Tarih-i Cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osmanlı Devlet tesis eden ve bunların hepsini hâdisat ile tecrübe eyleyen Türk Milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felâketlerin karşısında meftur olduğu kabiliyet ve kudretle ahzi mevki etti.” (şiddetli alkışlar)

-Mustafa Kemal Paşa-


3 Aralık 2012 Pazartesi” tarihli (HABER TÜRK) Gazetesinde Tarihçi Murat Bardakçı’nın gayet enteresan bir makelesini okudum. Sayın Bardakçı, (MADAM CEHALET) başlıklı makalesinde bir Prof. Hanım hakkında gayet değerli bir eleştiri yazısı döşemiş. Bizlere ise ancak ellerine sağlık denmesinin kalmasıyla birlikte, mezkûr makalenin mevzuunu teşkil eden Hanımın neler yumurtlamış oldukları hakkında cüz’i de olsa birkaç satırın da bizlerin yazması, en azından, ecdadımızın kemiklerindeki sızıyı azaltabilmek açısından bir mecburiyet doğurmuştur!...

Her ne ise esas konuya geçelim. Sayın Bardakçı: (Hanımefendi Profesör olmuş! Maşallah her konuda mâlûmat sahibi, hatta bilmekten de öte âlim mi âlim...

Tarih biliyor, hukuk biliyor, sanat biliyor, biliyor da biliyor.. Hele ilâhiyat mevzularında üstüne yok... Aslında âlimden değil âlim-i küll, hattâ kutup mübarek!

Hanımefendi geçen gün bir televizyon programına çıktı ve tarihçiler ile hukukçuların asırlardan bu yana fark edemedikleri bir konuyu keşfedip cihana ilan buyurdu: “Hani bizim “Hükümdar”, “Padişah”, “Han” vesaire dediğimiz geçmişte yaşamış olan o adamlar var ya, meğerse hepsi “veled-i zina” imiş, yanî af buyurun “p..ç”!

Söze “Bunlar” yanî Padişah diye başladı ve kehanetlerini ardarda sıraladı: Bunlar nikâh kıymıyor. İslâmiyete göre senin ecdadın veled-i zina... Dini nikâh kıymıyorlar cariyeye. O çocukların hepsi dini nikâhsız doğuyor. O zaman bir karar verin hangisi?...

Programa katılan bir başka Profesör: Bu çok ağır oldu diye itiraz etmesi üzerine, hiç ağır değil dedi. vs...

Benim anlayamadığım şu, nasıl olmuşsa olmuş, profesörlük ünvanı kapabilmiş bu kişinin gayet rahat şekilde ecdadımıza sövmesine nasıl müsaade edilmiş ve oturuma iştirak edenler, anında programı terk etmemişler?!...

Makalemizin başlığı altına aldığımız ve “Söylev ve Demeçler”in birinci cildinin 296’ncı sahifesinden aktardığımız demeçte Gazi Hazretleri’nin ecdadımızın Osmanlı hakkında ne düşündükleri, açık ve seçik şekilde görülmektedir.

Sayın Bardakçı bu kadına “Madam Cehalet” lakabını takmış olduğuna göre, mezkûr kadının “Türk asıllı” olmaması gerek!... Peki bu kadın Türk olmadığına göre, acaba hangi kavimin mensubudur diye düşünmeden edilemiyor!...

Osmanlı Hükümdarlarına “veled-i zina” yanî “p..ç” yaftasını yapıştırmaya cüret edebilecek kadar seviyesizleşebilen bu kişiye sormak lazım: Acaba kendisi hangi kavimin mensubudur ve de Türk Milleti mensubu gibi konuşabilme hakkını nereden almış?...

Kendilerini Türk adına layık bulmayıp, kendisini Hz.Allah’a havale ediyor ve diyorum ki, Hz. Allah bu zavallıyı ıslah etsin!

Ancak, böyle anormal durumlarla karşılaşınca, gayrı ihtiyari insanın aklına şöyle bir sual takılıyor: Acaba bunların yetiştirdikleri talebeler muazzam tarihimiz hakkında ne derece doğru bilgiye sahip olabilmektedir?.. İşte bu sual, her Türk münevverinin zihnini yormakta ve haklı olarak sadece üzmemekte, aynı zamanda istikbale güvenle bakmasını önlemektedir!...

