Sonbahar!

Bir yazgının içine sıkıştırılmış hüzünlerle beslenilen sürecin sonu gibidir.

Hem bahar inceliğini hem son dan haber verir.!

Eylül ayını tahmin etmek zor değildir aslında;ılık esen rüzgar arkasından yayılan toprağın kokusu dallarından süzülüp düşen yaprakların rengarenk turunculuğudur.

Arsız güneşin hareketli günlerle dolu yaz ardından sonra;

Ne beklenir ki Eylül’den?

 Güz zamanı sarı hazandır hepimizin bildiği Sonbahar.

Gerçekten dökülen dalından kopan yapraklar hatırlatmalı mı hüznü?

Yoksa hüzne verdiğimiz mevsim midir.?

Oysa;

ağaç görevini tamamladıktan sonra yaprak diplerindeki su geçiren delikleri ürettiği mantarlarla kapatıp itiverir yapraklarını.Alır kendisini dinlenmeye.

Yaprağın görevi bitmiştir.Ama insan düşene hep üzüntüsünden yaprağın acılardan kopup ağacın işi bitince onu terk ettiğini düşünür.

Düşünmeye başlanılır,öfke duyulur ağaca;

Neden terk etti kara kış kapıda iken?

Kendini koruyup kollayan yapraklar düşünce üşümekten neden korkmamıştır ki,’’ağaç’’?

Bir yanlışlık vardır bu işte;yeşil yaprağı düşerken sarı turuncu karışık renk olmuş mağrur ama sır dolu toprağa düşmüştür.

Eylül gelince hiç düşünülmez;

Çiçeklerin,böceklerinde bir vakti vardır.

Kendilerini enerji dolu hissettiklerinde tabiatta görünen halsiz hallerinde gizlenip göç ettikleri o ayrılık vakti..

Herkes kendine göre bir anlam yükler düşen yaprağa.

Oysa unutulmuştur;

İnsanlarında belli mevsimleri vardır.

Kimi sarışın temmuz sıcaklığına aşık.

Kimileri sağanak dolu yağışla gelen taze baharı sever.

Bazıları da lapa lapa yağan karda iyi hisseder kendisini.

Biriktirmemiz istenmiş gibi yaralar ve saklamaya çalıştığımız sıkıntılar.

Gözyaşlarımız,aşklarımız,sevdalarımız,ayrılıklarımız dönüp dolaşıp gelir hüzün verecek diye beklenir;Sonbahar da!

Daha son iki yıla kadar Eylül ayı başlayınca;içimde adını koyamadığım bir sızı başlardı.

Başıma gelenlerin,dost yanılgılarının,sevgi yanılmalarının ve her türlü ayrılıkların tek suçlusu Sonbahar;’’Eylül’dür!’’derdim.

Bu ay gelince;iyileştirmez,uslandırmaz iflah olmaz sanırdım tüm ağrılarım.

Kış kadar öldürücü olmasa da ‘’güz ‘’ün benden çok şeyi kökünden koparırcasına aldığını düşünürdüm.

Hayallerimi,umutlarımı üşütecek,ıslatıp yerden yere yapraklar gibi vuracak diye bilirdim;’’Eylül'ü’’

Sonra anladım ki;

 onca üzüntüye seçtiğim suç keçisini ben belirlemiştim.

Sonbahara kendim saklamışım çelişen çelişkilere atan hüzünlerimi…

Hazan geldi ayrılıklar,acılar başladı demek yerine artık kendimi sonbaharda yakalamayı karşıma alıp konuşmayı öğrendim.

Her bir ağaçtan düşen yaprağı sevmeyi,düşme nedenini bulmayı ve kendimle yüzleşmeyi öğrendim.

Haylaz mevsimlerden sonra üşüyen ruhumdaki yanlışları,günahları sevapları sıralamayı.

Yaşadıklarımdan ders almayı öğretirken;sevmenin de yağan yağmurlarda ıslandıkça çoğalacağını öğrendim.

Ayrılıkların hele de sonsuz ayrılıkların suçlusunun Sonbahar değil de;zaman ve dönem tamamlandığında yaprağın ağacında kalmayı istemediği gibi yaşamdaki görevimin de bir gün vakti gelince sonlanacağını anladım.

Şimdilerde her Eylül adıyla kendime çeki düzen veriyor.

Kendimi eğrisi doğrusuyla sorguluyor,yargılamadan olumlu sonuca geçiyorum.

Geçen yıllar için asil duruşu ile altın sarısı güzelliğiyle yerde duran yapraklara sevgiyle bakıyor.Yere düşsem bile bir baharda ya canlanacağı mı yada hayattaki yaşam ömrümün toprağa karışacağını biliyorum.

Artık ben sonbaharlarda aldığım derslerle geçebildiğim sınavlarda daha dik duruşumu seviyor,her bir çiçekten,ağaçtan önce beni bana anlatan yaprakları çok seviyorum.

İyileştiğimizi hissettiğimiz her mevsimin cennetimiz olduğunu biliyor;sevgimi yoksun olanlara,yoksullara veriyorum.

Boşuna üzülmüş,boş yere küsmüşüm Sonbahara.

‘’Eylül’’sevincim sin artık.

Uslandığım vakit sin.

‘’Eylül’’beni iyileştiren en güzel mevsimin ilk adı tadısın.

 Af ola…!