Eskiden noktalama işaretleri ve İmlâ Klavuzu vardı da biz mi kullanmadık? Evet, M.Ö. 3. yüzyıla gelinceye kadar tüm dünya da ne noktalama işareti, ne de İmlâ Klavuzu vardı; biz de kullanmadık!

İşte bu işaretlerin hikâyesi:

Dünya tarihine bakıldığında düzenli ve kurallı olarak ilk noktalama işaretlerinin Romalılar zamanında kullanıldığını savunanlar çoğunluktadır. Biz Türk dilinin tarihine inersek Köktürk (Göktürk) devletinde her kelime bitiminden sonra kullanılan iki nokta üst üste ile karşılaşırız. İslamiyet’e geçişle oluşan Divan Edebiyatı’nın hüküm sürdüğü Arap alfabesinin kullanıldığı dönemler boyunca Osmanlı’da sistematik noktalama işaretlerinin kullanılmadığı görülmekte. Bunun nedeni Arap Alfabesini harekesiz olarak kullanılması gösterilebilir.

İnsanlar duygu ve düşüncelerini ifade edebilmek, aktarabilmek ve okuduğunu karşısındakine anlatabilmek için işaret sistemlerinden oluşan harfleri ve bu harfleri düzenleyen kurallar bütününü bilmek zorundadırlar. Noktalama işaretleri, duygu ve düşüncelerimizi daha açık bir şekilde dile getirmeye, cümlenin yapısını ve duraklama notalarını belirlemeye, okuma ve anlamayı kolaylaştırmaya, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmeye yardımcı olur. Onlar olmadan kitapları nasıl okur anlardık diye merak ediyor insan. Oysa ilk zamanlarda noktalama işaretleri yoktu. Yazarlar binlerce yıl onlarsız yazdı yazılarını. Peki, ne oldu da bu tarzı değiştirme gereği duydular? 

Noktalama işaretleri, ilk kez eski Yunan'da okuma parçalan arasına “ayırmalar” adı altında konulan bazı işaretlerin kullanımıyla başlıyor. Ama ne yazık ki, yazı adamları arasında hiç ilgi görmüyor.  M.Ö. 3. yüzyıl başlarında İstanbul'da Aleksandr adlı bir gramerci, yaptığı sistemli ve özenli bir çalışma sonunda ilk kez virgül ve noktalı virgül işaretlerini buluyor. Ama tür çabalarına karşın, o da bunların düzenli ve doğru kullanımını yazı adamları arasında sağlayamıyor. Bu başarısızlık da, ortaçağa gelinceye kadar sürüyor. 

Daha sonra yani aynı yüz yılda Yunan uygarlığının etkisi altındayken Mısır’ın İskenderiye kentinde ünlü bir kütüphane vardı. Bu kütüphanenin başında Aristofanes vardı. Buradaki yüzbinlerce parşömen tomarını okumak çok zaman alan bir işti. Yunanlılar daima kelimeleri bitişik olarak ve hiçbir noktalama işareti ve büyük ve küçük harf kullanmadan yazmıştı. Hangi kelimenin ve cümlenin nerede başlayıp bittiğini anlamak okurun işiydi.

Bu sorun olarak görülmüyordu. Seçilmiş yetkililerin kendi görüşlerini kabul ettirmek için sözlü tartışmalara başvurduğu Yunan ve Roma demokrasilerinde hitabete yazılı dilden daha fazla önem veriliyordu. Kitle önünde iyi konuşmak içinse yazılı belgeleri önceden okuyup ezberlemek gerekiyordu. Fakat bir metni bir defada okuyup anlayana rastlanmamıştı. Bir metni ilk kez eline alan birinin onu şaşırmadan ve anlamlı bir şekilde yüksek sesle okuması mümkün değildi. Aristofanes ise okurlara, sonu gelmez bir şekilde birbiri ardına sıralanmış harfleri orta nokta (·), alt nokta (.) ve üst nokta (·) işaretleriyle ayırmalarını öneriyordu. Bunların her biri farklı uzunlukta duraksamalara işaret ediyordu.

