Eline kalemi almış, uzun uzadıya kâğıdı karalıyordu kadın. Dostu bildiğine hayatını öykülemekti amacı üç beş satır olsa da. Sırtını gecenin boşluğuna dayadı önce, derin bir ah çekti ardı sıra, kulaklarında bir mezarın amansız uğultusu, kalbinde mutsuzluğun derin izleriyle karaladı gelmişini geçmişini.

Kendi kendine “ne acelen vardı yaşamak için” dedi usulca. Gençliğinin mayhoş hevesleri ve hezeyana düştüğü anlar bir bir takıldı mimiklerine. Acı bir gülümseme taht kurdu çehresine.

O anneydi ve de mezarı başında eşinin yarım bıraktığı sızılı yürek.

Ama yazmalıydı dostuna, henüz kırk birinde yalnızlığı sevmediğini, gölgesine masallar giydirdiğini, ah ile hemhal olan dilinden süzülen harfleri derdest etmeliydi.

Geçmişinden mi geleceğinden mi nefret etmeliydi? 

Tarifsiz yanılgılar ve duygularla onu dostu anlasın yeterdi. Yazdıkça kalabalıklaşıyordu kadın. Yazdıkça “kimi sevsem gitti” diyordu. Her sabah uyandığı yatağa takıldı gözü “sol yanım” dedi “nasıl da ölüme benziyorsun” ah.

Filler mezarlığını anımsadı. Öleceğini hisseden veya yaşını almış fillerin sürüden ayrılarak ölmeye yattıkları yerdi. Kendine bu hikâyeyi çok yakıştırmıştı. Ya da yakıştırılmıştı ona bu hikâye zoraki.

Dostum mektubun ellerimde, alfabem harf harf hürmetle mektubuna selamla eşlik etmekte.

Filler mezarlığı;

Yüreğim, deniz seviyesinde bir atmosfer basıncı altında, otuz dokuz buçuklarda yanıyorum... 

Gözlerim Amasra kömürü karası mı? 

Nedir bu karanlık yarınlar?
Öyle izdüşümü değil, yanılsama hiç değil, Hangi yokuşta tıknefes kaldım bilmiyorum.
Hikâyemi hissettiğimde kalbimin, tırmıklandığını hissetmişimdir hep. Filler mezarlığında
Öksüz kalmış erzakım...

Hangi şarkı seni anlatır demiştin ya dostum, ben de ’herkes kadar aldım acılardan"
demiştim. Üzerinden herkes almış da, bana biraz koyusu kalmış sanırım dostum.
Canım deniz seviyesinde bir atmosfer basıncı altında
Ateşim otuz dokuz buçuk yanıyorum kış günü kör ayazlarda.
 

Ayaklarım yaya, hayallerim atlı
Ye-ti-şe-mi-yo-rum kavaklara...



Sol yanımı bir yere götüremiyorum, çünkü hisleri yitik dokunuşları silik.
Varlığını hissetmediğim şeyi taşımamaya karar verdim yük olmasın diye gönül yerime.
Daha bir rahatım şimdi. Sol yanımsız, daha bir hafif.
Kuma yazılmış yazı gibi, buza kazınmış alın yazısı gibi
Gözyaşını gözyaşıma kat dostum! 

Birlikte süzülsünler yanağından aşağı
Ama gönlünden aşağı bırakma sakın aman ha !!


Amaçsız yaşamak değer değil, değer değil susturulmak...

Gül’ü kül’den bir harf ayırır
İnsanı insandan kim ayırır dostum
Çocuk elini yakar ya sobada
uzatmaz bile bile bir daha
Öğrenmiştir çünkü ateşin görünmezliğini
Acının hissedilirliğini, dokunmanın sancılar doğuracağını bilir artık.
Dokunmadan yandı hep sol tarafım...
 

Riya yok, takiye yok



Çıkmıyor, çıkamıyor ağzımdan olmadan sevgi sözcüğü.
İşte en çok o zamanlar bırakıyorum sol tarafımı müstakil.
Hani sana filler mezarlığından bahsetmiştim ya
Sanırım yola çıktım, Âmâ bakarken dünya ıssızlığıma, yalnız değilim sağır kalabalıklarla.
Ben, benimle gidiyorum baş başa!
Duyduğuma göre iki fillik yer kalmış salkım söğüt altında
Ben de gideyim dedim kendimle birlikte
Ben yalnız
Diğer ben sol tarafsız
Konuşmadan kaygısız
Yer belli
Neden belli!

Ölümü bekle diyorlar dostum.
Neye ihtiyaç duyar ki ölümü bekleyen?
Elbiseye mi?
Aynaya mı?
Güzelliğe mi?
Güneşe mi?
İnsan gibi yaşayabilmeye mi?
Boğazda balık yemeğe mi?
Çamlıca’dan İstanbul’u seyrederken gözlerini kapatıp dinlemeye mi?
Ballıca mağarasından çıkınca gözleme yemeye mi?
Sevdiğinle sohbet mi sıcacık
Nedir ihtiyaç?

Sahi dostum fırınsız bir şehirde yaşamak nasıldır bilir misin? Ekmek kokusunu almadan.
Bilir misin dağ kesiği bir feryat nasıl susturulur başparmak dibinde avutularak?

Ölümü bekle diyorlar!!
Yaşarken sustur gülüşlerini
Dokunma yüreğine
Dokunma diyorlar.
Senin neyine yaşamak!
Neyine kahkaha atmak
Tebessümlerimde sakladım umutlarımı dostum
Günyüzü görmeden soluverdiler
Ellerimde gülden kalan çizikler
Sarmalamadan, ellerimle dokundum gözyaşlarıma hep...

//Yol!! Bekle geliyorum...
Tek değil benle birlikte geliyorum.
Sessiz, rahatsızlık vermeden âleme...//

Mimoza çiçeğini de çok severim
Kurumuşuna bayılırım kıyamam.
Saygıyla konuşması yüreğindeki canın
Kaymaklı ekmek kadayıfını bide.

Toplum denilen canavarın sakızı bol cebinde.
Yazılı olmayan kurallar bağlayıcı maalesef,
Ben konuşmayı unuttum zamanla dostum
Çaresizce yaşatılan hüzünler vakitsiz ölüm gibi şimdilerde.

Otuz iki dişten çıkan
Otuz iki orduya yayılırmış biliyor musun dostum
İki kişinin bildiği sır da değilmiş
Bir de ’Çin Seddi" uzaydan görülürmüş!

Her neyse gidiyorum. Bir söğüt buldum gölgesinde bekleyeceğim. Kuru hayallerimi asacağım salınan dallarına. Rüzgâra teslim edeceğim anılarımı. En çok üç beş gün sürer hayallerle avunmak. Müstakil bir yalnızlık tadında paslı ama duru bir dille sana yazıyorum. Heybemde ne varsa döküyorum, benden sonra katık yap diye mısralarına. Soranlara ki varsa değer biçen bu cana, Filler mezarlığında dersin. Kendiyle baş başa ölüme ramak kala salkım söğüt altında. Sana vasiyetimdir. Değmesin elleri toprağıma canım dediklerimin. Hoşça kal dostum iyi bak sende ki bana. 

Hoşça kal.

Not: Yaşanmış hayat hikâyesidir.