Diplomasi, dış politikada ülkeler arası sorunların barışçıl yöntemler ve müzakereler yoluyla çözülmesini ifade etmektedir. Uluslararası ilişkilerde diplomasi satranç oyununa benzetilmektedir. Diğer bir ifade ile de diplomasi bir nevi ülkeler arasındaki silahsız savaş yöntemidir. Bu bağlamda diplomasinin, yumuşak gücün bittiği yerde sert güç olan askeri gücün devreye girdiği unutulmamalıdır!

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(Türk tarafı) bilindiği üzere en başından buyana gerek Kıbrıs gerekse Doğu Akdeniz konularında iyi niyete dayalı diyaloglar kurmaya çalışarak barışçıl yöntemlerle diplomasi ve uluslararası hukuk mücadelesi vermiştir. 

Rumlar, 1963’de Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni nasıl silah zoru ile gasp ederek Rum üniter devletine dönüştürmüşlerse, 2002’den buyana da tüm Ada’ya ait olan deniz yetki alanlarını tek başına gasp edebilmeye çalışmaktadır.

Bu bağlamda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bilindiği üzere 2002’den buyana uluslararası hukuka aykırı olarak Türkiye ve KKTC’nin tüm haklarını gasp etmeye kalkışmak suretiyle sözde Münhasır Bölge ilan etmeyi deneyerek deniz yetki alanlarını sahiplenme girişimlerinde bulunmuştur. 

Rum yönetiminin bu anlamda ilk girişimi 2002’de Northern Access adlı Norveç bandıralı araştırma gemisini kiralayarak tek taraflı kararla Doğu Akdeniz’de doğal gaz araştırma girişimi olmuştur! 

Rum yönetimin bu girişimi 17 Mart 2002’de TCG Giresun firkateyniyle engellenmiştir. Böylelikle Türk tarafının, Doğu Akdeniz’de MEB ve Kıta Sahanlığı hakkı tüm dünya kamuoyuna askeri ve diplomatik yolla duyurulmuştur. 

Rumlar aradan geçen süre zarfında bu kez de Mısır, İsrail ve Lübnan ile Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bölgedeki haklarını yok sayarak ikili anlaşmalarla geçerliliği tartışmalı sözde MEB ilan etme yoluna gitmişlerdir! Yunanistan ise resmi olarak Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemişse de, Avrupa Birliği kurumlarının yayınlamış olduğu haritalarda da görüleceği gibi Meis Adası’nın güneyindeki sahada MEB dikte etmeye çalışmaktadır.

Yunanistan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, ‘Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis’ hattını esas alarak ortay hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Yunanistan, Mısır ve Libya ile de anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Yunanistan bu yolla hem Türkiye’yi kendi içerisine hapsetmek hem de Kıbrıs Ada’sını denizden denize bağ kurarak karada başaramadıkları Enosisi deniz üzerinden(mavi vatan) gerçekleştirme hayalleri içerisine girmiştir!

GKRY’nin tek yanlı ve adanın ‘tek hakimi’ gibi davranarak sözde parsellediği blokların 1,4,5,6 ve 7 numaralı kısımları Türkiye’nin kıta sahanlığı ile ve ayrıca 1, 2, 3, 8, 9, 12 ve 13 numaralı kısımları ise KKTC’nin deniz sınır alanları ile örtüşmektedir. Yaşanan gelişmeler çerçevesinde KKTC kendi hükümranlık haklarını kullanarak 2011 yılında Türkiye’nin ulusal kuruluşu olan Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı'na A,B,C,D,E,F,G diye 7 tane alan tanımlayarak ruhsat vermiştir. 

Rum yönetimi sözde 7 numaralı parsel için ENI ve TOTAL firmalarıyla anlaşma imzalamıştır. Şubat 2018’de de Türk tarafına ait deniz yetki alanı içerisinde İtalyan ENİ şirketine ait SAIPEN 12000 platformunun sondaj yapmasına hatırlanacağı üzere Türk Donanması engel müsaade etmemişti. 

Türk tarafı gerek 17 Mart 2002’de Rum tarafının kiraladıkları Northern Access adlı Norveç bandıralı araştırma geminin Doğu Akdeniz’de doğal gaz araştırma girişimine, gerekse Şubat 2018’de de Türk tarafına ait deniz yetki alanı içerisinde İtalyan ENİ şirketine ait SAIPEN 12000 platformunun sondaj yapmasına Türk Donanması ile müsaade etmemiştir.  

Türk tarafına ait deniz yetki alanlarına yönelik tüm girişimlere görüldüğü üzere Türk Donanması müsaade etmemektedir. Sadece son 3 yılda Türk Donanması’nın 20 gemi ve bir sondaj gemisini engellediğini biliyor muydunuz? Türk tarafı deniz yetki alanlarına karşı girişimleri Türk Donanması vasıtası ile Gambot Diplomasi uygulamıştır!

