Genel

Menderes’in Anıt Mezarında Şükran Töreni

Abone Ol

“Muhterem Türk halkı! Bundan tam 60 yıl önce 1952 yılında Türkiye'ye göç eden Kazak vatandaşlarımız zor ve çetin bir dönemde ülkenize kabul ederek, göstermiş olduğunuz sıcak misafirperverliğiniz, yardım ve desteğiniz için Kazakistan halkı ve yönetimi adından size şükran ve minnet dolu duygularımı ifade etmek istiyorum! Kardeşlerimiz Türkiye'ye gelerek ikinci vatanlarına kavuşmuş, Türk halkının ve dönemin merhum 3’cü Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes Beyefendilerinin sıcak ilgi ve alakaları sayesinde burada kendilerini adeta evinde gibi hissetmeleri sağlanmıştır. Günümüzde Kazak kardeşlerimiz Türkiye'nin vatandaşları olarak tüm sorumluluklarını da hakkıyla yerine getirmektedirler.” Kazakistan Ankara Büyükleçisi Canseyit Tüymebayev

Menderes'in Anıt Mezarında Şükran Töreni

Türkiye’de yaşayan Kazak Türkleri, 60 yıl önce alınan bir kararla kendilerine kucak açan Merhum Başbakan Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını, Anıt Mezar’da düzenledikleri bir şükran töreninde dualarla andılar.

Türkiye’de yaşayan Kazak Türkleri, 60 yıl önce alınan bir kararla kendilerine kucak açan Merhum Başbakan Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını, Anıt Mezar’da düzenledikleri bir şükran töreninde dualarla andılar. Anma toplantısında Kazakların İstanbul’daki sivil toplum kuruluşları olan Doğu Türkistan Göçmenleri Derneği, Kazak Türkleri Vakfı ve Hoca Ahmet Yesevi İlim ve İrfan Vakfı Başkanları Yakup Can, Doç. Dr. Abdulvahap Kılıç ve İsa Kalka, Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Tuba Apaydın Koylan ile birlikte katılan Demokrat Parti GİK Üyesi Mimar Süleyman Uluocak birer konuşma yaparak Adnan Menderes’e ve onun şahsında göç izninin TBMM’den çıkmasına destek veren arkadaşlarına duydukları şükran duygularını dile getirdiler. Kazakistan Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev’in mesajının okunmasının ve yapılan konuşmaların ardından Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın naaşlarının bulunduğu Anıtmezar'da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, Demokrat Parti Kurucusu ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve 18 Mart’ın 97. Yıl dönümü olması dolayısıyla, Çanakkale Şehitleri başta olmak üzere tüm Türk büyüklerinin aziz ruhlarına dualar okundu. Kazakistan İstanbul Başkonsolosu Arslan Dandıbayev’in okuduğu mesajında, Kazakistan Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev, bu anlamlı gün için şöyle diyordu: “Muhterem Türk halkı! Bundan tam 60 yıl önce 1952 yılında Türkiye'ye göç eden Kazak vatandaşlarımız zor ve çetin bir dönemde ülkenize kabul ederek, göstermiş olduğunuz sıcak misafirperverliğiniz, yardım ve desteğiniz için Kazakistan halkı ve yönetimi adından size şükran ve minnet dolu duygularımı ifade etmek istiyorum! Kardeşlerimiz Türkiye'ye gelerek ikinci vatanlarına kavuşmuş, Türk halkının ve dönemin merhum 3’cü Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes Beyefendilerinin sıcak ilgi ve alakaları sayesinde burada kendilerini adeta evinde gibi hissetmeleri sağlanmıştır. Günümüzde Kazak kardeşlerimiz Türkiye'nin vatandaşları olarak tüm sorumluluklarını da hakkıyla yerine getirmektedirler. Kazakistan halkı bu yardımlarınızı hiç bir zaman unutmayacaktır. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkemizin bağımsızlığını dünyada ilk olarak tanıması da her daim aklımızdadır. 2012 yılı bizler için büyük manaya sahiptir. Nitekim, bu yıl, Kazak kardeşlerimizin Türkiye'ye göç etmelerinin 60. yılı ve Kazakistan-Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 20. yılıdır. Bu vesile ile bu önemli yıldönümleri ile sizleri içtenlikle kutluyor, kardeş Türk halkına huzur, gelişme ve refah dilerim. Türkiye Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayer ile dönemin Başbakanı Adnan Menderes'i rahmetle ve minnetle anıyorum. Saygılarımla.”

