- Kim kendini yaratanı anlamak istemez ki? Evet, Allahı anlamak istiyoruz! Ama zatına yol yok!

Ancak isim ve sıfatlarını bilmekle ve onların tecellisi, yansıması

Ve müşahhas / somut birer görünüşleri olan varlıkları görmekle bir derece anlamak mümkün.

Tabii bu anlamaksa şayet!

- Aslında:

Allahı anlamamak; anlamanın ta kendisi ne kelime,

Çünkü geçmez bu konuda başka ne söylense elime!

- Allah değil ama, Allahtan olan ruhumuzu da baş gözüyle göremiyoruz!

Bundan ötürü hâşâ Allahı yok mu saymalıyız?

Ruhu sadece ete kemiğe bürünmüş olarak; onun libasını / giysisini görüyor;

Zâtına asla muttali olamıyor, bir anlam veremiyoruz! Bu durumda onu inkâr mı etmeliyiz?

Evet, ruh Allahtan olup, keyfiyetine ve nasıl oluştuğuna akıl sır erdiremiyoruz!

Çünkü ruh; Allah değil ama Allahtan. Allahın zâtına yol bulamadığımız gibi,

Ruhun zatına, aslına da yol yok! Mahiyeti meçhul diye varlığı malûm değil diyebilir miyiz?

- Elektriğin de bizzat kendisini göremiyor;

Isı ve ışık olarak tazahür ve zuhuruna şahit ve tanık olabiliyoruz.

Buzdolabını, çamaşır makinesini, bazı âletleri çalıştırdığını biliyor ve görüyoruz;

Fakat kendisine ve aslına yol bulamıyoruz.

Mesela elektrik taşıyan çıplak bir telde onu göremediğimiz gibi,

Onu anlamak için, tele dokunduğumuzda,

Buna müsaade etmiyerek elektrik akımına kapılıp bizi hayatımızdan etmesi an mes’elesi.

- Demek ki, bir şeyin mahiyetini, içyüzünü bilmemek; varlığını inkârını gerektirmiyor.

Nitekim hepimiz tahayyül ediyor / hayal kuruyor, tasavvur ediyor, taakkul ediyor / aklediyor,

Tefekkür ediyor / düşünüyoruz; fakat bunları nasıl gerçekleştirdiğimizin künhüne vakıf değiliz.

Bu zaten bizce mümkün ve olası değil!

- Aslında bütün bunları istediğimiz zaman yaratan Allah!

Biz istiyor O yaratıyor. Tabii cüz’-i irademizi kullandığımız

Ve gereken alt yapıları yerine getirdiğiz takdirde, Allah isterse isteğimizi yerine getiriyor.

İsterse dedik, çünkü Allahın bir şeyi yaratmasında, kaderin de,

Bizim bilmediğimiz dahli ve rolü var. Biz her zaman,

Gerekenleri yerine getirmekle mükellef ve yükümlüyüz.

Neticenin hakkımızda, hayır mı şer mi olduğunu ancak Allah bildiği için,

Sonucu her hâl ü kârda tabii karşılamalı, olumlu bulmalı, takdire rıza göstermeliyiz.

- Ma’na / anlamak kelimesini hepimiz biliriz.

Bir yazıyı ilk defada, anlaşılması zor ise, tekrar tekrar okuduktan sonra anlarız.

Bir hususu, üzerinde kafa yorduğumuz takdirde

Ve üzerinde iyice düşündüğümüz zaman, anlar hâle gelir; mânâsına ereriz.

Gerekeni yaptıktan sonra, Allah bizim anlamamızı sağlar.

Anladım deriz. Anladığımızı biliriz.

Ama anlamanın nasıl gerçekleştiğine akıl sır erdiremeyiz.

Çünkü bize düşeni yaptıktan sonra, neticeyi sağlamak;

Ancak Allahın anlamamızı yaratması ile mümkün olmuştur.

- Çünkü ma’na / anlamak kelimesi, inayet kelimesinden gelir.

İnayet ise yardım demektir.

Yani gerekeni yaptığımız zaman, Allah bize inayet / yardım ediyor ve anlamamızı sağlıyor.

Nitekim anladığımızı bilir, fakat nasıl anladığımızı anlayamayız.

- Çünkü yaratmak, oldurmak Allaha has ve sadece O’na münhasır / O’na ait

İlahî bir sır ve hususdur. Bunun için, ne kadar şükretsek azdır.