“Ah hayat ah... Ne çok yoruyorsun beni” diye zaman zaman hepimiz veryansınlar etmişizdir değil mi? Peki gerçekten bizi hayat mı yoruyor yoksa insanlar mı? Belki de en çok kendimizi harcıyoruz hiç acımadan değil mi?

Çoğumuz anti- deprasanlardan medet arar olmadık mı? Çoğu zaman öfke kontrolümüzü sağlayamaz olduk, tahammül eşiğimiz ise neredeyse kalmadı değil mi? Değerli okurlarımız, “evet” dediğinizi duyar gibiyim. Peki neden? Hadi gelin hep beraber hem biraz düşünelim hem de çözümler bulmaya, birbirimize bir nebzede olsa yardımcı olmaya çalışalım olur mu?

Ailemiz deki huzurumuz yada huzursuzluğumuz, mutluluğumuz yada mutsuzluğumuz hayatımızın tüm alanlarına olduğu gibi etki ediyor. Sosyal ilişkilerimize, işimize, çevremize, bize ait ne var ise,  imzasını çaktırmadan atıp geçiyor. Sanırım bu noktada eşimiz ya şansımızdır ya da şanssızlığımızdır diyebiliriz.

Evlerimizin, ailelerimizin, çekiciliği, vazgeçilmezliği olmalı ki işten çıkınca, sabırsızlıkla eşimize, çocuklarımıza, yuvamıza kavuşma arzusu içerisinde olalım.

Günümüze bakar isek yuvalarda ne huzur, ne sevgi pek kalmadı diyebiliriz. Boşanmalar hızla atar iken, boşanmayan çoğu çift ise sırf çocukları için evliliklerini ite-kalka yürütmeye çalışıyorlar.

Birazcık canımız sıkılsa, işlerimiz de bir aksaklık olsa, birisi moralimizi bozsa direk başımız ağrımaya başlar ve içimiz sıkılmaz mı, mutsuz olmaz mıyız? Ya da tam tersi yoğun, stresli bir gün yaşarken eşimizin ilgisi, güler yüzü bir anda bizi toparlayıverir değil mi?

Günümüzde ya sevmeyi bilmiyoruz ya da sevgimizi karşı tarafa hissettirmeyi beceremiyoruz diye düşünüyorum. Örneğin, evli bir erkek evlerine giderken arada da olsa eşine bir buket çiçek götürse, o çiçeğin içine bir de şiir yazsa ya da sevgisini ifade eden cümleler sıralasa eşi dolayısıyla da kendisi mutlu olmaz mı?

Günümüzde kadınlarımızın da çalıştığını biliyoruz. Akşam evde toplanıldığında herkes birbirine ilk önce güler yüzünü ikram etse, sımsıkı sarılıp, öpüşse, arkasından o günü birbirlerine nasıl geçirmişler sorsalar, beraber yemeklerini hazırlayıp, beraber sofralarını kurup kaldırsalar bu arada birbirleriyle o günün değerlendirmesini yapsalar, dertleşseler, şakalaşsalar eşler arasındaki bağ kuvvetlenmez mi? Sırf çocuklarınıza değil, eşinize de sizin kendi elinizle yedirdiğiniz bir kaşık yemek bile “benim için değerlisin” demek değil midir? Çocuklar anne- babaları mutluysa evde huzur, sevgi, kahkahalar var ise zaten mutlu olurlar. Eşler arasındaki uyum yada uyumsuzluk olduğu gibi yavrularımıza yansır. Yorgun eşinize masaj yapmanız, çayını ikram ederken yanına bir tane papatya koymanız, televizyon izlerken bile el ele, yan yana oturmanız bir sevgi ifadesi değil midir? Çok mu zor bunları yapmak? “değil” dediğinizi de duyar gibiyim ama “o bunlardan anlamaz” dediğinizi de duyar gibiyim.

Siz elinizden geleni yapın, vicdanınız rahat olsun. Baktınız karşılık göremiyor musunuz? Kendinizi değersiz, sıradan mı hissediyorsunuz? Evinizde tartışma, kavga eksik olmuyor mu? Demek ki, eşiniz ruh ikiziniz, kafa denginiz değil yada evliliğiniz “telafi edilemeyecek kadar hasar almış, sevgi bitmiş” demektir. O zaman, çocukları bahane etmeden biran önce boşanmak en iyi yol olsa gerek diye düşünüyorum. Uzmanların da dediği gibi mutsuz, huzursuz yuvalar çocuğun psikolojisini daha çok bozar.

Zaman akıyor, gidiyor ve geçen hiçbir gün geriye gelmiyor. Mutlu olmayı ve mutlu etmeyi beceremiyorsak “bitti” demeyi bilmeliyiz. 

Sevgi ve saygılarımı sunarım...