Âyette ”İman edenlerin, iman etmeleri.” istenirken; 

     İnsandan; imana / inanca ait tüm meseleleri yakînî / kesin bir şekilde; 

     İlme’l-yakîn / kesin bir ilim ve bilişle, sonra ayne’l-yakîn / görerek, görürcesine, bu da yetmez; hakka’l-yakîn / bizzat yaşayarak, tam bir özümseme ruhu içinde bilmesi, yaşaması; tedrîcen / aşama aşama gerçekleştirmesi isteniyor. 

     Yani taklidî / sözde imandan, tahkikî / gerçek iman ve inanca geçmesi, ona doğru yürümesi bekleniyor. Böylece sarsılmaz bir imana sahip olması öngörülüyor. 

     Çünkü ancak bu şekildeki bir iman; letaif-i insaniyeye / insanın lâtif duygularına nüfuz eder / işler.

     Zira âyetin işaret ettiği gibi, iman / inanç yalnız ilim ile değil; imanda çok letaifin / lâtifelerin / ince, lâtif duyguların hissesi ve payı var. 

     Nasıl ki; bir yemek muhtelif / çeşitli âsâba / sinirlere, muhtelif bir surette inkısam edip / kısımlara ayrılıp tevzi olunuyor / dağıtılıyor. 

     İlim ile gelen mesail-i imaniye / iman meseleleri de, akıl midesine girdikten sonra, derecata / derecelere göre ruh, kalb, sır / gizli hakikat, nefis ve hakeza / bu gibi letaif / ince, hassas duygular kendilerine göre birer hisse / pay alır, masseder / emer, tam manasıyla içselleştirir. 

     Eğer onların hissesi / payı olmazsa noksan kalır. Kemalde bir iman olmaz. İnsanda henüz olgun bir hâl almış sayılmaz.

     İmam-ı Rabbanî kalb, ruh, sır, hafi, ahfa  gibi, insanda anasır-ı erbaa denen dört unsurdan yani toprak, hava, su, nur ve ateşten bahsetmiş;

     Her bir unsurdan o unsura münasip / uygun bir latife-i insaniye / insana ait duyguları nazara vererek; seyr ü süluku / takip edilecek metodu göstermiş. 

     Her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı / ilerleme ve yükselişi ve ahvalinden / hallerinden icmalen / özet olarak bahsetmiş. 

     İnsanın mahiyet-i camiasında / çok vasıfları içinde toplamasında ve istidat-ı hayatiyesinde / hayat kabiliyetinde, çok letaif / lâtife ve duyguların olduğunu söylemiş.  

     Onlardan on tanesi iştihar etmiş / meşhur olmuş. Hatta hükema / âlim ve bilginler ve ulema-i zahir / zahir uleması / Kur’an’ın zahir manasına göre hakikatleri değerlendirenler dahi, 

     O letaif-i aşerenin / o on lâtifenin pencereleri veyahut nümuneleri / örnekleri olan 

     Zahiri beş duygu yani tadmak, görmek, işitmek, koklamak ve dokunup duymaktan oluşan havass-ı hamse-i zahire, 

     Havass-ı hamse-i batına / hayal kuvveti, akıl, vehim, hafıza, meydana getirici hayal kuvvetinden ibaret olan havass-ı hamse-i batına denen kalbe bağlı gizli beş duyu diye 

     O letaif-i aşereyi / o on duyguyu başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. 

     Hatta avam / halk ve havas / seçkinler beyninde / arasında taarrüf etmiş / bilinmiş olan insanın letaif-i aşeresi / on duygusu, 

     Ehl-i tarikin / tarikat yolunda olanların letaif-i aşeresi / on lâtifesi ile uygunluk içindedir.

     Meselâ insanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem duyan manevi his olan vicdan, 

     A’sab / sinirler, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye / cinsî istek kudreti. Yemek, içmek, konuşmak uyumak gibi kabiliyetler, 

     Kuvve-i gadabiye / kızmak, öfkelenmek kuvveti gibi letaif-i kalb / kalbe ait duygular;

     Ruh ve sırra ilâve edilse, letaif-i aşereyi / on duyguyu başka bir surette gösterir. 

     Daha bu letaiften / lâtife ve duygulardan başka saika / sevkedici, şaika / şevke getirici ve hiss-i kable’l-vuku / olmadan önce kalbe doğan his gibi, çok letaif / lâtife ve duygular var.

      Evet, iman; inanç seviyesinde kalırsa; onu muhafaza edip korumak güçleşir. İşlenmiyen demirin pas tutması, çalışmayan insanın hantallaşması gibi. Gereği yapılmayan iman da, zamanla sönmeye yüz tutar. Fonksiyon ve işlevini kaybeder. Varlığı yokluğu fark edilmez olur.