Gambot Diplomasisi (Gunboat Diplomacy); Diplomatik bir terimdir. Savaş gemileriyle yapılan devletlerarası kuvvet gösterisidir. Uluslararası uzlaşmazlıklarda savaş sinyali vermek amacıyla; bir devletin deniz gücünün, bölgesel ya da yetkisel alanda diğer devleti uyarmak için kullanılması demektir.

Türk tarafı,  en başından buyana zaman zaman kesintilere uğrayarak devam eden Kıbrıs müzakere süreçlerini göz önünde bulundurarak daha sağduyulu hareket etmeye çalışmıştır. Türk tarafı bu çerçevede pek çok kez uluslararası kamuoyunun da bilgisi dâhilinde Yunanistan, Rum yönetimi ve konunun tüm muhataplarına defalarca gelin söz konusu rezervleri hep birlikte ortak bir komite kurup, hep birlikte arayalım, ortak şekilde değerlendirelim diye defalarca çağırı ve tekliflerde bulunmuştur. Türk tarafınca yapılan söz konusu teklifler bilindiği üzere her defasında Rum tarafınca reddedilmiştir.  

Türk tarafı Rum tarafının bu katı ve uzlaşmaz tavırlarını sürdürmesi karşısında bu kez de Sismik Diplomasisi uygulamaya başlamıştı. Bu bağlamda Barbaros ve Oruç Reis Gemileri ile 2012-2013 döneminden başlayarak Doğu Akdeniz’de Türk tarafına ait deniz yetki alanlarında sismik araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. 

Türk tarafının 2002’den itibaren uygulamaya başladığı gambot diplomasisi ve sismik diplomasisini göz ardı edip yok sayan Yunanistan, Rum yönetimi ve yandaşlarına karşı 2018’den itibaren de Fatih ve Yavuz isimli gemiler ile Sondaj Diplomasisi uygulanmaya başlamıştı.

3 Mart 2019 günü Türk tarafı Fatih gemisi ile Baf’ın 45 mil açığına sondaj yaparak Türk Kıta Sahası içerisinde resmen Bayrak dikmiştir.  

Türk tarafı Şubat ve Mart 2019’da ise 113 gemisiyle Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de tarihinin en büyük tatbikatı olan Mavi Vatan Tatbikatını gerçekleştirmek suretiyle hak ve hukukunu koruma konusundaki kararlılığını tüm dünyaya net bir şekilde duyurmuştur.

27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Libya arasında askeri ve bunun yanında Deniz Yetki Sınırlandırma Anlaşması imzalanmış. Anlaşmalar her iki ülke meclislerince ivedilikle onaylanmalarının ardından yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma sayesinde Türkiye Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Dr. Cihat Yaycı’nın uzun yıllardır ortaya koymuş olduğu tezi gerçeğe dönüşerek Libya ile Türkiye artık denizden komşu olmuşlardır.  

Türkiye-Libya Anlaşması ile öncelikle siyasi üstünlük Türk tarafına geçmiş oldu. Türk Deniz yetki alanlarımızın batı sınırı uluslararası hukuka zemininde tüm dünyaya duyurulmuş oldu.  AB destekli sözde Seville Haritası ile Türkiye’yi 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapsetme hayalleri ile kurgulanan tüm hayalleri kirli tezgâhlar, oyunlar ve hesaplar çökertilmiş oldu! Eğer Seville Haritası uygulanmaya kalkılsa idi Türkiye’nin 186 bin kilometrekarelik deniz yetki alanı 41 bin kilometrekare ile sınırlandıracaktı!

Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında deniz yetki sınırlandırma anlaşma ihtimali ortadan kaldırılmış oldu! Hak ve hukukumuzun alt yapısının sağlam olduğu tüm taraflara gösterilmiş oldu. Uluslararası kamuoyuna hukuk ve diplomasi zemininde vermiş olduğumuz haklı mücadele gösterilmiş oldu. 

Hatırlanacağı üzere Türkiye ile KKTC 2011’de New York’ta Deniz Yetki Sınırlandırma Anlaşması imzalamış ve KKTC bu anlaşmayla konuyla ilgili tüm hükümranlık yetkilerini Türkiye Petrolleri üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne resmi olarak devretmişti. İlgili anlaşmalar her iki ülke meclislerince onaylanmalarının ardından yürürlüğe girmişti. 

Türk tarafının bu bağlamda gerek 2011’de New York’ta Deniz Yetki Sınırlandırma Anlaşması imzalamış olması gerekse 27 Kasım 2019 tarihinde Libya ile Deniz Yetki Sınırlandırma Anlaşması imzalanmış olması da Hukuk Diplomasisi uyguladığımızı göstermektedir. 

