MAKALE: Serhat DOĞAN

“Ben bildiğim üç kuşaktan beri doğduğu ülkede ölümü nasip olmamış, baba toprağını vatan yapamayan göçmen bir soydan geliyorum...”

Esaretin İçinden Gelen Bir Hayat

       Türk Tarihçiliğinin önemli isimlerinden İklil Kurban, 17 Mart 1935 tarihinde Doğu Türkistan’ın İli bölgesinin Gulca kentinde dünyaya geldi. Gulca; Doğu Türkistan vilayetinin en önemli ticaret merkezlerinden biridir. Yüksek dağlar ve geniş bozkırın hayatı olumsuz etkilediği bu topraklarda dünyaya gelen Kurban’ın babası aslen Düngen Boyu’ndan olup, Doğu Türkistan’a XVII. asrın ortalarında göçmüş ve burada zaman içerisinde Uygur Türkleri ile kaynaşmışlardır. Babası Durdu, annesi ise Mesude hanımdı. Anne tarafından Kazan tatarlarıyla aile bağı bulunan Kurban, ailenin tek çocuğudur. 

      

1940’lı yıllar, hem Doğu Türkistan hem de İklil Bey’in kaderinde önemli değişikliklerin olduğu zaman dilimidir. Bölge Çin ile Rusya arasında bir çekişme alanı olmakla birlikte; bu alandaki bir diğer önemli mesele de, bağımsızlık meşalesi yakan Türklerdi. Öyle ki, takvimler 10 Ekim 1944 tarihini gösterdiğinde Nılkı’da büyük bir isyan patlak verdi ve bu isyan, Gulca’ya da sıçradı. Bu Şarkî Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk adımıydı. Kurban, bu hadiseler yaşanırken henüz 9 yaşındaydı. Kendi ifadeleriyle isyan günlerini şöyle anlatmaktadır: “Sokaktaydım, bir anda atlar üzerindeki silahlı birlikler her yeri doldurdu! Bazılarının ellerinde gök mavisi, ay yıldızlı bayrağı gördüm. İlk defa bize ait bir bayrak görmüştüm! Bu, tarif edilemeyecek bir duyguydu. O gün, büyük bir millet olduğumuzu anlama sürecimin başlangıcıydı...”

Mektep Yılları

Çin hâkimiyetinin baskın olduğu dönemlerde, bölgede Çin ile iş birliği yapanlar rahat bir hayat yaşıyorlardı. Çinli yöneticiler, işgal ettikleri topraklardaki çocukları kendi okullarında okumaya teşvik ediyorlardı. İklil Kurban, eğitimine ilk olarak Gulca’nın Novıy-Gorod (yeni şehir) bölgesinde bulunan bir Tatar okulunda başlamıştı. Bu okul, 1930 yılında Kazan’dan ticaret için gelen tüccarlar tarafından yaptırılmıştı. Burası, onun hayatındaki dönüşümlerinde başlangıç noktasını oluşturacaktı. Türk Tarihi’ne yöneliş ve millî meselelerdeki hassasiyeti, bu dönemde ortaya çıkacaktı. Çin okullarında, devlet propagandası yapılmaktaydı. Hâlbuki burada böyle bir durum yoktu. İlkokul hocalarının etkisinde bir çocukluk geçiren Kurban; Haci Abzi isimli bir din hocasının sert tavırları yüzünden, İslamî meselelerdeki hassasiyetinin azaldığını ifade etmektedir. İlkokuldan itibaren sınıf arkadaşları arasında kendini belli eden Kurban; birçok meseleye daha çocuk yaşında çözüm getirmekte, arkadaşlarına yol göstermekteydi. Bazı hocaları, onun ileri görüşlü olmasından çok etkilenmişlerdi. Daha ilkokul yıllarında, hocalarıyla birçok meseleyi tartışabilecek kadar kendini yetiştirmişti. Kurban henüz çocuk denecek yaştayken medreselerin yapısındaki çarpıklıkları ifade ediyor, fen bilimlerinin önemi hususunda görüşlerini cesurca ifade ediyordu.