Hindistan ve Keşmir'e sığınmak zorunda kalan Kazakların İnönü hükümetleri döneminde Türkiye'ye kabul edilmediklerini belirten Kazak kökenli Doç. Dr. Abdulvahap Kara, Kazakların Türkiye göçlerini ana hatlarıyla anlatarak, 13 Mart 1952’deki kabul kararından sonra Pakistan, Hindistan ve Keşmir’deki 1850 Kazak'ın gruplar halinde Türkiye’ye gelmeye başladıklarını anlattı ve şöyle dedi: “İlk grup Hüseyin Teyci önderliğindeki Keşmir’deki Kazaklar oldu. Onun grubu Ekim 1952’de Türkiye’ye geldi. Daha sonra Osman Taştan, Alibek Hakim, Sultanşerif Teyci, Nurgocay Bahadır, Halife Altay liderliğindeki Kazaklar da geldiler. Bu göç 1954 yılının güzünde tamamlandı. Kazaklar kardeş Pakistan halkından memnundular. Ancak Kazak liderler nesillerinin milli benliklerini kaybetmelerinden endişe ediyorlardı. Dili, dini, kültürü ve tarihi bir Türkiye’ye vardıklarında ancak kendilerini muhafaza edebileceklerdi. Bu büyük ülküleri 1952’de gerçekleşmişti. Ayrıca Türkiye 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını ilan eden Kazakistan’ı ilk tanıyan ülke olarak da tarihe geçti. O zamandan bu yana geçen 20 yıl zarfında iki ülke arasındaki dostluk ilişkiler her geçen gün pekişmektedir.” Anıtmezardaki etkinliğe Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Tuba Apaydın Koylan ile birlikte katılan Demokrat Parti GİK Üyesi Mimar Süleyman Uluocak “Türkiye tüm Türk halklarının vatanıdır. 1952’de gelen Kazaklar bizim kardeşlerimizdir. Onlar anavatanlarına gelmişlerdir. Burada misafir değil, ev sahibidirler. Bu büyük coğrafyada hep birlikte yaşıyoruz. Geldiniz ülkemize katkı sağladınız, renk kattınız. İyi ki varsınız” dedi. 1952’de Türkiye’ye geldiğinde 9 yaşında bir çocuk olan ve göç liderlerinden Hüseyin Teyci’nin oğlu Mansur Teyci ise “20 Ekim 1952’de Türkiye’ye geldik. Kısa bir süre sonra Başbakan Adnan Menderes bizi ziyaret geldi, hal ve hatırımızı sordu. Onun elinden defter ve kalem alma bahtiyarlığına da nail oldum. Bundan 60 yıl önce Türkiye’ye gelmemize önderlik eden büyüklerimiz artık hayatta değiller. Ama onların çocukları olarak biz Türk milletine şükranlarımızı sunmak için burada toplandık” dedi. Gazetemizde geniş olarak duyurduğumuz Türkiye Kazaklarının 60. Yıl etkinliklerinin Kazakistan’da büyük yankı yaptığı öğrenildi. Bir grup aydının, dayanılmaz baskılar sonucunda ülkelerini terk etmek zorunda kalan Kazakları en zor günlerinde Türkiye’ye kabul ederek milli kimliklerinin kaybolmasının önüne geçen Merhum Başbakan Adnan Menderes ve Merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın isimlerinin Kazakistan’da Almatı ya da Astana’da bir caddeye verilmesi konusunda girişimler başlatmışlar. Böylece, hem Kazak halkının Merhum Menderes ve Bayar’a duydukları şükran duyguları somut ifadesini bulacak hem de Anayurt Kazakları ile Atayurt Kazakları arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı sağlanmış olacak.