Sonuç itibarı ile, Doğu Akdeniz'de esas mesele enerji kaynaklarından daha çok egemenlik meselesidir. Toprak bir ülke için ne anlam ifade ediyor ise Hava Sahası(Gök Vatan) ve Mavi Vatan'da aynı anlamı ifade etmektedir. Türkiye ve KKTC'ye ait olan bir yerin altında enerji kaynağı bulunup bulunmaması başka bir konudur.

Rum Yönetimi, deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzaladığı İsrail’e ait 4 bin 600 kilometrekare, Lübnan’a ait 3 bin 957 kilometrekare, Mısır’a ait ise 21 bin 500 kilometrekare büyüklüğünde bir deniz yetki alanını kendi lehine gasp ettiği görülmektedir.

Mısır, deniz yetki alanı yetkisi hukuken tartışmalı olan Rum yönetimi yerine Türkiye ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapmış olsa, 11 bin 500 kilometre kare şimdikinden daha fazla deniz alanına sahip olabilirdi.  

Yine İsrail, Rum yönetimi yerine Türkiye ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapmış olsa, Rum yönetiminin ilan etmiş olduğu hukuki durumu tartışmalı olan deniz alanlarından 12. parselin tamamı 8, 9 ve 11. parsellerin büyük kısmı ile 1, 7 ve 10. parsellerin bir kısmı İsrail’in olabilecekti.

Libya’da yaşanan iç savaş ortamından faydalanmak isteyen Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de Libya'ya ait 39 BİN Kilometrekare ve Mısır'a ait ise 15 BİN Kilometrekare olmak üzere toplamda 54 BİN Kilometrekare bir deniz alanını oldubittiye getirmek suretiyle gasp etmeye çalıştığını biliyor muydunuz?

Yine bu bağlamda Rum yönetiminin de Doğu Akdeniz'de Mısır'a ait 21.500 Kilometrekare, İsrail'e ait 4600 Kilometrekare ve Lübnan'a ait ise 3957 Kilometrekare denizalanı olmak üzere toplamda 30.057 Kilometrekare bir deniz alanını gasp ettiğini biliyor muydunuz? 

Tüm bu aydınlatıcı bilgileri ve konuyla ilgili haritaları Türkiye Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Dr. Cihat Yaycı’nın uzun uğraşlar sonucunda hazırlamış olduğu ayrıntılı çalışmalara borçluyuz. Bu anlamda Tümamiral Dr. Cihat Yaycı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır. 

Son 10 sene içerisinde bölgemizde yaşadıklarımızı şöyle kısaca hatırlayalım. Türkiye'de gerçekleştirilmek istenen 15 Temmuz fetö darbe girişimi ve terör sadırıları, Fırat’ın doğusunda terör koridoru kurularak terör devleti ilan edilme girişimlerini, deniz kuvvetlerine yönelik olarak yakın geçmişte kurulmuş olan kumpasların neden yapıldığı sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. 

Mısır'da Sisi darbesi, Suriye ve Libya'da yaşanan iç savaş vb. terör girişimlerinin (Deaş, YPG-PYD ) hiç biri doğal ve kendiliğinden yaşanmamıştır. 

Libya ile Türkiye arasında 10 sene öncesinden Deniz Yetki Anlaşması konusunun gündeme geldiğini konu üzerinde daha o zamandan mutabık kalındığını biliyor muydunuz? Yaşanan hiçbir olay tesadüfî değildir. Mesele son derece açık ve nettir. Oyun bozulmuş maskeler düşürülmüştür!

Tek kutuplu Atlantik dünya sistemi temsilcilerinin amaçları özellikle Rum yönetimi üzerinden Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki çıkar ve menfaatlerini oldubittiler ve gasp yöntemleri ile genişletmek idi. Libya'da darbeci Hafter güçlerinin arkasında da yine bu kirli ittifak yer aldıkları görülmektedir.

Yunanistan, Türkiye ile Libya anlaşması imzalanmasının hemen ardından Libya’nın Atina Büyükelçisi’ni derhal sınır dışı etmişti. Yunanistan Dışişleri bakanı utanmadan sıkılmadan ardından önce Hafter güçleri ile görüşmeye gidip sonrasında ise Güney Kıbrıs’a geçti. 

Bu hafta da Hafter güçlerinin temsilcileri Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştirdi. Görüleceği üzere herkes artık maskelerini bir kenara bırakarak açık bir şekilde oynamaya başlamıştır. 

Uluslararası hukuku içlerine sindiremeyenler teröristlerden, terör gruplarından medet ummaktadırlar! Bu yaşananlar Yunanistan, Rum yönetimi ve yandaşları adına utanç verici gelişmelerdir!