GAVURUN HEDEFİ:  TÜRK’Ü PARÇALAMAK

Abone Ol
Bunu entelektüel bir söylem planında tutmayıp, yasal, anayasal bir çerçeveye de oturtmaya çalışıyorlar. Bir kısım insanların kavim özellik ve kimliklerini sürekli hatırlatıp diriltmek, bunları kurumsal planda yaşatıp yaygınlaştırmak isteyen bu anlayış, Türk millî birliğini ilkel kabilelere ayrıştırmak ve toplumsallaşma sürecimizi geri döndürmek amacına hizmetten başka işe yaramaz. 
Hâlbuki Türk milletinin sorumluluk mevkiinde bulunanlar, toplumsallaşma sürecini hızlandırıcı çalışmalarla alt ve küçük toplumsal birimleri daha büyük ve üst toplumsal birime dönüştürmek hedefini gütmelidir. Buna göre şu anki Türk millî birliğini parçalayıcı değil, daha da pekiştirici yani etnik-kavmî farklılıkları derinleştirip ayrıştırmak yerine azaltıcı çalışmalar içine girmeli ve bundan öte, ileri bir hedef olarak daha üst ve büyük toplumsal birlik olarak Büyük Türk Birliği’ni gerçekleştirmeye dönük projeler üretip uygulamalı, millî birliği tahkim ve takviye edici faaliyetler ortaya koymalıdır.
“Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek dil” söylemini slogan düzeyinde bırakmamak, bunun içini doldurup bilfiil hayata geçirici projeler üretip uygulamaya sokmak gerekir. Zira milletine karşı sorumlu olanlar, milletini daima bütünleştirmeyi ve birleştirmeyi amaçlar. Bu bağlamdaki millî birliği sağlamanın yolu, ülkemizde Türkçeden başka dil ya da diller ihdas edip onu eğitim dili ve resmî dil yapmak değildir. Böyle yapıldığı takdirde ortak anlaşma dilinin işlevsiz kalmasına, birbirini anlamayan ayrı kavimlerin diriltilmesine, zamanla da ayrı kabile-devletler hâline gelmesine yol açılmış olacaktır. Yani bir üst birlik olan millet, daha alt birlik olan kabilelere ayrıştırılarak geriye gidilmiş olacaktır. Haçlı-Siyon ittifakının Büyük Orta Doğu Projesi budur.
Toplulukları yüzyıllar süren tarihsel akışları içinde harmanlayarak şuurlu, yekpare millet ve daha geniş çapta ümmet hâline getiren iki temel unsur, dil ve dindir. Başka faktörler de vardır, ancak genellikle en etkili iki unsur bunlardır. Batı kaynaklı emperyalist politika üretici ve yürütücüleri parçalamak ve güdümlerine almak istedikleri milletleri çözüp dağıtmak için bu iki temel kurumu yok etmeye çalışırlar. Tanzimat’tan beri bizim üzerimizde oynanan Batı oyunu da budur. Nitekim Ziya Paşa, Terkib-i Bend’inde şöyle der:
“İslâm imiş Devlet’e pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı” 
(Devletin gelişip ilerlemesinin önünde ayak bağı İslam imiş. Önceleri böyle bir şey yoktu, bu söylenti yeni çıktı.)
“Milliyeti nisyân ederek her işimizde 
Efkâr-ı Freng’e tebaiyyet yeni çıktı”
(Her işimizde milliyetimizi, millî yapımızı ve değerlerimizi unutarak Avrupalıların fikirlerine uyma işi yeni çıktı.)
Görüldüğü gibi dilin ördüğü millet (Ziya Paşa’da “milliyet”) ve dinin örgülediği ümmet (Ziya Paşa’da “İslam”) yapısı ve değerleri, Tanzimat’tan beri Batı tarafından hedef tahtasına oturtulmuştur. Batı, Osmanlının millet ve ümmet yapılarını çözüp parçaladığı an emeline ulaşacağını anlamış ve başarmıştır da. Osmanlının yıkılışı da bunu aynen doğrular. 
O zamandan bu zamana değişen bir şey yok. Avrupa Birliği dayatmaları sonucu ya da egemenliğin batı kaynaklı yasal ve anayasal yapılara devredilmek istenmesi sonucu millî devlet anlayış ve felsefesi ortadan kaldırılmak isteniyor. Batı liberalizmine bağlı bir kısım akademisyen ve siyasetçinin anayasa çalışmalarında Atatürk milliyetçiliğinin, Türklük ruhunun, milliyet değerlerine gönderme yapan hususların tasfiye edilmek, din derslerinin seçmeli hâle getirilerek gevşetilmek istendiği seziliyor. Böylece milletleşmenin en esaslı tutkalı olan millî ve dinî değerlerle bağı kopmuş, kozmopolit, renksiz, ideolojisiz bir topluluk, bir kalabalık hâline getirilerek emperyalistler tarafından kolayca güdülebilecek ve sömürülebilecek olan sıradan bir yığın hâline dönüştürülmek isteniyoruz.  
Unutmayalım, Türk milletini şuurlu bir millet hâline getiren onun dili, milliyeti ve dinidir. İslam, bu milletin büyük ekseriyetinin önem verdiği, yaşadığı, kültürünü ören bir kaynaktır. Okullarda İslam dininin öğretilmesi laiklikle çelişmez. Laiklik, inanan ve inanmayan, dini yaşayan ve yaşamayan herkesin teminatı olarak uygulanır. Türk millet yapısına ve kültürüne hâkim olan İslam bilgisi ve kültürünü öğrenmek, Türkiye’de yaşayan herkes için lazımdır. Türkiye’de yaşayan insan, bu dine inanır ya da inanmaz, yaşar ya da yaşamaz o kendi bileceği iştir, ama bir bilgi ve kültür olarak öğrenmekten kaçamaz. Kişi, kendi toplumunun kültürüne yabancı kalamaz. 
Bir vakit batılı bir yazarın bir romanının Türkçe çevirisini okuyordum. Türk adını taşıyan mütercim, bir cümleyi aklımda kaldığı kadarıyla şöyle çevirmiş: “Bir Müslüman kuleye çıktı, oradan şarkı söylemeye başladı”. Bu cümle, yazarın kendi dilinde muhtemelen şöyledir: “Müezzin minareye çıktı oradan ezan okumaya başladı.” Görüldüğü gibi Türk olduğu hâlde İslam kültürünü öğrenmemiş bir mütercim, nasıl vahim hatalar yapabiliyor.