Sanat hayatına ta ilkokul çağlarında köy düğünlerinde sahneye çıkarak başlayan İsmail TÜRÜT bu becerisini köyünde ceza olarak çobanlık yapması için yaylaya gönderilmiş. Ama O yayladayken rab yazmaya başlayarak Ceza olarak verilen çobanlık görevini aslında ödüle çevirmeyi başarmış..Evinden kaçarak istanbul’a gelen 17 yaşında çıkardığı “Laz Uşağı” albümü ile müzik piyasında adeta patlama yaratarak müzik hayatına merhaba demiştir.Şimdilerde 30 albümü 300 ün üzerinde bestesi bulunan sanatçı 1998 yılında İbrahim TATLISES’ in daveti üzerine idobaya gitmiş ve idobaydaki “Oflu ile Bayburtlu” albümü ile gündeme damgasını vurmuştur. Sanat hayatında o güne kadar olan 17 albümü olmasına rağmen geçmişi bir kalemde silinmiş ve profosyonel hayatına sıfırdan başlamış olan İsmail TÜRÜT dört çocuk babasıdır. İbrahim TATLISES’e vefa borcum var diyen İsmail TÜRÜT ile samimi ve sımsıcak bir röportaj gerçekleştirdim

İsmail TÜRÜT nerede dünyaya geldi ve kaç kardeş?

Ben Rize’nin Ambarlı köyünde ailenin ikinci çocuğu olarak 1965 yılında Dünya’ya gelmişim. Abim bir kız kardeşim ve bir erkek kardeşim var. Yani toplam dört kardeşiz.İlkokul mezunuyum o zaman köyde ortaokul ve lise yoktu. Bir de o zamanlar ortalık çok karışıktı Ve Köyümüz merkeze 20 km uzaklıkta olduğundan beni okula göndermediler.Oysa rahmetli babam benim okuyup Hafız olmamı çok istedi.

Sanat hayatınız kaç yaşında başladı?

Anandan sanatçımı doğdun derler ya işte o benim.İlk okul yıllarında bahçe düğünlerinde ve köy düğünlerinde okurdum.Dedem bana nani derdi! Nani melodidir.Beni cezalandırdılar yaylaya çoban olarak gönderdiler.Ama bu bana bir ödül oldu, yaylada kendimi geliştirdim ,iyice piştim. Yayla sessiz rabbimle baş başa kaldım. Orada sözler yazdım kendimi iyice pişirdim, hedefim sanatçı olmaktı.13 yaşlarındaydım o zamanlar .Kafaya koymuştum İstanbul’a kaçmak vardı aklımda hep planlar yapıyordum. Nihayet bir akrabamın yardımı ile İstanbul’a geldim. 15 yaşlarındaydım kalacak yerimde yoktu tanıdığım akrabalarımda. Fırında çalışmaya başladım orada kalıyordum. Sonra Bebek’te eğitimli insanlar vardı bir fırın açtılar. Onlar beni çok sevdiler, imalattan alıp tezgaha verdiler. Burada hem para kazandım hem karnım doydu. Karadeniz müziği yapan bir tek plak şirketi vardı. Oraya gittim kaset yapmak istediğimi söyledim. Beni müzik direktörü Bayram Durmaz TUNA ile görüştürdüler.Hiç unutmam bana bir “çay elinden öte “oku bakalım dedi.Okudum bir kuble okumadan evladım sen kaset için hazır mısın parçaların var mı diye sordu. Ben hemen var efendim dedim. Cumartesi bir kemençeci bul gel dedi. Cumartesi geldim Benim o kasetim bir saat okumayla çıktı “Laz Uşağı”ve inanmasınız yok sattı. Sonradan anladım ki masraf olmasın diye saz koymadılar. Altı ay sonra ikinci kaset için en kaliteli sazlar geldi, derken üçüncü kaset “Fadime” gündeme damgasını vurdu.Sanırım 16 yaşlarındaydım hatırlamıyorum şimdi böyle devam etti.

Kaç besteniz var?

Tam net hesaplamadım ama 300 ün üzerindedir. En çok bilinenleri de “Ay mısın Güneşimsin”, “Fadime”, “İki İki Dört Eder”, “Gel Ha Böyle”, “Haram olası” vs. Bunlar Türkiye de ortalığı çalkalayan türküler. Herkes bir eser yapar ama kabul edilmeyen eserde öyle çok eser sayılmaz.Yani benim eserlerim hep kabul edilmiştir. Mesela benim 25 sene önce yaptığım bir türkü bugün tazeliğini koruyor. İşte ozanlık budur, aşıklık budur. Neymiş türkü “Erzurum’da kar yağsa, Rize’de üşüyorum” türkümü okuyorum, sanki bugün yazılmış gibi. O mesaj hiç değişmiyor. Yüz sene sonrada söylesem yine insanların hoşuna gidecek. Çünkü bu ülke için vatan için birlik için verilmiş en güzel mesajdır. O yılda bütün ödülleri toplamıştım. Onun için yazmakta kalıcı olmak önemli. Güzel şeyler yapmak akıllarda kalmak önemli.