Çin İşgali Sonrasında 

Takvimler 1949 yılını gösterdiğinde, yeni bir dönem başlayacaktı. Kurban mektebin 6. sınıfında öğrenciyken; altında yaşamaktan büyük bir gurur duyduğu Ay Yıldızlı bayrağın yerini, Kızıl Çin Bayrağı alacaktı. Daha önce de Çinlilerle birlikte yaşamışlardı ancak bu sefer gelen Çin yönetimi, daha önceki yönetimden tamamen farklıydı. Giyim kuşamları başka, Türk halkına yönelik tutumları ise daha yumuşaktı. Komünist Çin, artık bütün Doğu Türkistan’da etkisini hissettirmeye başlamıştı. İdarî yapı taksim edilmiş, toplum üzerindeki asimilasyon politikaları hızlanmıştı. Türk mektepleri kapatılırken, yerine Çin mektepleri açılıyordu. Kapatılmayan Türk mekteplerinde ise Komünist Parti’nin uygun gördüğü eğitim programı uygulanıyordu. Okuduğu mektebin 7. sınıfında Darwinizm dersleri almaya başlayan Kurban, bu derste öğrendikleriyle sosyalist fikir sisteminin tesirinde kalacak ve bu doğrultuda okumalar yapmaya başlayacaktı. Yalnız Kurban’ın zihninde uyanan Sosyalist düşünce, Çin Sosyalizmi’nin çok uzağındaydı. Çünkü onun benliğinde, söndürülemeyecek kadar büyük bir millet aşkı yatmaktaydı ve bu durum da Çinlilerin sosyalist mantığına tersti. Zaten Çin, hayatının geri kalan kısmında bunun bedelini ona ağır bir şekilde ödetecekti.  

Çin Okullarında Eğitim

Gulca’da ilk mektebi bitirdikten sonra gidilecek iki okul vardı. Biri tıp mektebi, diğeri ise Ahmetcan Kasimi Lisesi’ydi. Babasının ısrarlarına dayanamayan İklil Kurban, tıp mektebine yazıldı lakin kendisi büyük bir yazar olmak istiyordu. Burada aldığı dersler onun hayalindeki meslekle uyuşmuyor, çok sıkıcı geliyordu. Nihayet 1951 senesinde iki aylık tıp mektebi serüveninden sonra, Tatar mektebinden tanıdığı en yakın arkadaşı Batır ile birlikte Ahmetcan Kasimi Lisesi’ne kaydoldular. Burada verilen eğitim, Çin Devleti’nin resmî programına tabiydi. Marksist bir çizgide, Çin milliyetçiliğinin esas alındığı ders programları ağırlıktaydı. Okula yeni başlayan gençlere; Mao Zedung’un ideallerinin, ulaşılması gereken en büyük hedef olduğu anlatılıyordu. Türk gençleri üzerinde yürütülen bu dönüştürme programı, bugün hâlâ devam eden sistemin başlangıç noktasıdır. 

İklil Kurban; Mao’nun hedeflerini benimsememiş olsa da, Marksist görüşlerin etkisinde kısa sürede büyük yol aldı. 1952 senesinde, arkadaşları arasından sıyrılarak okulun gençler birliğine seçilmişti. Bu birlik, okulun en başarılı öğrencilerinden oluşan ekipti. 2 yıllık lise eğitimi sonrasında, 1952-53 eğitim yılında Ürümçi Darülfünunu’na başladı. Burada tarih-coğrafya bölümünün coğrafya bölümüne yerleştirildi ancak itaatsiz tavırları ve tarih sınıfına geçme isteği, okul yönetimiyle arasını açtı. Fakat yine de ısrarlı tavırları neticesinde, tarih sınıfına kaydını yaptırmayı başardı. Tarih sınıfında, dersler tamamen Çin tarihi üzerineydi. Oysa Kurban, hâlâ gölgesinde yaşadığı Ay Yıldızlı bayrağı unutamıyordu. Tarih bölümünü okursa, Uygur Tarihi’ni yazabileceğini düşünüyordu. Ancak karşılaştığı manzara, bunun tam aksiydi. Sosyalist ideolojinin kardeşlik ilkesini ilk defa sorgulamaya başlayan Kurban’da, Çin karşıtlığı artmaya başlamıştı. 1955 yılında düşmanlığını sözlü olarak ifade etmeye başladığında ise henüz 20 yaşında bir talebeydi. Bu görüşlerinden dolayı karşı devrimci, Pantürkist olarak suçlandı ve hapse atıldı.

Milliyetçilik düşüncesi, Çin yönetimi tarafından yasaklanmıştı. Komünist parti için tek millet, Çin Milleti’ydi. Eğer bir propaganda yapılacaksa, bu sadece Çin milliyetçiliği üzerine olmalıydı. Oysa Kurban için Türk Milleti’nin bir ferdi olarak doğmuş olmak, bütün şereflerden daha üstündü. Tatar okulunda tanıştığı Mirseyid isimli tarih hocası ondaki milliyetçilik fikrinin temellerini atmış, daha sonra tanıdığı Abduveli Güli ise iyice perçinlemişti. 