Fakat bu yenilik herkesi ikna etmemişti. Antik dünyada imparatorluk kurma konusunda Romalılar Yunanlıları geçtiğinde Aristofanes’in noktalarını bıraktılar. Roma’nın en ünlü hatiplerinden Cicero, cümle sonunun konuşmacının nefes almak için duraklaması ya da işaret yoluyla değil, konuşma ritminin getirdiği sınırlama ile belli olduğuna inanıyordu.

Romalılar bir süredir kelimeleri birbirinden ayırmak için orta noktaları kullanıyor olsalar da 2. yüzyıldan itibaren bu uygulamaya son verilmişti. Kitlelere konuşmak büyük önem taşıyor ve bütün metinler yüksek sesle okunuyordu. Yunanlılar ve Romalılar noktalama işaretlerinden mahrum halde bu okumaları mırıldanarak yapıyordu.

Aristofanes’in girişiminin bildiğimiz noktalama işaretlerine dönüşmesini sağlayan ise yeni bir gelişme olmuştu. Roma İmparatorluğu 4. ve 5. yüzyıllarda çöküşe girdiğinde Roma’nın paganları yeni bir din olarak Hıristiyanlığa karşı zorlu bir mücadele veriyordu. Paganlıkta gelenekler ve kültür ağızdan ağıza aktarılırken, ilahileri ve Tanrının sözlerini daha iyi yayabilmek için Hıristiyanlık yazıyı tercih ediyordu. Kitap Hıristiyan kimliğin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu kitaplar ise çoğunlukla altın yaldızlarla ve süslü harflerle donatılmış, paragraf işaretleriyle bölümlere ayrılmıştı.

Hıristiyanlık Avrupa’da yayıldıkça yazı ve noktalama işaretlerini daha da benimsedi. 6. yüzyılda Hıristiyan yazarlar, asıl anlamlarını korumak için eserlerini okuyucuya sunmadan önce, kendileri noktalama işaretlerini kullanmaya başladı. 7. yüzyılda Sevilleli Isidore adlı başpiskopos ve aziz, durma sürelerine işaret etmek üzere Aristofanes’in noktalarını yeniden düzenledi. Isidore ayrıca noktalama işaretleri ile anlam arasında da doğrudan bağ kurmuştu.

Daha sonra İrlandalı ve İskoç rahipler aşina olmadıkları Latince kelimeleri ayırt edebilmek için kelimeler arasında boşluk kullanmaya başladı. 8. yüzyılda ise yeni bir ülke olarak Almanya ortaya çıkmış, ünlü kral Şarlman, rahip Alcuin’e standart bir alfabe yaratma görevi vermişti. Böylece bildiğimiz küçük harfler ortaya çıkmış, yazının geliştiği bu dönemde noktalama işaretleri de onun ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Bugün kullandığımız nokta, virgül, noktalı virgül, soru işareti gibi birçok noktalama işaretinin kökeni işte bu döneme dayanıyor. Ünlem işareti ise daha sonra 15. yüzyılda, taksim ve tire işaretleriyle birlikte Rönesans döneminde kullanıma girdi.

1436 yılında matbaanın icadıyla noktalama İşaretleri büyük bir hızla yaygınlaşmaya başlıyor. Matbaanın mucidi Johannes Gutenberg, 1455’te 42 satırlı İncil’i bastığında noktalama işaretleri de artık sabit hale gelmişti. 15. yüzyıl sonunda bugün kullandığımız işaretler bir daha değişmemek üzere son şeklini aldı. Böylece matbaanın zorunlu kıldığı bir standartlaşma yaşanmıştı. Gutenberg in 1455'te bastığı bir din kitabında (İncirde) ilk kez virgül ve iki nokta işaretlerini kullanmasıyla bu işaretler yaşama geçiyor. Ayrıca cümleleri boşluklarla birbirinden ayırıp büyük harfle başlayarak, o güne dek bulunmamış olan noktanın boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Bu da Venedikli gramerci Aldius Manitius'un yeni formları İçinde noktalı virgül, virgül, iki nokta, ünlem, soru, kesme ve tırnak işaretlerini bulmasına dek sürüyor. 17.yüzyıl ortalarında, yani Aldius Manitius'tan yüz yıl sonra kesme işareti bulunuyor. Onun da işaretlere katılmasıyla, noktalama işaretlerinin tümü bugünkü biçimiyle tamamlanmış oluyor.