KAZAK TÜRKLERİ MENDERES’İ VE ARKADAŞLARINI NİÇİN UNUTMUYORLAR? Hem Anadolu’da hem de Atayurt’ta yaşayan Kazakların Merhum Başbakan Adnan Menderes’e ve arkadaşlarına duydukları şükran duygusunun yıllar geçtikçe artmasının kökeninde hiçbirimizin hiçbir zaman unutmaması gereken ibret verici bir hikaye vardır. Vatanlarını kaybetmemek, milli kimliklerini unutmamak, kültürlerini koruyabilmek, nesillerini devam ettirebilmek için Kazakların katlanmak zorunda kaldıkları acıları ana hatlarıyla bilirsek, kardeşlik dayanışmasının önemini ve Kazak kardeşlerimizin Türkiye Başbakanı Merhum Adnan Menderes’e duydukları şükran duygusunun nedenini daha iyi anlamış oluruz. Bunun için, Rus işgali sonrasında Kazakistan’da yaşananları kısaca bir hatırlayalım.. 1917 Ekim Devrimi öncesinde, Çarlık yönetimine baş kaldıranların Rusların, Asya içlerindeki Türk soylu topluluklara, 'halkların kendi kaderlerini kendilerinin yöneteceklerine' ilişkin verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı. Özellikle Stalin döneminde, uğradıkları insanlık dışı uygulamalar sonunda Kazak Türklerinin nüfusu yarı yarıya azalmıştı. Kazak aksakalları, bu acımasız kıyım karşısında, tarih sahnesinde tamamen silinip gitmemek için tek çarenin ata topraklarını terkedip göç etmek olduğuna karar verdiler. 20 bin kadar Kazak bu karar üzerine, nesillerini sürdürebilmek ve tarih sahnesinde kalabilmek için Çin ve Hindistan'a sığınmak zorunda kaldılar. Çin'e sığınan Kazakları ölüm melekleri bekliyordu; tarihi geçmiş edeniyle Çin'in Kazaklar için ikinci bir vatan olması mümkün değildi. Ölüm ve işkenceden canlarını kurtarabilen Kazaklar, bu kez, daha güvenli bir liman olarak gördükleri Hindistan'a yöneldiler. Hürriyete kavuşabilmek, canlarını kurtarıp milli kimliklerini sürdürebilmek için aşmaları gereken engel, dünyanın en yüksek dağı olan Himalayaların geçit vermez karlı boranlı tepeleriydi. Bu uzun, meşakkatli ve zorlu bir göç yolunu göze alarak yola çıkan binlerce Kazaktan Hindistan'a ulaşabilenlerin sayısı yalnızca 1390’dı! Burada tek paragrafta anlatıverdiğimiz bu olay, bir milletin ölüm kalım mücadelesiydi; tarih sahnesinde kalabilme savaşıydı. Bu inanılması zor mücadele, bir milletin en olumsuz koşullarda bile varlığını sürdürebilme konusunda kadın- erkek, genç -ihtiyar herkesin ölümü göze alarak katlanmak zorunda kaldıkları sıkıntıları, acıları anlatan bir şahlanış destanıydı. Rusların, Kazakların topraklarını işgal etmelerinin ardından, sistemli bir şekilde asimilasyon çalışmaları başlatılmıştı. Kültürlerine, geleneklerine aşırı derecede bağlı olan Kazaklar, bütün direnmelerine rağmen, giderek varlıklarını ve kültürlerini yitirmeye başladılar. 1800’lerde, nüfusun Çin, Moğolistan, Özbekistan ve Rusya’ya zorunlu olarak göç ettirilmesinden dolayı Kazaklar, kendi ülkelerinde azınlık durumuna düşmüşler, Kazak yurdu çeşitli etnik grupların bir arada yaşadıkları bir ülkeye dönüşmüştü. Bu duruma karşı çıkan bütün Kazak aksakalları çeşitli bahanelerle ülkelerinden sürülmüşler ya da öldürülmüşlerdi. 1917 Devrimi, Çarlık Rusyası’na karşı bir başkaldırı olarak nitelendiğinden, başlangıçta yalnızca Rusya’da değil, Asya içlerinde Rusların egemenliği altında yaşayan topluluklarda da kabul görmüş ve desteklenmişti. Lenin, Asya’daki Türk kökenli kardeş toplulukların Çarlık döneminde çektikleri sıkıntıları yakından bildiği için, bu insanlara bağımsızlık sözü vererek kendisini desteklemelerini sağlamıştı. Lenin, Orta Asya halklarına, 24 Mayıs 1917’de “Rusya Halkları Beyannamesi”nde yaptığı konuşmasında, Asya içlerinde yaşayan ortak kültüre sahip topluluklara şöyle sesleniyordu: “Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kırgızları ve Sartları, Kafkas ötesinin Türk ve Tatarları, Çeçenler ve Kaf-kas Dağlıları, sizler!... Camileri ve ibadethaneleri yıktırılmış, inanışları, gelenekleri, çarlar ve Rusya’nın yıkıcıları tarafından boğulmuş olan sizler !.. İnanışlarınız ve gelenekleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız bundan sonra serbesttir ve dokunulmazlık içindedir. Millî hayatınızı serbestçe ve müdahalesiz şekilde organize ediniz. Bu sizin hakkınızdır. Biliniz ki, haklarınız, Rusya’nın tüm halklarının hakları gibi, ihtilalin bütün gücü ve onun organları olan milletvekilleri, işçiler, askerler ve köylülerin sovyetleri tarafından korunacaktır. O halde bu ihtilali destekleyiniz !” Fakat, bu sözlerin hiçbiri tutulmamış ve bağımsızlık yolunda adım atan Türk toplulukları Rus askerleri tarafından acımasızca katledilmişlerdi. Kazaklar için at, koyun, deve ve bunları otlatacakları meralar yaşamsal önemdeydi. Stalin döneminde Kazakların ellerindeki 1 360 000 hektar mera ve 1 250 000 hektar tarım arazisi alınmış ve dışarıdan getirilenlere dağıtılmıştı. Komünist yönetim, 1928 yılında Kazak, Kırgız ve Özbek gibi Türk topluluklarından ellerindeki hayvanları kolektif çiftliklere teslim etmeleri istenmiş, bu emir dinlenmeyince de 145 00 baş hayvan zorla alınmış, bu konar göçer insanlar açlığa mahkum edilmişlerdi. Kayıtlardan anlaşıldığına göre, 1929 yılında Kazakların ellerinde bulunan 7 milyon 442 bin büyükbaş hayvan sayısı, 1933 yılında 1 milyon 600 bine, yine aynı dönemde, 21 milyon 943 bin olan küçükbaş hayvan sayısı da 727 bine düşmüştü.

