İstifa eden bakanlardan biri önce, “bana yap denildi yaptım. Tek suçlu ben değilim” derken günler sonra “ben başbakanım sayesinde şu oldum, bu oldum, daha da olacağım.” gibi bir cümle kurmuştu. Ve sonra da özürler dileyerek, tutunduğu asasına daha da sıkı tutunmaya devam etti.
Ne yazık bu tür karakterler, kendisinin de bildiği gibi, kendi başlarına sadece bir hiçtirler, cesaretsiz ve kimliksizlerdir.
Koltuk ya da maddi kazanımlar için yerlere kadar da eğilebilirler. Asla kralın çıplak olduğunu ne görebilir ne de söyleyebilirler. Çünkü var olma nedenleri bir başka varlık üzerine kurulmuştur.
Bazı yazar ve gazetecilerin, herşeyin bu kadar açık ve aleni olduğu bir durumda halen inatla, savunma içinde olma nedenleri de aynıdır. Mecliste oturan AKP vekillerinin çoğunun, normal bir akıl ile bile görülebilecek gerçekleri, görmemekte inat edişleri gibi.
Çünkü aynı yolun yolcusudurlar. Beraber yürüdüler bu yollarda ve daha da yolun devamını hayal etmektedirler.
Bir gazete sahibi, yaşı çoktan kemale ermiş, başbakanın azarlaması karşısında sırf affedilmek adına hıçkırarak ağlıyorsa, doğru bildiğini savunmak yerine çıkar için daha fazla kazanç için bu yolu seçiyorsa, vay haline…
Bir devlet görevlisi, bir bürokrat, tarafsız olmak, sadece görevini yapmak yani devlet adına var olmak yerine, korkuları ve kişisel çıkarları adına emir kulu oluyorsa; ah, gene vay haline…
Biat kültüründen gelenler, güç edindiğinde etrafındakilerinde kendisine biat etmesini ister. Biat da sorgulama yoktur, düşünme mekanizması işlemez, akıl tutulmuştur. Sadece güce tapılır. Dayatılan kalıbı kabul etmektir. İnsanın robotlaşmış halidir kısacası.
Biat eden bir kişilik çabuk kandırılır. Dedim ya, akıl tutulmuştur çünkü. Algılatma yöntemi çok iyi işler. Biri anlatır diğerleri sadece dinler. Anlatılanlar sadece kurgu, hayal ve kandırmaca olsa bile…
Mantığın iflas ettiği bir durumdur bu. Muhakeme yeteneği çoktan pas tutmuştur.
Mesela, hiç merak etmezler. Nefret suçlarına ağır cezalar getirdiğini savunan kişiye neden nefret suçu işlemez? Böylesine toplumu ayrıştırırken, böylesine insanları düşüncelerine, savundukları değerlere göre yargılarken, hakaret ederken, etrafa kin, nefret saçarken…
Mesela kimse sormaz, “hani Mısır’da bir Musti vardı, ne oldu?” Eset’i de unuttu…
Dört beş başörtülü öğrenci genç kız, başbakana dert yanmış. Kaldıkları cemaat evindeki ablalar, gece yarısı uykularından uyandırıp, beddua seanslarına katılmaları istiyorlarmış. Başbakanın eşine, kızına, çocuklarına hep beddua ediyorlarmış.
Kim sorabilir ki, neden suç duyurusunda bulunmadınız diye…
Bu evlerde kalan kızlara vaatlerde bulunuyor. Gelin, devletin yurtlarına sizi yerleştirelim, orada yer olmazsa otele gene olmadı devletin sosyal tesislerine yerleştirelim.
Soran var mı hiç, “başbakan, başbakan; bir sürü öğrenci kalacak yer olmadığı için okuyamıyor. Neden bu ayrımcılık?” diye.
Paralel yapı ortalığa çıkmadan önce başbakanı tehdit etmiş. “Bakın ortalığa kasetler saçarız, hükümetinizi deviririz.” diye. Soran var mı, “bunlar kim, neden yasalara başvurmadınız?” diye.
Hani nerede kaldı Kabataş ve içki içilen cami görüntüleri?
“Telefon dinlemeler gayri ahlakıdır” der, bu körü kürüne biat edenler. Şöyle başını eline alıp, bir dinleyen var mı neler konuşulduğunu?
Biri o paraların zekat parası olduğunu savunurken bir diğeri kabenin yeni örtüsünün parası der. Bir diğeri, günah işleme özgürlüğü diğeri devletin parası olmadığını söyler.
Eyvah! Vay halimize…