Değerli Tarihçilerimizden Prof.Dr. İlber Ortaylı “Muhteşem Yüzyıl” dizisi hakkında kendisine: “Bu dizinin tarihle ne ilgisi var?” sualini sormalarına karşılık şöyle buyurmuşlar: “... Bizim Topkapı Sarayı da hoş bir mekân. Topkapı dekoru Osmanlı’dan bir hava getiriyor. Ama bu dizinin gerçekle ilgisi yok. Filozofun dediği gibi: “Bilgisiz insanların fantezisi eyleme geçmiş bir cehalettir.” Bakınız: “Milliyet-Pazar” Tarih: “2 Aralık 2012 Pazar”

Ne rezalettir bu?!... Birileri sözde tarihi bir dizi meydana getirmiş ve de “MUHTEŞEM YÜZYIL” adıyla TV’deki yerini almış... Ne var ki, mezkûr dizide “gerçek ile hayal” birbirine karışınca; diziden hoşlananlar ve hoşlanmayanlar karşı karşıya gelmiş ve nihayet her iki zıt görüş, yek diğerini tamamen ezebilme mücadelesine girişmiş ve böylece günümüzdeki karmaşık ortam hemen, hemen tüm ekranların “açık oturumlarında” TV seyircilerinin ilgi odağı konumuna gelmiş.

Meselenin buraya kadar olanı, gayet normal bir seyir takip etmiştir. Ancak, bazı açılardan bir nevi siyasî polemiklere girişilince ve bu girişim esnasında konuya ağırlık veren ekranların adeta söz birliği etmişçesine, hareket ederek, diziyi “muhteşem bir Osmanlı karalamasına çevirince” böylece yukarıda dikkatlere çektiğim kişiler gibi cüretkârlar da çıkmış ve aziz Padişahlarımızın birer “p..ç oldukları” iddiasıyla hodri meydana diyebilmiş?!..

Mezkûr diziyi koruyabilme çabası içinde: Evlât katili, kardeş katili olanları da var ithamlarıyla Padişahları lekelemeye çalışmalar dahil, daha bir çok boyaya girebilen sözde adil spikerler ise, meseleyi daha da çıkmaza sürüklemekten gayrı hemen hiçbir şey yapmış değillerdir.

Bana göre, ismi, cismi meydanda bir insanın yaşantısını kendi isteğimizin doğrultusunda şekillendirmeye kalkışmamız ve bu yanlışımızı da “bilim-kurgu” anlayışına göre değerlendirmeye teşebbüs etmemiz, tek kelime ile “tarihi tahrif” etmekten öteye geçmez, geçemez!

13 büyük sefere damgasını basmış bir Padişahımızı, uçkur delisi bir harem budalası şeklinde göstermeye çalışmak gibi dehşetengiz bir yanlışın hiçbir surette müdafaası yapılamaz!

Dahası, tarih bilgisinden yoksun oldukları her hallerinden belli olan bazı spikerlerin ise böylesi konularda adeta ahkâm kesmeye kalkışmaları, akıl alır iş değildir diyebiliriz?!..

Mevzubahis dizide bazı yanlışları ayıklayıp, tarihe daha uygun bir şekle sokularak yayınına devam edilebileceği imkânı varken, tam tersi lüzumsuz inatlaşmalarla aynı konunun devam ettirilmesi tercih edildi!...

Bu duruma göre, mezkûr dizide asıl maksadın Osmanlı’yı kötülemek gibi bir menfi ortam olduğu inancına kapılmamak elde değildir!... Gerçi bu sadece bir şüphe uyandırmaktan ileri gidemez. Ama, yine de mide bulandıran bir durum söz konusudur!...

Osmanlı Devleti’nin sadece bir uçkur düşkünü Padişahlar ve veled-i zina bir zürriyetin varlığından bahsedebilen, akıl fukaralarına ne âlâ cevabı, eşsiz Önderimiz Gazi Hazretleri vermişlerdir. Buyurun okuyun, okuyun da ibret alın!...

Bakınız: “ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ” Cilt: II. Sahife: 8.

(Düşününüz Efendiler!

Milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka Garp âlemine, düşman içine girdi ve orada azim müşkülât içinde bir İmparatorluk vücuda getirdi.

Ve bunu, bu İmparatorluğu altı yüz seneden beri kemali şevket ve azametle idame eyledi. Buna muvaffak olan bir millet elbette âlihasaisi siyasiye ve idariyeye maliktir.

Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvveti ile vücuda gelemezdi.

Cihanın malûmudur ki, Devlet-i Osmaniye pek vasi olan ülkesinde bir hududundan diğer hududuna ordusunu sürati fevkalâde ile ve tamamen mücehhez olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce hüsnü iaşe ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız Ordu Teşkilâtı’nın değil, bütün şuabatı idariye’nin fevkalâde mükemmeliyetine ve kendilerinin kabiliyeti olduğuna delalet eder.)