Uygulamaların hedefi belliydi; Kazakları komünizm uygulamaları ile yoksullaştırıp Ruslaştırmak ve asimile etmekti. Bu politika yıllar içinde başarılı olmuş ve 1930’lu yıllarda Kazak nüfusun yarısı çeşitli nedenlerle yok olmuş, 2 milyon 90 bin kişiye gerilemişti. Çeşitli baskılara dayanamayan Kazaklar 1930’lu yılların başlarında büyük gruplar halinde Çin’e kaçmaya başlamışlardı. 1931 yılında Çin yönetimi ülkesine sığınan Kazaklardan büyük miktarlarda vergi isteyince, Kazaklar Uygurlarla birleşerek isyan başlatmışlardı. Bu isyan Çin ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve hayatta kalanlar diğer ülkelere göç etmek durumunda kalmışlardı. Bu isyan sırasında Hasantu Köyüne yapılan baskında bütün köy halkı öldürülmüş, daha sonra Kazakların başına geçecek olan Elishan Batır, köyde olmadığı için, tesadüfen bu kıyımdan kurtulmuştu. Hayatta kalan Kazakların başına geçen Elishan Batur, kendileri için en emin yer olarak gördüğü Hindistan’a göç etmeye karar vermişti. Fakat, önlerinde aşmak zorunda oldukları Himalayalar gibi dünyanın en yüksek dağları, karlı boranlı aşılması imkansız bir engel vardı. Üstelik Himalaya’ya giden yollar Tibetlilerin kontrolündeydi ve Tibetliler son zamanlarda Kazakların mallarına ve canlarına zarar vermeye başlamışlardır. Tibetlilerle Kazaklar arasında yaşanan çatışmalarda, bir ara Elishan Batur Tibetlilere esir düşse de, sonradan kurtulmayı başarmıştı. Kazaklar için Himalayaları aşmak hiç de kolay olmamıştır. Himalayaların dili olsa da katliamdan, soykırımdan kurtulmak için bu dünyanın en zorlu parkurunu aşmak zorunda kalan çeşitli Türk soylu insanların katlandıkları inanılmaz zorlukları anlatabilse.. Aynı yoldan Hindistan’a geçmek zorunda kalan Doğu Türkistan’ın efsanevi lideri İsa Yusuf Alptekin’in yanındakilerin çoğu Himalayaların karlı boranlı yamaçlarında donarak can vermişleri. Ülkelerini terke etmek zorunda kalan Kazakların, Elishan Batur önderliğinde Hindistan’a ulaşmak için Himalayalar’ı aşarken çektikleri sıkıntılar filmlere, romanlara konu olacak acılar yumağıdır. Himayalar’da yükseklere tırmandıkça giderek azalan basınç nedeniyle, bünyeleri zayıf olan çocuk ve kadınların çoğu kan kusarak can vermişlerdi. Topraklar buzdan betona dönüştükleri için ölenler gömülemiş, buzdan kefenlere sarılarak, kurda kuşa yem olarak bırakılmak zorunda kalmışlardı. Bugün Türkiye’de yaşayan binlerce Kazak kardeşimiz, Hindistan üzerinden özgürlüğe kaçışın bu destansı hikayesini çocuklarına ezberletirken, kemikleri Himalayalar’da kalmış atalarına da gözyaşlarıyla Fatihalar gönderirler..

