"VE MİNENNÂSİ / İnsanlardan (insanlar arasında) MEN / öyle kimseler de vardır ki, (hak karşısında duruşları mü’minler / inananlar ve kâfirler / inanmayanlar gibi net değildir. Aslında bunlar, mü’minlerin her alanda güçlü oldukları zaman ortaya çıkar, ellerindeki imkânları koruma ve yeni fırsatlar elde etme adına) YEKULÜ / derler (ki): ÂMENNA BİLLAHÎ VE Bİ’L YEVMİ’L-ÂHIRİ / ‘Allah’a ve o son güne / âhiret gününe inandık / inanıyoruz!’ VE MA HUM Bİ MU’MİNİYN / Oysa onlar inanmış değillerdir.” (Bakara: 8)

x

     Evet hakikaten: “Sözde ‘Allah’a, Allah’a imanın gerektirdiği esaslara ve ahiret gününe iman ettik.’ diyen bazı insanlar var ki, bunlar gerçekte mü’min değildirler.” (Ahmet Tekin)

x

     “ ‘İnsanların bir bölümü (minennas)’ nifak içindedir. Ancak diğer bölümleri mü’min veya kâfir yani inkârcıdır. Bu, bize tür olarak insanın kendi başına ve hatırına ne iyi ne kötü olduğunu ima eder. İnsan kendisi referans alınıp yüceltilemez, değerlerin yegane ölçüsü olamaz. Kimisi mü’min yani iyi, kimisi inkârcı isyankâr, kimisi de ikiyüzlü, zâhiri ve zamiri birbiriyle uyuşmaz kişilik zaafı içindedir. Münafıkların Allah’a ve ahiret gününe iman ettik demeleri, gerçekte iman ettikleri veya imanın hakkını verdikleri anlamına gelmiyor. Mekkelilerin tamamı Allah’ın varlığına, yaratıcı vasfına inanıyorlardı, az bir bölümü de ahirete. Allah’a inanıyorlardı ama politik, iktisadî ve sosyal hayatlarını düzenlerken Allah’ın hükümlerini referans almayı reddediyorlardı. Bununla ilintili olarak ahireti pek önemsemiyorlardı. Putperestlerin hem Allah hem ahiret inançları son derece silik, etkisizdi. Hz. Peygamber, öylesine bir tebliğ yaptı ki Allah inancı ve ahiret, hayat biçimlerinin tam ortasına gelip oturdu. Sarsıcı tebliğ karşısında kimileri açıktan inkâr yoluna saptı, kimileri tereddüt içine düştü. İşte bunların bir bölümü, tereddütlerini açığa vurma cesaretini gösteremedi, gelgit hâli yaşadılar, ancak ahlâkî ve ruhî cesaret yoksunluğu içinde kaldıklarından hakikatte inkâra saplandılar...” (Ali Bulaç)

x

     “(Dışlanmaktan ve aşağılanmaktan kurtulmak ve Müslümanların elde edeceği nimet ve faziletlerden yararlanmak için) insanlardan bir kısım vardır ki, biz Allah’a ve ahiret gününe inandık derler. (Ve öyle gözükürler.) Halbuki onlar inanmış değillerdir.” (Abdullah Akgül)

 x

     Kaldı ki: “Elçiye inanmadan yalnız Allah’a inanmak kişiyi kurtuluşa götürmez.” (M. Hamidullah)

  x

     “Medine’de birtakım münafık kimseler de vardır ki bunlar, elçimiz Muhammed’in ve ona inananların Medine’de günden güne güç kazandıklarını gördükleri için, aslında inanmadıkları halde elçimiz Muhammed’e ve ahirete iman ettiklerini söylerler. Böyle yapmakla güya elçimiz Muhammed’i ve müminleri kandırdıklarını, böylece Müslümanların güçlerinden istifade ettiklerini düşünürler. Oysa Allah onların içlerindeki niyeti bilmektedir ve aslında onlar sadece kendilerini kandırmaktadırlar. Yaptıklarının zararı kendilerine olacaktır. Ne yazık ki bu gerçeğin farkında değildirler.” (Hasan Elik - Muhammed Coşkun)

x

     “İnsanlardan bazıları da, Allah’a ve ahirete inanmadıkları hale, menfaatlerini düşünerek ‘inanıyoruz’ deyip durur ve iki yüzlü / riyakâr davranırlar.” (Bakara: 8)

Burada tavsiye özelliğinde, muhkem - kesin  hüküm, ‘İmanlı görünüp Allah ile insanları aldatmayın ve bu yolla menfaat sağlamayın.’ olmaktadır.) (Prof. Dr. Gazi Özdemir)

x

     Unutmayalım ki: “Sizin kendi inancınız için ne dediğiniz değil, Allah’ın sizin inancınız için ne dediği önemlidir...İnancında eğrilik olan ve bunu bilen bir gün düzelebilir. Fakat inancında eğrilik olan ve doğru inandığını sanan asla düzelemez.” (Mustafa İslâmoğlu)