“Türkler hakkında sandığımızdan çok şey biliyoruz, ama bu bilgileri birbirine bağlayan öğelerden yoksunuz.” Bu cümleler “Türkler’in Tarihi” yazarı Jean-Paul Roux‘a aittir.  Roux 1984 yılında yazdığı bu eserde Türkler ve tarihleri hakkında kulaktan dolma bilgilere sahip olduklarını; hatta sosyal hayatta, onların kullandığı eşyaları, yaptıkları yiyecekleri orijinal adıyla kullandıklarını, yine eğlence alanında, sanat alanında birçok şeylerini bildikleri hayranlıkla kullandıkları halde onların büyüklüğünü peşin hükümlü olarak bilmezde geldiklerini söyler. En önemlisi ise Türkler’in Asya, Afrika ve Avrupa’da birçok devlet ve imparatorluk kurmalarına rağmen anlamaktan geç kaldıklarının pişmanlığını şöyle özetle:

“Okulda öğrendiklerimizden aklımızda kalanlar şunlardır; Haçlı Seferleri’ne Kutsal Toprakları onların ellerinden kurtarmak için girişildiğidir. Türkler’in 1453'te Konstantinopolis'i ele geçirdikleri ve bu olayın ortaçağın sonu sayıldığıdır. Kanuni Sultan Süleyman'ı Charles Quint (Şarlken)'in hegemonyasına karşı I. François'ya yardım ettiğidir. Tüm XIX. yüzyılın, "hasta adam" adı takılan Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması sonucunda ortaya çıkan Doğu Sorunu’yla uğraşarak geçtiği ve XIX. yüzyıldaki "Jön Türk Devrimi’dir. Fransız şair Racine aracılığıyla Sultan Bayezit'i tanıyoruz. Molière ve Kibarlık Budalası adlı eseri vesilesiyle ve daha sonra tiyatro ve edebiyat yazarları Rotrou ve Scudéry gibi yazarlar aracılığıyla, XVIII Yüzyılda da gözde olmaya devam eden (Türkler’e özgü alışkanlıklar ve özellikler anlamına gelen) “Turquerie'leri”yani “Türk hayranlarını” biliyoruz. 

Fransız şair Théophile Gautier "gökyüzü ile yeryüzü arasında rastlantısallığın mükemmelliğiyle uzanan siluetiyle İstanbul’un düşünü” kurdurmuştur. Anatole France geçmişe takılıp kalmış, ölmeyi bile başaramayan, İslamiyet’in devamını ancak tüm Hıristiyanları öldürerek sağlayabileceğine inanmış bir "Kızıl Sultan" akıllarımıza işlemiştir. Pierre Loti bize Aziyade'nin ve Mutsuz Kadınlar'ın güzel yüzleriyle ince ve şiirsel bir dünyanın düşüne davet etmiştir. Ayrıca belleğimizde Hugo'dan kimi dizeler, Gezgin yazar La-martine ve Nerval'den cümleler, ressamlar Ingres ve Delacroix'mn bazı tabloları, büyük müzisyen Mozart'tansa bazı ezgiler (Saraydan Kız Kaçırma) kalmıştır...

Türkler’in yaşam biçimi ve Türkler’e ait eşyalar günlük yaşamımıza sandığımızdan fazla girmiştir. Ortaçağda Fransa'da yel değirmenlerine turquois denilirdi. Fransızca da “kiosque” adıyla bilinen halka açık müzik ya da gazete bayilerimiz, Türklerin köşk adım verdikleri küçük, gösterişli binalardan devşirmedir. Hollandalılar‘ın Avrupa'ya Boğaziçi'nden taşıdıkları lale, “tulipe” adını, bu çiçeğin taç yapraklarının bir “türbanı” andırmasından dolayı “tülbent” sözcüğünden almıştır. Yüzyıldan beri Avrupalılar evlerini, çoğunlukla Türkler’den, arada sırada İranlılar’dan (uzakta kalan Iran yerine daha çok Türkiye'den alışveriş yapıyorlardı) aldıkları Doğu halılarıyla süslemişlerdir; ressamlar Türkler’den o kadar çok etkilenmişlerdir ki, bugüne kadar ulaşan değerli birçok parçaya adlarını vermişlerdir. Bellini, Lotto, Holbein halıları (Holbeinler en ünlüleri ve en değerlileridir) ve XVI. yüzyıllarda ve yüzyılın bir bölümünde Türkiye'de üretilmiştir.

