını yeterince bilgilendirmişler midir? Tek kelime ile hayır! Çünkü, politikacılarımız, bu konuda başlıca suçlunun doğrudan kendileri olduklarını gayet iyi bilirler. Günümüzde adına medya denen basınımıza gelince, “Kadın çıplaklığı” başlıca metaryallerinden olduğu için: “tavşana kaç, tazıya tut” taktiği uygulamakla yetinir... 
Politikacılarımız bu hususta niçin suçlu sayılmaktadır? Gayet açık; bu milletin içinden yetiştikleri için halkımızı iyi tanırlar ve bilhassa böyle konularda neyin, nelerden kaynaklandığını çok iyi bilirler. Bilirler ki, zaten çoğunluğu cahil olan taşra halkımız “seks hakkında” hiçbir bilgi taşımaz. Daha açıkçası evli olanlar dahi sevişmenin doruğuna hemen hiçbir zaman erişememiştir. Gerçi çoğunlukla erkek orgazm olur ama, eşine belli etmemek için herhangi bir belirti göstermemeye çalışır. Kadına gelince, o bu duyguyu hiç mi hiç tadamaz. Zira, böyle bir durum onu “namuslu ev kadını olmanın” ötesine(!) gönderir. İşin en acı tarafı da halkımızın okumuş sınıf dahi bu ruhi dengesizliğin istemeden esiridir ve içlerinde pek azı bu cenderenin dışına çıkabilmiştir... Ve sen kalkıp böyle bir ülke’ye Batı’nın seksi modası olan “mini etekle gezmeyi” normal bir hak olarak vasıflandırıyorsun!.. Diğer taraftan da bilhassa, “lezbiyen kadınlar” bu modanın müdafii kesiliyorlar ve “elle, gözle” sarkıntılık edenlerin, doğrudan ipini çekeceklerini söylüyorlardı... 
Oturulduğu zaman kadının kalçalarına kadar meydana çıkaran mini etek, seksi açıdan adeta abaza kalan bir çok erkeğin içlerinde sabırsız olanları da çıkmakta ve böylece durum, “seks cinayetlerine kadar” sürüklenmekteydi... Düşünün; lise talebelerine varıncaya kadar hemen bir çok insan, çeşitli silâhlarla içli, dışlı olmuş ve çoğu kimse de tabanca taşımakta olup, çevresine tehlike saçmaktadır!... Gün geçmesin ki aşk cinayeti, para cinayeti, bir diğerini izlemesin, hele düğün kutlama, asker uğurlama gibi durumlarda, havaya sıkılan tabancalardan çıkan kör kurşunlar nice can alması da dikkate alınsa “şehir magandaları” tabiriyle meseleyi geçiştirmeye çalışmak ve ayrıca yırtık, pırtık kot pantolonlar, kulak, burun, göbek gibi mahallere küpe takmakla, zavallı gençlerimize garip bir yaratık havası vermek vs. günümüz Türkiye gençliğinin nasıl bir yok oluşun çizgisinde yürüdüğünü görmemek için insanın bakar kör olması lâzımdır. 
Şimdi hepimize birden en samimi şekilde sorabiliriz: 
“GAZİ HAZRETLERİ’NİN ARZU ETTİKLERİ YENİ NESİLLER BU MUYDU?..” 
Tek kelime ile koca bir HAYIR! 
Saygıdeğer okuycularım! Cümlenizi candan selâmlar, yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile hayırlı yaşantılar dilerim efendim! Saygılarımla.