TÜRK-KAZAK KARDEŞLİĞİNİN TEMELİNDE ÖRNEK BİR DAYANIŞMA TABLOSU VARDIR Kazak kardeşlerimizin Türkiye’de yaşayan 75 milyon Kazak kardeşlerine duydukları sıcak sevginin temelinde, vatanlarını terk etmek zorunda kalan bu insanların, hürriyete kavuşmak için, Kazak soyunu devam ettirebilmek için Himalaya Dağlarını aşmak zorunda kalışlarının yürek yakan hikayesi vardır. Bu sımsıcak sevginin temelinde, tarih sahnesinde kalabilme mücadelesi veren Kazaklara, Anadolu’daki kardeşlerinin gözyaşlarıyla kucak açmalarına duyulan şükran duyguları vardır. Aralarında binlerce kilometre olan kardeş halkların “Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik” vecizesi çerçevesinde sergiledikleri kardeş dayanışması tablosu vardır. Tibet üzerinden Hindistan’a ulaşmaya çalışan Kazaklarla, içlerinde Müslüman Dunganların da bulunduğu Tibetliler arasında meydana gelen çatışmalarda 500 kadar Kazak ölmüş, bir o kadarı da esir düşmüştü. Himalayaları aşıp Hindistan’a ulaştıklarında, pek çok Kazak, kan kusarak, donarak can veren yakınlarını karlı boranlı dağlarda bırakmanın, onlara betonlaşmış toprakta bir mezar bile kazamamanın acısını yaşıyordu. 1941 yılında Hindistan İngiliz egemenliğindeydi. Hindistan’a sığınma iznini İngilizler verdi. Fakat, bu izinde, daha sonra Hindistan’dan ayrılarak Pakistan devletini kuracak olan Müslümanların büyük rolü olmuştu. 1943 yılında Pakistan hükümeti çevredeki Kazakların ülkelerine gelmeleri için elinden gelen kolaylığı göstermiştir.

