Büyük bir kitap hükmünde olan kâinatı / evreni,
     Kim okumak istemez ki?
     Binbir cevabı içinde bulunduran böyle bir âlemi,
     Kim tanımak istemez ki?
     Her tarafını gezip görmeyi, her yöresinde bir süre kalmayı,
     Kim arzu etmez ki?                                                                                                                                                             
     Üstelik bunun için para pul da gerekmiyorsa,
     Böyle renkli bir seyahata kim çıkmak istemez ki?
     İşte ey meraklı, istekli ve binbir arzu yüklü;
     Madden küçük, mânen büyük azîz insan!
     Bütün bu meçhulleri açacak tüm anahtarlar;
     Sende mündemiç, sende mevcut!
     Tüm evren hazinelerinin kilitlerini açacak tılsımlı anahtarlar;
     Emrine âmâde.
     Çünkü kâinat, sende dürülmüş olarak bulunmakta;
     Hem de, maddî - mânevî bütün âlemler top-yekûn. Öyle ise,
   “Ey insan kendini küçük görme. Sende âlemler dürülmüştür.” diye Hz. Ali boşuna demedi.
     Yeter ki, ey insan kendini tanı, kendini bil ve senden istenilen ve beklenileni yapmaya çalış.
     Tüm engelleri yıkarak, kendinden kendine seyr-i sülûk denen seyahata hele bir çık.
     Taşa toprağa, ağaca yaprağa, canlı cansız; tabiat denen varlığa bürünen herşey;
     Esma-i Hüsna / Allah’ın Güzel İsimleri’nin birer minik minyatürü ve görünümü olarak;
     Bedeninde konuşlandırılmış müşahhas / somut örneklerini, kendinde gör.
     Bu görüş, bu seyir; büyük kâinatı görmekten, onda gezip tozmaktan başka bir şey değil.
     İşte ey insan! Sen Allah’ın Güzel İsimleri yani Esma-i Hüsna’nın görüntülerine bir FİHRİSTE.
     İlahî, kuşatıcı sıfatlarının bilinip fehmine / anlaşılmasına bir mikyas.
     Kevnî / yaratılış / oluş ilimlerini ve dış âlemdeki varlıkları anlamak için bir harita hükmündesin.   
     Ey Esma-i Hüsna’nın sayısız tecellîlerine FİHRİSTE olan insan! Bil ki:   
   “İnsan, milyonlarca tartı âletlerini ve fehim (anlayış) terazilerini müştemil (içeren)
     Bir makine gibidir.
     Bunlarla rahmet hazinesinin müddeharatı (birikimleri)
     Ve kenz-i hafi (gizli hazine) servetinin cevherleri tartılır.
     Öyle ki sadece dilinde, o dil sahibinin Cenab-ı Hakk’ın dakik nimetlerinin
     Envaını (çeşitlerini) hissetmesi için, yiyecekler sayısınca tartma cihazları bırakılmıştır.”  
     İşte insan; varlık piramidinin ortasında, tüm varlığı temsil eden bir mümessil.
     Üstelik, İlâhî emanetin hâmili / taşıyıcısı olduğu için,
     Hilâfet için seçilmiş, bu hususta üstün görülmüş ve mümtaz kılınmıştır.
   “Fatır-ı Hakîmin (hikmetle yaratıcı olan Allah’ın) senin vücudunda
     Bu havas ve hissiyatı (duygu ve hisleri) ve cihazları terkip etmesi,
     Ancak nimetlerinin envaını hissettirmek
     Ve esmasının (isimlerinin) tecellilerinin aksamını (kısımlarını) tattırmak içindir.
     Hayatının gayeleri ve hukuku, ancak onun isimlerinin tecelliyat eserlerini
     İzhar etmen (göstermen) ve o eserlerin garaibini (şaşılacak taraflarını)
     Mahlukat (yaratıklar) nazarlarında teşhir etmendir.
     İnsaniyetin ise, bu vazifeyi bilmendir.                                                                                                                                                  
     İslâmiyetin ise, bu mazhariyetin (bu zuhurun) iz’anında (şuur ve bilincinde) olmandır.”

           Ey insan sen neymişsin Ya Hû!
           Âlemler karşında edeple ser-fürû.