1955 yılında Gulca’daki evinden alınan Kurban, önce polis amirliğine sorguya götürüldü. Kendisine yöneltilen suçlama, gizlice yaptığı Uygur Tarihi okumalarıydı. Çin ülküsü ve Mao ile ilgili sorulan sorularla da komünist yönetime karşı tutumu merak ediliyordu. Hücre hapsinde geçirdiği 2 yılın ardından 1957 yılında serbest bırakılmış ise de henüz temize çıkmamış; bu sefer de polis gözetiminde yaşamaya başlamıştı. Bu tarz suçtan alınanlar için aklama mahkemeleri kuruluyordu ve bu kişiler mahkemeden temiz belgesi almadıkları sürece suçlu kabul ediliyorlardı. Cezaevinden sonra Gulca’ya gelerek buradaki öğretmen okuluna devam eden Kurban 1958’de buradan mezun olmuş ancak bu sefer de başka bir sıkıntı ile karşılaşmıştır. Henüz aklama mahkemesinden temiz belgesi alamadığı için, çalışma kampına alınmasına karar verilmişti.   

Çalışma Kampında Komün Hayatı

Çalışma kampları bugünkü toplama kamplarının atası olarak kabul edilebilir. Bu kamplar,  Çin propagandasının baskı ve şiddet yoluyla kabul ettirildiği mekânlardı. Buraya gönderilen mahkûmlar, “ekmek ile değiştirilen” ve “ekmek ile eğitilen” şeklinde iki farklı gruba ayrılıyordu. İlk grup, ağır suçluların bulunduğu gruptu. Ekmek ile eğitilenler ise hafif suçluların bulunduğu yerdi. Kurban hafif suçluların bulunduğu kampa alınmıştı. Çok sıkı güvenlik önlemleri alınmasına rağmen kamptan sık sık kaçmayı başaran Kurban, ailesiyle kamp dışında buluşma imkânı buluyordu. Burada tahıl birimine verilmiş, buğday harmanında çalışmaya başlamıştı. Yaz aylarında tahıl birimindeyken, kış aylarında ise kömür ocaklarında çalışmaya mahkûm edilmişti. İşte onun hayatında çok önemli bir yer edinen “Abdulveli Guli” ile de bu kampta tanışmıştı. 

40 yaşlarda olan Guli, Ürümçi’deki üniversitenin Fizik Bölümü’nün bölüm başkanıydı. O da kendisi gibi milliyetçilik suçlamasına maruz kalmış ve eğitilmek için kampa alınmıştı. Kamp alanında gizli gizli buluşarak Türk Tarihi ve Doğu Türkistan Tarihi üzerine sohbet etme fırsatı buluyorlardı. Nihayet 30 Ekim 1958’de başlayan kamp hayatı, 13 Temmuz 1962 tarihinde sonlanmıştır. Ancak kamptan temiz kâğıdı verilerek çıkartılan Kurban, o yıl yaşananlar karşısında dehşete düşmüştür. Çünkü Çin yönetimine karşı isyan seslerinin çoğalması neticesinde, Çin Ordusu Gulca’ya girerek şehir nüfusunun tamamına yakınını kurşuna dizmiştir. Bu olaylara şahit olan Kurban’ın Çin yönetimine karşı takındığı iyimser tavır da, artık geri dönüşü olmayan bir düşmanlığa dönüşmüştür. 

1964 yılında ise bir başka sıkıntılı dönem başlamıştır. Çin’de “siyasî danışma kurulu” olarak adlandırılan, merkezlerden ilçelere kadar çeşitli kademelerde şubeleri bulunan bir kuruluş bulunmaktadır. Burası, Çin içerisinde bulunan ve Çin karşıtı olanların beyinlerinin yıkandığı bir başka kurumdur. Kurban 1964 yılının Ekim ayında yöneticiler tarafından bu kuruma çağrılmış ve sorgulanmıştır. Burada alınan kararla da, Gulca’ya yakın bir yer olan Mayıs Komünü’ne alınmıştır. Bu yaşam alanına alınanlar çalışma gruplarına ayrılmış ve herkes belli bir bölüme aktarılmıştır. Komün yaşantısının çalışma kampından farkı ise, şahısların saat 7’den sonra evlerine dönebilmeleridir. Burada kişiler çabaları karşılığında not alınmakta ve değerlendirilmeye tabi tutulmaktaydı. 1963 yılında Gölbostan Hanım ile evlenen İklil Kurban’ın bu evlilikten İlçen ve Sofya adında iki kızı, Hilal ve Danyal adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. 

Komünde kendisine, koyun bakıcılığı görevi verilmiştir. 1979 yılına kadar burada hayatını şekilde sıkıntılarla sürdüren İklil Kurban 1979 yılında komünden “temiz kararı”  almış ve aklanmıştır. Böylece esaret hayatı da bitmiştir. Ancak bu, sadece göstermelik bir aklanmadır. Kendisinin komünden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş, ülkeyi terk etmek için çözüm arayışlarına başlamak olmuştur. Bu kararı almak, onun için çok zordu çünkü Gök Bayrak’ın altında bağımsızca geçirdiği çocukluğu, Kızıl Çin Bayrakları tarafından esarete mahkûm edilmişti. Hâl böyle olunca da; çok sevdiği Doğu Türkistan’da yaşamak, artık mümkün olmayan bir duruma dönüşmüştü.