1950 yılı, dünya Kazakları açısından çok önemli bir tarihtir. Pakistan’a sığınmış olan Kazaklar, bir röportaj için gelen Türk gazeteci Mehmet İrfan ile görüşüp, Türkiye’ye göç etmek istediklerini, bu arzularının Türk resmi makamlarına duyurulmasını rica ederler. Bunun üzerine Türkiye’nin Lahor elçisi Nebil Batu ile görüşen Mehmet İrfan Kazakları Türkiye elçisiyle görüştürür. Elçi Batu, Kazak temsilcilerine kaç kişi olduklarını sorar. Kazaklar da 1941 yılında 3039 kişi olduklarını fakat hastalıklar ve bakımsızlık nedeniyle sayılarının giderek azaldığını ve 1400 kişiye düştüğünü söylediklerinde elçi gözyaşlarını tutamaz. Halife Altay 2000 yılında yayınlanan anılarında, “Çinlilerden, Tibetlilerden, Hintlilerden hep diplomatik tavır görmeye alışık olduğumuz için şaşırmıştık; elçinin bu şekilde davranması bize ilginç gelmişti” demektedir. Elçi Batu, 1400 kişinin isimlerini derhal Türkiye’ye bildireceğini, fakat sığınma için Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı gerektiğini söylemişti. Bu liste 1952 yılına kadar Meclis’te beklemiş, fakat Kazaklarla haberleşmeler aralıksız sürdürülmüştür. 1952 yılında Lahor elçiliğine ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı tayin edilir. Yahya Kemal Kazaklar’ın Türkiye’ye yerleşmek istemelerine sıcak bakmaktadır, ancak vatan kaybetmiş bir aileden geldiği için, oldukça tedbirlidir. Kazak temsilciyle görüşürken bu konuda elinden geleni yapacağını, elçiliğe sık sık gidip gelmemelerini, Kazak liderin Çinliler tarafında öldürülebileceğini, gizli bir kurye aracılığı ile gelişmelerden kendilerini haberdar edeceğini söyler. Sonunda elçilik, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Adnan Menderes Hükümeti’nin Kazakların Türkiye’ye yerleşmelerine izin veren kararını özel bir kurye ile Kazaklara ulaştırır. Bu karar Kazak kardeşlerimiz için bir çeşit kurtuluş, tarihte varlıklarını sürdürmelerine izin kararıdır. Çünkü altı yıl içinde ikibin Kazak hastalıktan ölmüş, Hindistan’ın iklimi ve bulaşıcı hastalıklar nedeniyle bu sürede bir tek kadın bile hamile kalmamıştı. Özgürlüğe yolculuk biraz dolambaçlı olmuş, Kazak kardeşlerimiz Karaçi’den Basra’ya, oradan Bağdat’a, Bağdat’tan da İstanbul’a gelmişlerdi. İstanbul’a geldiklerinde 6 ay kadar misafirhanede tutulan Kazak kardeşlerimizin canı sıkılmıştı. Biran önce kendilerine tarım ve hayvancılık yapabilecekleri yerler gösterilmesini istiyorlardı. Yiyecek ve içeceklerini kendileri çalışıp üretmek istiyorlardı. Bu istek üzerine gerekli araştırmalar yapılmış, Kazak ülkesinin iklim koşullarına uygun yerler saptanmış ve büyük zorluklara katlanarak ulaştıkları kardeş ülke Türkiye’de Kazaklar Manisa’nın Salihli, Niğde’nin Ulukışla, Konya’nın İsmil ve Ereğli, Kayseri’nin Develi, Yahyalı ve Yeşilhisar, Aksaray’ın Sultanhan ilçelerine yerleştirilmişlerdir. Türk-Kazak kardeşliği, 1990’da da örnek bir davranış sergilemiş ve Kazakistan bağımsızlığını ilan etmesinden iki saat sonra Türkiye tarafından tanınmıştı. Haber: M.Kemal SALLI