Eserlerinizi ne düşünerek yazıyorsunuz? O anda sizin aklınıza ne geliyor ki kalıcı olabilmesini sağlayabiliyorsunuz? Bu işin sırrı ne?

Bu işin sırrı şu yaşanmış olaylar. Allah tekrarından korusun. Bu ülkede bir deprem oldu. Ben “Deprem” diye bir parça yaptım. Bir milyon sattı. İdobay da idim o zaman. Hala sahneye çıktığımda o parça isteniyor benden. Çünkü yaşanmış bir olay. O insanlarda bir iz bıraktı. Yaşanmış bir olayı dile getiriyorsun. Yaşanmış olaylar kalıcı ve kaliteli oluyor. Fadime diye bir kız severdim. 25 seneden fazla oldu. Üçüncü kasetimdi o. Onlarca sanatçı okudu.O parçayı en son Cengiz KURTOĞLU okudu.”Ayımsın güneşimsin, Yıldızlara eş misin, Yaktın kül ettin beni, Sevdiğim ateş misin”. İşte laf bu, aşk bu, sevda bu. Neydi o türkü bir seda idi. O kızı çok severdim ona yanmıştım. O duygularımı ifade ettim. Herkeste onu sevdi. Hala o türkü popülerliğini korur. Edirne’de söyle aynıdır, Kars’ta söyle aynıdır. Yerel bir türküdür ama önemli olan yereli genelleştirmektir. İşte burada benim farkım ortaya çıkıyor. Ben bu konuda mütevazi olamayacağım. Hiç kimse kusura bakmasın ben Türkçeyi taksitle konuşan bir adamım. Fakat bu türküleri tüm Türkiye’nin en ucra köşesine dinlettim. Benim tarzımdaki sanatçıya nasip olmayan şeyler bana nasip oldu bu ülkede. Mesela Türkiye’nin her yerinde konser verebilmei özelliğim var benim.

Gündem yaratmak için yaptığınız parçalar oldu mu? Bu işi ticari düşündüğünüz oldu mu?

Gündem yaratmak için değil ama ticari düşünerek eften püften şeylerde yaptım. “Suzan” diye bir parça yaptım. “Sosyete gülü Suzan, Yat kollarıma uzan”. Dillere destandı bir zamanlar. Şimdi okurken utanıyorum. Bugün aynı şeyi yapmam. O günlerde diskolarda, barlarda, sahillerde çalınabilecek bir şeydi. İbrahim TATLISES’ inde benden bir talebi idi bu. “Ağır şeyler yapma. Birde böyle bir şey yap” demişti. Yaptım. Çokta başardım ama bugün okurken çekinerek okuyorum. Bundan sonra müzik adına böyle şarkılar yaptıramazlar bana. Birde başkalarına bakıyorum benim yazıpta çöpe attıklarım yapılan bir çok parçadan daha kaliteli. Ben çok ince eliyor sık dokuyorum kalite adına. Piyasada böyle bir bozukluk var. Üzülüyor insan. Ne dedikleri anlaşılıyor , nede bir anlamı var.

Sahnede insanlarla göz göze gelebilmek, onların kalbine, duygularına hitap edebilmek aynı anda aynı duygunları paylaşabilmek nasıl bir duygu?

O bambaşka, sevilmekle alakalı bir duygu. Ben memleketin her köşesinde konserler verdim. O sahnedeki duyguları nasıl anlatabilirim ki. İnsanların gönlüne girebilmek o duyguları hissettirebilmek benim inanılmaz duyguları yaşamama neden oluyor. Ben işimi en iyi şekilde yapan ve saygı duyan bir adamım. Sadece Karadeniz’ li ye değil Kars’ lıya da ,Edirne’ liye de, Ege’liye de ,Hatay’ lıya da, Sivas’lıya da kendimi kabul ettiren ve onları eğlendirebilen bir sanatçıyım. Bu işte böyle olmak lazım.Benim Vatan’a olan bir aşkımda var.Türkülerimde sadece Ayşe, Fatma, Handan,.. demedim. Birde sosyal yaralara parmak basan bir yanımda var benim. Vatan için, Bayrak için, Şehitler için İnsanlar için mesajlar veren yanımda var.Bunu yıllarca yaptım ve hala takdir teşekkür alıyorum.

