ESKADER ve Prof. Dr. Süleyman Yalçın’a Vefa
“Prof. Dr. Süleyman Yalçın’a Saygı” başlığı altında 18 Şubat 2012 Cumartesi günü saat: 14.00’de Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde yapılacak toplantı, ömrünü ülkesine ve milletine hasretmiş güzel bir insan için herhalde atılması gereken bir adımdı. Peki, ama kâzip şöhretlerin bol miktarda ahkâm keserek kendilerini gündemde tuttukları bir ortamda Prof. Dr. S. Yalçın’ı ve ömrünün en güzel günlerini hasrettiği çabalarını kamuoyumuz, tabii doğru yönüyle, kaç kişi bilmektedir? Hocaya göre bu hiçte önemli değildir!.. Bir anlamda, kâmil insan anlayışı içinde bu ifade doğrudur da. Çünkü onlar inançları uğrunda mücadele vermektedirler. Ve hasbidirler. Fakat bir başka açıdan bakıldığında “örnek” vasıflarıyla giderek sayıları azalan böylesi insanları gençlerimize tanıtmak gerekemez mi? Gelecek nesillerin birer Süleyman Yalçın olabilmeleri için marifetin biraz da iltifata tâbi olmasından vazgeçtik toplumda vefa diye bir duygunun, anlayışın kaldığını ve yarın kendilerinin de anılabileceğini görmeleri, öğrenmeleri gerekmez mi?
Evet, yanlış hatırlamıyorsam 2004 yılında Kocaeli Aydınlar Ocağı mensuplarının Aydınlar Ocağının Kurucusu ve başkanlarından olan Süleyman Yalçın’a Vefa Günü tertiplediğini, 2010 yılında da T.M.K.V’nın 40 Vakıf Adam arasında Süleyman hocaya yer vererek büyük bir vefa anlayışı gösterdiğini unutmam mümkün değil. Bu iki toplantıda da bana, neredeyse 45 seneye varan beraberliğimiz dolayısıyla olsa gerek, kendilerini yakından tanıma ve gönül bağı kurma şansına ulaştığım Süleyman Yalçın hocayı anlatma görevi verilmişti. Bu benim dünya gözüyle yaşadığım ender mutluluklardan biriydi şüphesiz. Bilmiyorum ne kadar başarabilmiştim!. Ama “yol kardeşi” olma şansını bana verdiklerini söyleyen Prof. Dr. S. Yalçın’ı dilimin döndüğünce ve gönlümce anlatmağa çalışmıştım. Tıpkı 18 Şubat günü iki yakın arkadaşı ile birlikte yine bana lütfedilen konuşma şansını değerlendirmeğe çalışacağım gibi…
Peki, Prof. Dr. Süleyman Yalçın kimdir? Bu satırlarda onu uzun uzun anlatma şansı yok. Ama toplantıya katılamayacaklar veya Süleyman hocayı tanıma şansına ulaşamamış veya ulaşamayacaklar için kısa notlarla bu değerli bilim ve fikir adamından çizgiler sunmaya çalışmak isterim. Prof. Yalçın’ın en önemli şanslarından biri, İstanbul’a lise tahsili için geldiğinde, yolunun Kabataş Lisesiyle kesişmesidir. Böylece orada önemli hocalarla karşılaşacak ve onlardan feyz alacaktır. Bu şansa, bir de yaşadığı muhit Sultanahmet’te o yıllarda mütedeyyin bir yapının varlığı yanında gelişmesinde önemli rol oynayacak ilim ve düşünce adamlarıyla mücehhez oluşu ve onun bu kapıdan girebilme şansını yakalamasını eklemek gerekir. Gerek maddî gerekse mânevî değerleriyle Sultanahmet genç Süleyman Yalçın için bir melcedir. Bir başka şansı ise yetişkinlik yaşlarında, her türlü insanın sağlıklı varlığının arızaları karşısında başvurulacak bir mesleğe, hekimliğe, sahip olmasıdır. Böylece görebilen göz için, geniş bir çevrede alınacak dersler vardır. Hekimliğin sağladığı imkânla dünyevî insan varlığını tanırken iç dünyasını zenginleştiren mânevî çevresi onun için olgunluğa ulaşılacak bir güzergâhtır. Böylece “bilmek, öğrenmek, anlamak” isteyen dünyası âdeta kendiliğinden önüne serilmiştir…
Onun dünyasını anlamamızı kolaylaştıracak ifadeleri bakınız Süleyman Yalçın nasıl anlatıyor: “İnsanoğlu belirli bir coğrafyanın, maddî ve muayyen kültür şartlarının mânevî iklimi içinde doğar ve gelişir. Bu iki çevre faktörü onun maddî ve mânevî şahsiyetini şekillendirir. Coğrafyanın maddî iklimi; güneşi, rutubeti, denizi, dağının havası, mevsimleri ve gıdası ile maddî yapımıza belirli nisbette tesir ederken, içinde geliştiğimiz topluluk da dili, âdetleri, inanç ve zevkleri, folkloru ve sanatı ile insanoğlunun mânevî yapısını dokur. Bu değişik iki faktör, coğrafyası ve kültür farkları ile insan topluluklarının birbirinden ayrı, mahalli ve millî çizgilerini geliştirir. Böylece insanın millî bünye ve şahsiyet yapıları ortaya çıkar.”
