“Zararın neresinden dönersen kardır” diye bir özdeyişimiz vardır, bilirsiniz. Yanlış bir yola, seçime girmek elbette kötüdür, yanlış ve hatalı olduğunu bile bile o yolda, o seçimde devam etmek, ısrar etmek, sadece kötü değil, faciadır, yaşanacak yılları katletmektir. Henüz akıl buluğ yetişkinliğe ulaşamamış bebelerimizin çocuklarımızın hayatlarını heba etmektir. Geri dönüşü olan işler vardır, kararlar vardır ki, yaşamadan anlaşılmaz. Bazı durumlar ve kararlar vardır ki, geri dönüşü de pişmanlığı da yoktur. Sobaya ısınıp ısınmadığını anlamak için dokunduğunuz da elinizin hafif be kısmen yanması dışında bir kayıp yaşamazsınız, zira o kısmen yanma da zaman içinde iyileşir, deri yenilenir, eski haline gelir. Bir sıvı birikintisi var ise, şüpheli iseniz, kokusunu almadığınız gibi acaba ihtimaliyle ateşle denerseniz yangın büyük ve yıkıcıdır, dönüşü yoktur ve büyük hasarlar bırakır.

..

Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki, sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.

Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi olarak- giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş.

Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış.

Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçicilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.

Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş.

Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş; “Sizde çakmak yok mu?”

Köylüler; “var” demişler,

“Peki, sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?”

Köylüler; “yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?”

“Evet, muhtara verdik.”

“Eyvah! Büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?”

“Siz öyle yapmadınız mı?”

“Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik.

Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.”

Desenize biz çakmağı bir kişiye vermekle çok büyük hata etmişiz.

..

Eyvah demeden, dizlerimizi dövmeden, karar bizim, hata etmişiz diyerek tek kişinin yetkili olması kararımızdan vazgeçme zorunluluğumuz var. Okuduğunuz muhtar lı hikâye sadece hikâye, masal. Tek kişinin yetkilendirilmesi, yetkilendirilen kişinin soylu soplu olması, inançlı emin olması, insanüstü özellikler, fevkaladelikler taşıması da hiçbir şey değiştirmez. Ailenizle ilgili kararlar alırken dahi eşinize yetken yaşa gelmiş çocuklarınıza danışıyor en azından fikrini dinliyorsunuz. Kendinizle çeliştiğinizden değil, doğru kararların böyle alındığını bildiğiniz için, denemeler, bilim de akıl da bunu gerektirdiği için. Bir duvarınızı boyayacaksınız, renk seçiminde dahi despotluk yapmayıp her müdahilin tercihini soruyorsunuz, renk seçiminin sadece zevk değil, eşyalarla uyumu için dekorasyon işleri yapan bir arkadaşınıza danışıp, renk ve aydınlatma uyumu için mimar bir tanıdığınızın bilgisine başvuruyorsunuz. Tek kişinin tüm yetkileri sahiplenmiş olması, hükmündeki tüm kararların yanlış olması, olabilmesi gibi kendi sağlığı içinde bir tehdit, yıkımdır.

Mir Murat Demir