Bir Sanatçı Nasıl Olmalı?

Bir sanatçı herkese hitap edebilen her gönüle girebilen kendini sahnede kabul ettirebilen ve alkışlattıracak kadar başarılı olabilendir. Yıllar geçse de şarkıları hala söyleniyorsa o sanatçı sanatçıdır. Sanatçı alçak gönüllü ve mütevazi olmalı.

Unutamadığınız bir anınız var mı?

İbrahim TATLISES İdobay müzik şirketini açmış. Müdürüne demiş ki Neşet ERTAŞ ve İsmail TÜRÜT’ ü bulun. Mehmet GÜNGÖR beni telefonla aradı! dedi ki İbrahim TATLISES adına arıyorum sizi firmaya davet ediyor dedi. Bende sakın yanlış anlamayın ama beni kendisi arasın dedim. Niyetim artistlik yapmak değil inanmadığım için.Ya TATLISES beni niye arasın birileri benimle dalga geçiyor sandım aradan bir saat geçti bir daha telefon çaldı açtım ben İbrahim TATLISES’im ben şimdi Bursa’ya konsere gidiyorum sen yarın buraya gel Derya TUNA seni bekliyor olacak bende geleceğim dedi. Ben ertesi günü gittim sözleşmem yapıldı.Ben itiraf ediyorum profosyonellik neymiş orada öğrendim.. Ben o güne kadar kendimi sanatçı sanıyormuşum .O güne kadar 15 kaset yapmışım tüm geçmişimi sildiler, sıfırdan başladım.Benim sanatta birine vefa borcum varsa o da İbrahim TATLISES’tir. Ona hiç vefasızlık yapamam çünkü o adama benim minnet borcum var.

Televizyon programı düşünüyor musunuz?

Ben 10 yıl bir kanalda TÜRÜT Show yaptım çokta güzel oldu. Teklif gelirse neden olmasın. Zaten televizyonların böyle bir programa ihtiyacı da var.

Sanatçı olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?

Fırıncı olurdum

Yemek yapar mısınız en çok sevdiğiniz yemek nedir?

Ben muhlamayı çok iyi yaparım ben mutfaktayken kaynanam dahil kimse mutfağa giremez. En çok sevdiğim yemek kara lahanadır ama ben yemek ayırt etmem bütün yemekleri severim.

Yeni projeleriniz var mı ?

Kaset çalışmam oldu. Bir ay önce piyasaya çıktı. İnternet çıktığından beri artık pek kasete rağbet yok. Çok tadı yok.Ben İdobay da çalışırdım önceden. 200 bin satınca sıfır sayardık. “Nerede hata yaptık” diye günlerce tartışırdık. Kendimizi başarılı kabul etmemiz için 500-600 bin satması gerekiyordu. Şimdi 100 bin satınca altın plak veriyorlar. İnsanlar ölmemiş, insanlar yaşıyor da güzel gitmeyen bir şey var. Yanlışlıklar var oda bence internet. Ben kaset işinden evime iyi paralar getirdim ama internet kaset işini bitirdi. Şimdi değil para kazanmak, verdiğini de alamıyorsun. Ben hazırcı değilim. Ben beste yapan, güfte yapan, söz yazan yani üreten bir adamım. Böyle bir farklılığım var. Allah bana lütfetmiş. Yaptığın şeyi de rafta tozlanıp gitmesini istemezsin. Bugün bakın piyasaya, 2 şarkılık single yapıyorlar. O arkadaşları da kınamıyorum beklide haklılar Ama ben öyle bakamıyorum ben iddialıyım. Artık tadı yok, karşılığı yok ama ben bu işi böyle yapacağım. 4 senede bir yapacağım ama yine 13-12 türkü gibi albümlerle devam edeceğim.

Kaç çocuğunuz var?

İkisi erkek ikisi kız dört evladım var.

Bundan sonraki yaşantınızda neler var?

Oğlum askerliğini yaptı, kendisi gazetecilik mezunu ama ben gazetecilik yapmasını istemiyorum.Bir iş kurup başına geçirmek istiyorum. Artık onun evlenmesini istiyorum.

Birde hacca gitmeyi çok istiyorum. Henüz eşimle bile paylaşmadım ama hacca gitmemenin ezikliğini hissediyorum. O borcumu ödemek istiyorum.