İyilerin cennetindeki maymunların elleri hiçbir yerini örtmez.

Çapaklarını aldığım, törpülediklerimden bir insan daha yarattığım, heykeltıraş sabrıyla son ana kadar ne çıkacağını bilmediğim kaba insan suretini altın vuruş son çekiç darbesiyle ortaya salt, taze, katıksız bir insan çıkardığım için bir nevi tanrıyım ben de. Tüm heykeltıraşlar da kendince Tanrı değiller midir ki zaten? “Taşların Tanrısı”.

*                 

Sen mi bana geç kaldın

Ben mi sana erken?

Hazal mevsiminde esintiye yenik mi düştük?

Direndik mi yoksa keskin fırtınalara?

Elimize aldığımız çiçeklerin bahtlarıyla hangimiz oynadık?

Papatyadan medet umarken sarı gülün yazgısına esir mi düştük?

Sonu gelmeyen körebe oyununda hangimiz körleştik?

Hangimiz köreltildik?

Hangimiz?

*

İçimde yaşar insan çoğu şeyi. İçine aldığım katı, kötü sözleri eritir kendince. Hüzün dalgaları yüreğe çarptıkça acıtır içi. Kanırtır. Yakar. Deler geçer. Anıların geçmişe dair buruk, kekremsi kokusu tütsülenmiş şekilde tüm içini kaplar. Sebepsiz yere hızlanır atışları yüreğinin kimi zaman Çıkacak sanırsın yerinden. Göğüs kafesini çatırdatarak açacak ve karşına dikilecek. Yaşanmışlıklardan çok yaşayamadıklarını hatırlatmak için. Vakit dar!

Bir yürek çıkar ortaya ikiye, oradan da üçe bölünür. Zamanla üç maymuna dönüşür:

Görmeyeceksin der istemediklerini. Set çekeceksin görünmez duvarlardan. Duvarın diğer yakasını merak etmeyeceksin.   

Duymayacaksın, istemediklerini. Kulaklarını süzgeç yapacak ve süzeceksin iyiyi kötüden. İyilerin tınısıyla ritim tutacak, kötüleri merak etmeyeceksin. Kulaklarını tırmalamasına izin vermeyeceksin gıybetin.

Konuşmak istemediklerini kendine saklayacaksın. Susmanın, sükunetin altından daha değerli olduğunu unutmayacak, en değerli hazinenin erdemlik olduğunu kendine sık sık hatırlatacaksın.

Ardından bir dalga daha çarpar yüreğine. Daha güçlü, daha vurucu. Sersemletir. Afallarsın. Ne olduğunu anlayamazsın. Nereden geldiğini? Hafifleyen yürek, dalganın etkisiyle yara alır. En iyi ilacın zaman olduğunu tecrübelerinden biliyordur. Usul usul atarak yaralarının iyileşmesini, kabuk bağlamasını bekler. Arada, içi tarifi olmayan bir acıyla kıvranır. Çırpınır. Kanadını balçığa kaptırmak istemeyen kuşun edasıyla teğet geçmeye çalışır hayata. Şanslıysa tekrar semalara karışır. Özgürlüğün o tarifsiz hafifliği altında iyileşen yüreğiyle kanadını yeryüzüne inat çırpar. Yüreğini yakan şeyin aşk olduğunu bilir de söylemek istemez kendine. Üç maymunu kendine de oynamaya kalkışır. Ama yürek aldanmaz. Bir kere aşkı tattı mı sürekli ister damarlarında. Ritmini arayan,  tempoyu arttıran şeyin hep damarlarında gezinmesini ister. Üç maymunu oynar yine, bu defa hayata karşı. Kapatır kendisini, kendi dünyasına. Ufacıktır o dünya. Minicik. Küçücük. Ama derindir. Dipsiz. Türlü hazineler orda barınır. Yüzlerce amforanın içine gizlenmiş sevda sözleri yıllardır beklemektedir, bulunacağı günün heyecanıyla. Aşkın tılsımı bedene girdi mi çıkarmak hemen hemen imkânsızdır.

 İyilerin Dünyası da bu kadar küçük, bu kadar çevresizken derinliği olan dipsiz bir Cennettir. O Cenette sadece melekler vardır. Beyazlar içindeki güzelliklerle bezeli. Kalp ancak burada sükûnete kavuşur. Huzur ve mutluluk burada gerçek manasına kavuşur.

İyilerin cennetimdeki maymunların elleri hiçbir yerini örtmez.

Fikir ve vicdan kol koladır. Sevda sözlerinin dipleri çapalanmış, baharı beklemektedir. Bahar yazı, yaz baharı getirir. İki mevsimlik mütevazı bir yerdir. Soğuk, çetin, zor, yorucu, korkunç, ürkütücü, bezdirici, caydırıcı, üzücü, hüzünlü hiçbir şey yoktur. Sevdiklerin el eledir, kol kola. Balçığa teğet geçen kuş burada soluklanır. Hafif terlidir. Tüyden ceketini çıkarır. Güneşte ıslanan kısımlarını kurutur. Biraz dinlenir ve tekrar giyerek yol alır bilmediği diyarlara. Yükseklere doğru uçarken giderek küçülür ve göz ucuyla aşağıya bakar. Üç maymun el sallar. Gülümser ve kaybolur.

SEVDA KAÇSIN ÇAYINIZA