-Kur’an’ın esas / temel maksatları ve asıl unsurları dörttür. Bunlar da TEVHİD / bir Allah’tan başka ilâh olmadığına inanma, RİSALET / nübüvvet, peygamberlik ve elçilik, HAŞİR / kıyamet sonrasında ölen insanların toplanması keyfiyeti ve UBUDİYET / kulluk; ve onunla beraber ADALET’tir. Sair / diğer mes’eleler ancak şu dört âlî / yüksek talep ve maksatlara birer vesile hükmündedir. Vesileleri fazla tafsîl / açıklama ile derinleştirmemek kaidedir. Ta ki, mâlâyâni / boş şeylerle uğraşırken bahis dağılıp, esas maksat zâyi olmasın.
     İşte bundan dolayıdır ki, Kur’an, bazı kevnî / yaratılış mes’elelerinde; bazen ibham / kapalı, belirsiz, bazen ihmal, bazen de icmal ediyor / özetliyor, konuyu kısa geçiyor.
    -Kelâmın / sözün mertebesindeki yükseklik, kuvvet, sözün; hüsün, cemal ve güzellik tabakalarının menba ve kaynakları dörttür.
     1- Mütekellim: Kim dedi?
     2- Muhatap: Kime dedi?
     3- Maksat: Ne için dedi?
     4- Makam: Hangi makamda söyledi?
     İşte bir sözün anlaşılabilmesi için, bütün bunların nazarı itibara alınması gerekir.
    -Dört şey için dünyayı kesben / çalışmamak şeklinde değil, kalben terk etmek lâzımdır.
     1. Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zevale / yokluğa ve guruba / batmaya gidiyor. Zevalin / yokluğun elemiyle, visalin / kavuşmanın lezzeti zeval buluyor / yok oluyor.
     2. Dünya’nın lezzetleri zehirli bala benzer, lezzeti nisbetinde elemi de vardır.
     3. Seni intizar etmekte / beklemekte ve senin de sür’atle / hızla ona doğru gitmekte olduğun kabir; dünyanın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü, dünya ehlince güzel addedilen / sayılan şey, orada çirkindir.
     4. Düşmanlar ve sokucu, can yakıcı haşerat / küçük zararlı böcekler arasında bir saat durmakla, dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki fark; kabir ile dünya arasındaki aynı muvazene / aynı karşılaştırma gibidir. Bununla beraber, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat  edesin. Öyle ise, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah’ın davetine icabet et / uy ve katıl.
    -Şu esaslara dikkat lâzımdır:
     1. Allah’a abd / kul olana her şey musahhar / emrine âmâde. Olmayana her şey düşmandır.
     2. Her şey kader / İlahî program ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.
     3. Mülk Allah’ındır, sende emaneten duruyor. O emaneti ibka edip / devamlı kılıp, senin için muhafaza edecek; sende kalırsa, karşılıksız olarak zail / yok olup gidecek.
     4. Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen zâil / geçicisin, dünya da zâildir. Halkın dünyası da zâildir. Kâinatın şu hazır şekli de zâildir. Bunlar saniye, dakika, saat ve gün gibi birbirini takiben zevale / yokluğa gidiyorlar.
     5. Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
    -İnsan; nisyan / unutmak’dan alındığı için, nisyana / unutmaya müpteladır. Nisyanın en kötüsü de, nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet, say’ / çalışma, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nefse bir iş verilmemesi dalâlettir / çok yanlış bir tutumdur. Hizmetler görüldükten sonra, neticede, mükafat zamanlarında nefsin unutulması kemâl / güzel bir davranıştır. Bu itibarla, ehl-i dalâl / yanlış yolda olanlar ile ehl-i kemal / doğru yolda olanlar, nisyan / unutma ve tezekkür / hatırlamada birbirine zıt durumdadırlar. Evet dâl / yanlışta olan kimse, bir iş ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavunlaşır, lâkin mükafatın, menfaatin tevziinde / dağıtılmasında; bir zerreyi bile terk etmez. Amma, nefsini unutan ehl-i kemal; say’ / çalışma, tefekkür, süluk / yolda oluş zamanlarında her şeyden evvel nefsini ileri sürer. Fakat neticelerde, faydalarda, menfaatlerde nefsini unutmakla en geri bırakır.