Yurdumuzda ilk kez noktalama işaretleri, Şinasi'nin eğitim için gittiği Fransa'da bu işaretleri öğrenip, dönüşünde yazdığı “Şair Evlenmesi” adlı kitabında üç nokta, dört-beş virgülü kullanmasıyla birlikte bizim de yazılı edebiyatımıza giriyor.  Ama bu uygulama da kuralsız, gelişigüzel serpilmiş bir-iki nokta ve virgülden başka bir şey değil.  

Şinasi Şair Evlenmesi (1859) adlı tiyatro oyununun başında iki işaretten söz etmektedir: "Mu'tarıza ( ) içinde bulunan kelâm hâli târif içindir. Şöyle bir hatt-ı ufkî - söz başına delâlet eder. Nokta, sözün nihayetine alâmet olur." Şemsettin Sami de, Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde iki noktaya (:), noktateyn; virgüle (,), fasıla demektedir. Önceleri düzyazı metinlerinde kullanılan noktalama işaretlerinin, şiirde kullanılmadığını görüyoruz. Başlangıçta, hem şiir hem düzyazı yazan edebiyatçılarımız, noktalama işaretlerini, düzyazı metinlerinde kullanmışlar, bununla beraber şiir halinde yazdıkları metinlerde noktalama işaretlerini kullanmamışlardır. Sonraları şiirlerde de başarı ile noktalama işaretlerinin kullanıldığı görülmektedir. 

Örneğin; Recaizâde Mahmut Ekrem, hem Araba Sevdası adlı romanında, hem de Zemzeme, Pejmürde gibi şiir kitaplarında bu işaretlere dikkat etmiş ve yerli yerinde kullanmıştır. Servet-i Fünûn döneminde,  ünlü şairimiz Tevfık Fikret’le, Halit Ziya Uşaklıgil bu işin üzerine eğiliyorlar ve dilimizde bu işaretlerin kullanımının gelişimini sağlıyorlar. O dönemde bu işaretleri en başarılı biçimde kullananların başında değeri! Hikâyecimiz Ömer Seyfettin geliyor. 

Noktalama işaretlerini doğru biçimde kullanmak hepimiz için çok önemli. Ama bizler, bu İşaretlerin kullanımını tüm dünya çocuklarından daha iyi bilmeliyiz. Cumhuriyet döneminde, noktalama işaretleri daha çok önemsenmiş sayıları ve türleri arttırılmıştır.

Bilindiği üzerine, Türkiye’de Mustafa Kemal’in isteği üzerine 12 Temmuz 1932 günü “Türk Dil Tetkik Cemiyeti” kurulur. 26 Eylül 1932’de de Birinci Türk Dili Kurultayı toplanır. Bu tarihten sonra değişik tarihlerde birtakım değişiklikler yapılarak İmlâ Klavuzları yayınlanmıştır. 22 Ocak 1942 yılında yani bundan 77 yıl önce bugün; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti; İmlâ Kılavuzu’nun tüm okul ve işyerlerinden kullanılması hakkında genelge yayınlandı. En son Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu’nun 26 Ocak 2012 tarihindeki kararıyla Yazım Klavuzu’nun en son 27. baskısı yapılmıştır. 

Kısacası, yukarıdaki noktalama işaretleri ve İmlâ Klavuzu konusundaki tarihsel gelişimin bilgilerini bugünün anısına derleyerek sizlere hatırlatmak istedim.    

Son söz: Günümüz dünyasında bilgisayarlar matbaadan daha yaygın hale gelince, noktalama işaretleri de yeniden canlılık kazanmaya başladı. Ekranlarda noktalama işaretlerinin yanı sıra artık his simgeleri olan emojiler de kullanılıyor. Gelecekte ne tür noktalama işaretlerinin kullanılacağına ise, bugünün okurları ve yazarları karar verecek.