Şu husus kesinlikle bilinmelidir ki; Dünlerde Osmanlı Devletini yıkıp yok etmek isteyenler, günümüzde de son Türklük Kalesi olan günümüzdeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de aynı metotlarla yıkabilmek için hemen her çeşit entrikaya başvurmaktan geri kalmamaktadırlar!...

Nitekim, eşsiz Önderimiz mezkûr eserde bu konuya temasla şöyle buyurmaktadır: (Biliyorsunuz ki, Garp âlemi, Osmanlı Devletini yıkmak için ortaya “Şark Meselesi” namı ile bir mesele çıkarmıştı. Garp öyle sanıyordu ki, Osmanlı Devletini yıkmakla onu vücuda getiren unsuru asliyi de yıkacaktı. Gerçi muvaffak oldu. Fakat ikincisinde olamadı ve olamayacaktır!)

Ancak, günümüz Türkiyesi, Gazi Hazretleri’nin dikkatlere çektiği noktadan feyz almışa hiç benzememektedir!... Zira iç siyasette kıyasıyla mücadeleler, “İktidar ve Muhalefet arasındaki bir türlü sonu gelmez çekişmeler ki, son derece kırıcı bir hüviyet arz etmektedir. Ülkemiz düşmanlarının bu durumdan istifade etmeye kalkışmayacaklarını sanmak gerçekten hayalden de öte bir şey olur!..

Nitekim, Gazi Hazretleri siyasi partiler hakkında da ikazlarda bulunmuş ve açıkça milletine şikayet etmişlerdi. Buyurun hep birlikte okuyalım:

(Bu milletin siyasî fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memaliki sairede fırkalar behemehal iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir.)

Mevzubahis eser, yanî Yüce Önderimizin söylev ve demeçlerini bir araya toplayan üç ciltlik doküman, doğrudan bir hazine olarak değerlendirilmesi icap eden paha biçilmez bir müracaat kaynağıdır.

Bütün bunlar dikkate alındığı zaman, Gazi Hazretleri niçin dolaylı şekilde milletimizin gözünden düşürülmeye çalışıldığı daha açık anlaşılmaktadır!.

Bir millet ki, kendi öz benliğinin dışına itilir ve manevi değerleri bir kenara itilerek, ona sadece parayı sevmesi öğretilmeye çalışılır. Öyle bir ülkede “birlik ve beraberlik” ilkesi sadece hayal olmaktan ileri gidemez. Günümüz Türkiye’si maalesef böyle bir manzara arz etmektedir...

Denecektir ki: “Bu millet dibe vurduğu zaman harikalar meydana getirir.”

Bu doğrudur. Ancak, tarihimizi gözden geçirdiğimizde, şöyle bir manzara ile yüz yüze gelmekteyiz; “O yıllarda yetişen her gencimizde “vatan borcu” doğaldı. Çünkü, büyükleri onlara; neyin ne olduğunu, neyin kıymetli ve neyin değersiz olduğunu öğretmekte; “eski kuşak, yeni kuşak” gibi saçma tabirlerin geçerli olmadığı yıllardı. Günümüzde ise hemen her şey tersine dönmüş, “millî harslar” yerini: “Karşılığı dolar olmayan fikir, fikir değildir!” gibi, ABD’nin propaganda sloganları, hemen, hemen bütün yeni nesillerimizin zihinlerini çelebilmiştir!...

TV’lerdeki yerli dizilerin hemen, hemen tümü de melankolik bir yaşantıyı esas alarak, TV seyircisini arabesk bir dünyanın içine de değil, adeta dibine itmektedir...

Hemen, hemen bütün dizilerin cankurtaran simidi: (Hastahâne, yoğun bakım, cenaze alayı, morg, mezarlık, hapishane, cinayet ve bunların yanı sıra; seviyesiz erkekler, kurnaz kadınlar dünyasının bir yerde cazip gösterircesine işlenip, seyirciye sunulması.)

TV-Haberlerine gelince. Evlere şenlik, her ne kadar iç karartıcı haber varsa, seyirciye sunulmakta ve sanki insanımızın karanlık bir ruh yapısı içinde bocalayıp, durması bazı kimseleri mutlu kılmaktadır!...

Bu konu, noktalanmış değildir ve inşallah daha sonraki makalelerimde muhtelif yönleriyle işlenecek ve siz değerli okuycularımıza sunulurken, iktidarıyla, muhalefetiyle değerli Parlamenterlerimizin de naçiz uyarılarımıza yabancı kalmayacaklarını ümit etmekteyiz efendim!

Saygıdeğer okuyucularım!

Kitap çalışmalarım dolayısıyla, bundan böyle makalelerimi 15 günde bir sizlere ulaştırabileceğimi üzülerek bildirirken, cümlenize mutlu bir hafta geçirmenizi can-ı gönülden diliyorum efendim.