Süleyman hocanın yukarıdaki görüşlerini teyid edecek olansa onun hayat çizgisindeki örneklerdir. Kimler yoktur kendisini olgunlaştıracak olan çizgide… Sıralamağa kalksam sayfalar alacak olan bu dost ve âlimler çevresinden alınan feyz Süleyman Yalçın’ı hekimlik mesleğinde zirveye taşırken, diğer taraftan millî vasıflı toplantılarına katılması ve fikirlerini bu zeminde yoğurması ayrı bir şanstır onun için. Ama bütün bu olgunlaşma sürecinde iki ismi şahsiyetinin gelişmesinde ayrı yeri olduğunu söyler Süleyman Yalçın. Bu iki isimden biri Ahmet Tahir Efendi, diğeri Hacı Enişte olarak isimlendirdiği Celâl Hocadır. Genç Süleyman için devam eden bu feyizli yılların akışı içerisinde siyasî gelişmeler Türkiye’yi 1960 Darbesi ile karşılaştıracaktır. Darbe sonrası bütün dernekler kapatılır. O sıralarda doçent olan Süleyman Yalçın’ın içi ise tepkili ve kıvıl kıvıldır. Böylece onun önderliğinde Aydınlar Kulübü adıyla, 1962 yılında, bir dernek kurulacak ve baskı altındaki Türk münevverlerine yeni ufuklar açamaya gayret edecektir. Fakat ne yazık derneğin ömrü, genç Süleyman’ın ABD’ne staja gidişiyle akâmete uğrar.
Benim Süleyman hocayla, dışardan ve uzaktan, ama ilk tanışıklığıma gelince… Bu, Aydınlar Kulübünün 1960’lı yılların başlangıcında Çarşıkapı’daki Karaağaç İş Hanında yapılan bir toplantısıdır. Vicahen bir araya gelmemizin tarihi ise, 1967-68 yıllarında, 1967 yılında gerçekleştirilmiş olan Inci Milliyetçiler Kurultayı sonrasında ikincisini hazırlamak üzere yapılan çalışmalar sırasındadır. Öyle ki biraz mesafeli görünmesine rağmen müthiş birikimini nezâketi, sabrı ve ufuk açıcı düşünceleriyle bizlere önderlik edenler arasında birinci plânda yer almaya, talip olmadan, sahiplenmişti. Süleyman Yalçın hocayla ilgili olmak üzere o günlerde hatıralarıma aldığım satırlar şöyledir: “Fevkalâde zarif, nâzik, kültür değerlerimiz hususunda hassas ama çevresiyle mesafeli veya belki de bizlere o intibaı veren bu hekim beyle, başlangıçta çeşitli vesilelerle sıkça beraber olsak da, garip bir şekilde kendimi ona karşı mesafeli hissediyorum!..”
Bu ilk intibalardaki uzaklık mefhumunun hocayı yakından tanıdıkça ne kadar yanlış bir teşhis olduğunu anlayacaktım. Ve IIci Milliyetçiler Kurultayından sonra kurulma hazırlıklarına başlayacağımız Aydınlar Ocağının, kuruluşundan itibaren Türkiye’nin en netameli yıllarında, 1970-1988 yılları arasında Süleyman Yalçın hocayla beraber çalışma şansını yakalayacaktım. İşte bu süreçte bir “insan-ı kâmil”de bulunması gereken vasıfları daha yakından tanıma şansım olacaktı. O, mesleğinde, hekimlikteki dalında, dünya çapında birkaç kişiden biri olmanın ötesinde inandığı fikir dünyasında, zirvelerden biri olduğunu defalarca ortaya koyacaktı..
Kendi kendime sıkça tekrar ettiğim gibi, “bu dünyanın güzelliği gönül gözüyle birbirlerini görebilenlerle kâimdir.” Ve ben, böyle biriyle, yol kardeşi büyüğümle beraber olmanın şükrü içerisindeyim. Hocayı tanıma şansına ulaşamayanlara ise Hakk’ın, onlara Süleyman Yalçın gibi bir dost vermesi dilerim..