2002 Dünya Kupası’nda Türk Milli Takımından yüksek bir beklenti söz konusu değildi. Grubumuzda Brezilya’nın da bulunması moralleri alt üst ederken, ‘Hiç değilse Brezilya’yla oynayarak elendik deriz’  bahanesini hazırlayanlar bile olmuştu. Fakat Şenol Güneş yönetimindeki Türk Milli Takımı hesapları ters yüz eden sonuçlara imza attı. Brezilya önünde 1-0 öne geçmenin hazzını yaşadığımız maçta sahadan 2-1 yenik ayrılsa da ‘turnuvanın sürpriz takımı olacağımızı’ herkes kabul etmişti. Kosta Rika beraberliği ve 3-0’lık Çin galibiyeti bizi gruptan çıkarmış, 48 yıl sonra katıldığımız turnuvanın flaş takımı olma yolunda yürüyorduk.

Son 16’da ev sahibi Japonya’yı 1-0’la geçip çeyrek finale adını yazdıran millilerin rakibi bir önceki turda Fransa’yı Paris’e yollayan Senegal olmuş, ‘Altın gol kuralının uygulandığı’ maçın normal süresi golsüz tamamlandıktan sonra 94. dakikada İlhan Mansız’ın tarihi golüyle yarı finalist olmakla şereflenmiştik.

Heyhat ki bu zafere burun kıvıranlar vardı. Neymiş efendim; Türkiye hiç Avrupa takımıyla karşılaşmadan yarı finale çıkmış da, karşısında mesela Fransa olsaymış, yarıfinali rüyasında görürmüş!

-Ama biz, Fransa’yı eleyen Senegal’i yendik, deseniz de kâr etmiyordu. Onlara göre Fansa için Senegal yenilgisi bir yol kazası, 40 yılda olacak bir hadiseydi. ‘On maç oynasalar 9’unu Fransa alır’ diyenler bile vardı. 

Hâsılı kelam, Brezilya’ya yarıfinalde Ronaldo’nun tek golüyle boyun eğdik ve final umudumuz söndü. Turnuvanın diğer ev sahibi Güney Kore üçüncülük maçında rakibimiz olmuştu. 3-2 kazandığımız müsabaka ile tarihimizde ilk defa dünya üçüncüsü olurken, iki defa karşılaşıp ikisinde de ‘kazara’ yeniliğimiz Brezilya şampiyonluk kürsüsüne çıkıyordu.

Sadece Türk futbolunun değil, Dünya futbol tarihinin bu önemli başarısı bir kısım çevrelerce hep gölgede bırakıldı.  Onaylamadığımız tespit ve yorumların yapıldığı sportif bir ortamda, “Türk Milli takımın en büyük başarısı nedir?’ şeklindeki sorumuza verilen, “Avrupa üçüncülüğü” cevabı bunun belirgin bir örneğiydi. Dünya üçüncülüğü adeta belleklerden silinmişti.

**

Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ayrışmalarının yaşandığı İstanbul futbol çevreleri A Millileri lâyıkıyla sahiplenemeyince gözler Anadolu’ya çevrilmiş, Dünya’nın en modern statlarının birine sahip Konya ve Konyaspor maçlarında gösterdiği mükemmel performansla Konyalı futbolseverler umut olmuştu.

Sönmek üzere olan hayaller Konya’da Letonya, Hollanda, İzlanda maçlarıyla gerçeğe dönüştü ve Avrupa Şampiyonasının vizesi Mevlana diyarında alınırken Dünya futbol çevreleri Konya taraftarının oluşturduğu atmosferik etkiyi iyi tanıdı. Daha sonra oynanan Ukrayna ve İsveç maçları da Konya tarihine kaydedildi.

**

2002 Dünya Şampiyonasının efsanevi takımını yöneten Şenol Güneş, uzun yıllar uzak kaldığı milli takıma geri döndükten sonra bambaşka bir çehre kazandırdı. İlk iki maçta alınan galibiyetlerin ardından son Dünya Şampiyonu Fransa ile karşılaşacak olmamız, 2002’den bu yana ‘görülecek bir hesap gibi’ duruyordu adeta!

Federasyon ne iyi etti de bu tarihi maç için Konya’yı seçti. 42 bin seyirci kapasiteli stat adeta zafer takı şekilde süslendi. Bilet bulabilenler yüzyılın şanslıları, bulamayanlar bahtsızdı. Giriş kapısına yaklaşırken Mehmet Arif, “Sence maçı kim kazanır?” diye soruyor. “Biz 2-0 kazanırız” deyince, yüreğinde taşıdığı endişe dökülüyor dilinden;

“Ama Fransa çok güçlü, adamlar dünya şampiyonu.”

-Tamam işte, daha iyi olmak için en iyiyi yenmek gerekiyor. Bugün bizim için bir fırsat.

-Çok iyimsersin.