Sandığımızdan daha sık Türk yemekleri yemekteyiz; bunlar Kebap’tan ibaret değildir. Kahve, Osmanlılar’ın Viyana Kuşatması’ndan sonra Avrupalılar arasında yayılmıştır ki, o güne kadar çok bilinen bir içecek değildir Avrupa'da ve kahvaltılarımızın baş tacı “croissant'lar –ay çöreği” aslında Türkler’in bayraklarındaki hilalden esinlenerek ortaya çıkmışlardır. Ve yoğurt, Larousse tarafından çok uzun bir süre şaşırtıcı bir biçimindeki “Türk asıllı olan dağlı Bulgarlar’ın ulusal yemeği" olarak adlandırılırken, aslında yüzyıllardır bozkır göçebelerinin baş yiyeceği olmuş ve Fransızca “yaourt” sözcüğü de yoğunlaştırmak anlamına gelen eski Türkçe bir fiilden (yoğurtmak) türetilen yoğurt sözcüğünden gelmiştir.

Türkler’den alınan şeylerin bu görece bolluğu, bu kadar geniş olabileceğini hiç aklımıza getiremediğimiz bir ufkun önünü açmaktadır. Oysa her duyduğumuzda cinsel duygularımız harekete geçiren saray, odalık gibi sözcükler ya da tüylerimizi ürperten pala, çizgi romancı Herge'nin tiplemesi Kaptan Haddock'un ağzından düşürmediği “başıbozuk” hakareti kulaklarımızda çınlamaktadır. Yeniçerilerin bilinçaltımızda yaktıkları ateşlerin dumanı hâlâ tütmektedir: …Devlet ocak içindir.

Ama Ressam Ingres'nin kadınları hamamda dolgun kalçaları ve göğüsleriyle salınırlar; pazar yerlerinde kavuklu adamlar birbirlerini selamlarlar; kayıklar Asya'nı durgun sularında gezinirler. Bu güzel tablo giderek daha da zenginleşir ve nargilenin dumanında ve siste biraz silikleşir ve bu duman bizi büyük müzisyen Borodine'in müziği eşliğinde yavaş adımlarla ilerleyen kervanların kaldırdığı toza dumana götürür. Böylece oldukça az tanınan ve sınırlı bir dizi an, bizi, fantezilerimizle renklendirdiğiniz gerçeküstü hayallere taşır; çarpıcı, güzel, ilginç, korkunç ya da kaba saba bir dizi hayale...

Ama elbette gerçek başkadır. Türkler insanlık tarihinde Pasifik'ten Akdeniz'e, Pekin'den Viyana'ya, Cezayir'e oradan Truva'ya iki bin yıllık tarih dernektir; kaderleri dünyanın tüm eski halklarının kaderiyle harmanlanmıştır. Tarihimizdeki pek çok büyük olayda, biz bilemesek de onların payı ya da etkisi söz konusudur, ancak tarihin kimi dönemlerinde tamamen bizden uzak, görüş alanımızın dışında kalmışlardır. Türklerin insanlık serüvenindeki rolü temel nitelikte olmuştur. Bu nedenle de bu serüveni onlara büyük bir yer ayırmaksızın anlatmak hemen hemen olanaksızdır.

Mesela; Attila ve Hunlar. Kuzey Çin'de Tabgaçlar İmparatorluğu. Güney Rusya'da bir Musevi krallık.  Abbasiler’in başkenti Samerra kentinin kuruluşu. Uygur döneminde Orta Asya'da tüm büyük dinlerin bir arada barış içinde yaşaması. İran Selçukluları. Cengiz Han ve Moğol egemenliği, Altınordu Devleti’nin iki yüzyıl boyunca egemenliği altıda tuttuğu Rusya. Mısır Memlukleri. Timur Semerkand ve Herat'ta Timur Rönesans’ı. Osmanlı İmparatorluğu. XVI. yüzyılı en büyük gücü Babür Şah ve Hindistan İmparatorluğu’nun kuruluşu. Türkiye Türkleri kuşkusuz büyük Türk ağacı en sağlam dallarından birini oluşturmaktadır, bunun en güzel örneği Mustafa Kemal Atatürk ve yeni Türk İnkılabı’dır.  

1903'te Çin bilimci Edouard Chavannes, Doğu bilimci De Guignes'in XVIII. yüzyılda sahip olduğu parlak, fakat erken sezgilerine rağmen, "Türkler’in tarihiyle ilgili daha yazacak pek çok şey olduğunu" fark ettiğinde çok şaşırmıştır. Bugün de aynısı geçerlidir.”

Sözün özü, İlber Ortaylı Hocam ne güzel söylemiş: “Türkler olmasaydı bazı milletler olmazdı” Buna en başta Fransızlar dâhildir!