Evet bazen yaşatmak için ölmek gerek.

Keşke hiçbir canlı ölmese.

Ama vatan davası yolunda birçok isimsiz kahraman şehadet şerbetini soluksuz içmiştir.

Bu dava adamlarının isimleri bazen tarihin tozlu raflarında kaybolsa da, birçoğu hala belleklerimizde yerini tüm canlılığı ile korumakta.

Bunlardan son döneme damgasını vuran isimlerden biri de Boğazlıyan Kaymakamı KEMAL BEY'dir.

##

Osmanlı sarayı İngilizlerin baskılarına boyun eğerek Diyarbakır valisi, Urfa mutasarrıfı ve Boğazlıyan kaymakamı KEMAL BEYİ tutuklamışlardı..

Nemrut Mustafa Paşa isimli İngiliz işbirlikçisi mahkeme başkanı idam hükmünü vermiş ve seni ellerimle asacağım diye haykırarak adeta efendisi İngiliz hükümetine mesaj vermişti.

 Mahkeme salonunda İngiliz yardakçısı zebanilerin ağır hakaretlerine uğramıştı.

 Mahkemede Taşnak yandaşları, İngiliz sefaret temsilcileri ve Nemrut Mustafa paşanın kiraladığı zebaniler adeta terör estirmişlerdi. 

Osmanlı sarayının kendi bürokratını savunacak takati yoktu adeta İngiliz hükümetine emriniz olur modundaydı.

10 Nisan 1919 günü ayaklarında prangayla Beyazıt meydanında ailesinin, çocuklarının, ana ve babasının gözleri önünde darağacına çıkarıldığında son sözleri şunlardır. 

BEN SUÇSUZUM,

 İNGİLİZLERE YARANMAK İÇİN,

BENİ ASIYORSUNUZ,

ÇOCUKLARIM ve AİLEME SAHİP ÇIKIN DİYE HAYKIRIR.

Bursa cezaevinde Nâzım Hikmet, Orhan Kemal’le aynı koğuşta kalmaktadır. Koğuş masasının üzerinde Orhan Kemal’in (asıl adı ”Mehmet Raşit Öğütçü”) bir roman başlangıcını görür. Okur. Ayağında takunyalar koşarak avluya çıkar Nâzım Hikmet. Orhan Kemal’e soluk soluğa sorar, “Siz mi yazdınız bunu?”. Orhan Kemal çekinerek, “Evet” der. Nâzım Hikmet büyük bir coşkuyla, “Birader, neden bahsetmediniz bundan. Siz nesir adamısınız! Hikâye yaz, roman yaz!” diyerek o gün bir romancının doğuşunun müjdesini verir.

26 Eylül 1943 Pazar sabahı Orhan Kemal’in cezası biter, hapishaneden ayrılır. Ayrılmadan birkaç gün önce Nâzım Hikmet’e bir şiir yazar, ona okur ve bu şiir Nâzım Hikmet’i ağlatır…

NÂZIM HİKMET'E / ORHAN KEMAL

Sen

“Promete’nin çığlıklarını

kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”,

sen benim mavi gözlü arkadaşım;

kabil değil unutmam seni.

26 Eylül 1943

Seni yapayalnız bırakıp hapishanede,

bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken

koşacağım memlekete.

Ve tren

bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,

gözü yaşlı bir genç kadına

beş senenin ardından

kocasını getirecek.

O dem ki boş verip istasyon halkına,

yanaklarından öperken sevgilimi,

sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın

içimden bana.

O dem ki yürekten her şey atılacak,

ekmek, kin, hasret,

fakat Nâzım Hikmet,

sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen

aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını,

batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını.

Günler geçecek,

ekmek derdi çökecek omuzlarıma.

Fabrika, makinalar, tezgâhım…

Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.

Karım yün çorap örecek.

Her hafta mektup yazacağız.

-Askere almazlarsa eğer.-

Unutabilir miyim seni?

Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini

ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz

müthiş anların küfrünü!

-Radyonun yanındaki duvara

kurşunkalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin.-

Unutabilir miyim seni?

Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum

takunyalarının sesini!

Unutabilir miyim seni hiç?

Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,

hikâye, şiir yazmayı

ve erkekçe kavga etmeyi senden!

Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’e

##

Nedense bazı bazı erk sahiplerinin şakşakçıları aşırı mağrur ve külhanbeyi kesilebiliyorlar. 

Zannediyorlar ki erk hep bizde kalır.

Bu devran hep böyle devam eder.

Unutmayın yukarı yükselirken dalları kırarak çıkarsanız.

Aşağı inmek için düşmek zorunda kalırsınız.

Bu noktadan hareketle mütevazi olmakta fayda var diye düşünüyorum.

Son söz olarak da hiçbir makam ve mansıp kalıcı değildir.

Geçici olan bu koltuklar için küçülmeye hiç gerek yoktur.