**

Takım için 12. adam olduğunun bilincinde binlerce futbolsever tek yürek olmuş durmadan tezahüratta bulunuyor. Sen ben yok, biz var.

Bakıyoruz, Mili takım da bambaşka bir kimliğe bürünmüş; İsviçre maçındaki ürkeklikten, korkaklıktan eser yok. Ne için oynadığını ve nasıl oynaması gerektiğini bilen; rakibi kim ve hangi sıfata, kariyere sahip olursa olsun, neticede kendisiyle aynı kategoride yatıştığını özümsemiş; bütün adımlarını gerilemek üzere değil, ilerlemek üzere atan; savunmanın saklanmak değil, hücum etmek olduğunu kavramış; topun her düştüğü yerde olma becerisine erişmiş; sağını, solunu, önünü ve arkasını her daim kontrol altında tutabilen; top benden gitsin diye değil, etkili noktalara etkili paslar yollayabilen; top rakibine geçtiğinde derhal top kazanma planı uygulayabilen bir takım olmak demek ki yıllar alan bir mesele değilmiş!

Mehmet Arif çizgiye doğru yürüyen kıvırcık oyuncuyu gösteriyor; “Bak bu Griezmann” diyerek. Bense Mbappe’ye sahayı dar eden Hasan Ali’yi gösteriyorum, “Bak bu da hem Hasan, hem Ali, iki kişi birden oynuyor” diyorum.

‘Bakmayın son şampiyon olduğuna, geleceğin şampiyonundan güçlü değiller, yeneriz biz bu Fransa’yı’ derken faul kazanıyoruz. Oyuncu dağılımına bakıp, “Hadi Cengiz arka direğe yolla, Merih sen de altı pasın önüne indir’ derken aynısını yapıyorlar, hep birlikte hopluyoruz. Türklerin yeni Kaan’ı enfes bir kafayla tamamlıyor bu nefis organizasyonu ve Fransa’nın, son şampiyonun kalesi yıkılıyor.

Ne ayakları titredi gençlerin, ne yüreklerine korku düştü. Ne telaşa kapıldılar, ne de bir lahza olsun dalgınlığa. Sahanın her bölgesini diri tuttu takımımız. Topun her oynandığı bölgede etkin olmayı başardık. Golü attıktan sonra geri yaslanmak şöyle dursun, ‘akıncı usulü’  heybetli akınlarla rakibi sarsmayı sürdürdük.  Takımda herkes verilen görevi en iyi şekilde yapmanın gayretini sahaya yansıtırken temaşa zevki sundu.

39. dakikaya girilirken İrfan Can’ın rakibinden adeta çaldığı topu usta bir hareketle Burak’a yollaması bir kez daha gol sezgilerimizi uyandırdı, fırladık. Ancak kaptanın vuruşu zayıf kaldı, şutu Lloris’in ellerinde eridi. Hayal kırıklığımız kısa sürdü, Dorukhan’ın ‘gollük ara pası’ tribünleri bir kez daha coşturdu. Cengiz’in sağ çaprazdan ağlara yolladığı meşin yuvarlak futbol tarihine ‘dünya şampiyonuna atılan ikinci Türk golü’ olarak tarihe kaydedildi.

**

Ne Varane ne Lucas Digne, ne Matuidi ne Moussa Sissoko, ne Pogba ne Kylian Mbappe, ne Griezmann ne de Olivier Giroud hiçbiri varlık gösteremedi ve 40’a yakın ülke televizyonunun canlı yayınladığı maçta Anadolu çocukları binlerce yıllık Türk destanına bir yenisini ekledi.

Fransa sevenler üzüldü mü bilemeyiz ama 2002 Dünya Şampiyonasında “Fransa’yla oynamadık” diyenlerin Fransa karşısındaki Türkiye’ye şapka çıkarmış olması gerekiyor. 

Bu arada, kimse Fransa Mili Marşı’nın ıslıklanması gibi bir bahaneye sığınıp Konyalı taraftarlara hakarete yeltenmesin. Islığın başladığı anda tribünlerde ‘yanlışa dur’ diyen hamleler yapıldı ve baskılandı. Az sayıdaki Fransız taraftar da maç boyunca tahrik ve tacize, hakarete uğramadan tezahüratlarını yaptı. Milli duyguların sahaya yansıtılması ve oyunun diri tutulmasında taraftar son derece başarılıydı ve bu konuda sadece Türkiye değil, Dünya’ya emsal teşkil edecek işler yaptı.

**

Stad çıkışında bir taraftar kulağımıza usulca fısıldayarak serzenişte bulundu;

“Konya dört dörtlük görev yaptı, taraftar olarak takım kadar iş çıkardık. Ne olurdu Şenol hoca da son beş dakika Ömer Ali’yi oyuna alsa da bizim gönlümüzü okşasaydı!”

Gülümseyip; “Sanırım o da pişman olup keşke 18’de olsaydı da son 10 dakikada Ömer’i sahaya alsaydım diye hayıflanmıştır” dedik.