Ayrılık Vakti

Artık Çin’den ayrılma vakti gelmişti. O, hayalini kurduğu bağımsız Türkistan için çalışmayı istemişti ancak Çin artık her yerde etkisini ve baskısını hissettirmekteydi. Birçok Türkistanlı düşünür ya katledilmiş ya da ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmıştı. Ancak nereye gidecekti ki! 

Birkaç arkadaşından akıl aldıktan sonra, Avustralya’ya gitmeye karar verdi lakin Çin, onun bu seyahatine vize vermedi. Bu sefer pek çok dostu gibi Türkiye’ye gelme fikrine yöneldi. Nihayetinde Türkiye’ye gelmek için yaptığı talep kabul edilmiş, 1980 yılında önce Moskova’ya gitmiştir. Bir ay kadar burada kaldıktan sonra da, 1980 yılının Ekim ayında eşi ve çocuklarıyla Türkiye’ye gelmiştir.

Türkiye Yılları 

 Türkiye’ye geldikten sonra hemen emniyet ve istihbarat mensuplarının yakın gözetimine alınan Kurban, belli bir süre bu şekilde yaşamıştır. 24 Temmuz 1981 Cuma günü, T.C. Resmî Gazetesi’nde yayınlanan belge ile Türk vatandaşlığına kabulü gerçekleşmiştir. Ankara’ya yerleştirilen Kurban, burada Türkistan üzerine çalışmalarda bulunan dernekler ile irtibata geçmiş ve iş aramaya başlamıştır. 1981 Ekim’inde Hacettepe Üniversitesi Türk Dili Bölümü’nde uzman okutman olarak görev yapmaya başlamıştır. Burada dil üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmış ve Uygur Türkçesi Sözlüğü çalışmalarıyla kısa sürede adını duyurmuştur. Hamle, Kırım, Türk Kültürü gibi dergilerde yazı yazmaya başlamış; akademisyen olabilmek için ise 1982-1983 Eğitim-Öğretim döneminde Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü 3. sınıf öğrencisi olarak okumaya başlamıştır. 1984 yılında buradan mezun olmuş, daha sonra ise İsa Yusuf Alptekin’in davetiyle İstanbul’a gitme kararı almıştır. İsa Bey; Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Hakkı Dursun Yıldız ile olan yakın dostluğu sayesinde, Kurban’ın burada göreve başlamasını sağlamıştır. 1986 yılında Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine başlayan Kurban, aynı zamanda Doğu Türkistan Vakfı ve Türkistan’ın Sesi Dergisi’nde çalışmalarına devam etmiştir. Yüksek lisans tez çalışmasında Şarkî Türkistan Cumhuriyeti ile ilgili kısımlarda İsa Yusuf Alptekin’e yönelik söylemleri sebebiyle, tezi Nadir Devlet tarafından reddedilmiştir. Sonraki itirazları neticesinde başarılı bir şekilde tezini savunmuş ve mezun olmuştur. Bu durum üzerine üniversiteyle olan bağı kopartıldığı için Ankara’ya yerleşmek zorunda kalmıştır. 

1988 tarihinde ise üzücü bir olay gerçekleşmiş, komün hayatından beri bir an olsun yanından ayrılmayan eşi Gölbostan Hanım’ı kanser hastalığı sebebiyle kaybetmiştir. Bu durum onu derinden etkilese de eğitimine ara vermemiş, Hacettepe Üniversitesi’nde doktorasına başlamıştır. 1992 senesinde “Hocalar Dönemi” isimli teziyle doktorasını tamamlamış; aynı yıl Hacettepe Üniversitesi’nden görevlendirme ile Almatı’ya, oradan da Kazan’a gitmiştir. 1993 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde yardımcı doçent olarak işe başlamış, aynı yıl Taşkent Doğu Bilimleri Enstitüsü’ne atanarak burada Türk Dilleri üzerine dersler vermiştir. 1995 yılında ise, Kazan Devlet Üniversitesi’nin daveti üzerine Tataristan’ın başkenti Kazan’a gitmiştir. 

Kazan, Kurban’ın hayatında yeni bir dönemin de başlangıcı olmuş, Tatar Dili ve Edebiyatı son sınıf öğrencisi olan Roza Hanım ile burada tanışıp evlenmişlerdir. Roza Kurban ve İklil Kurban bu vakitten sonra birbirlerine bütün çalışmalarında destek olmuşlar ve birlikte pek çok araştırma gezisi düzenlemişlerdir. Kurban çifti, Türk tarihçiliğine çok önemli eserler kazandırmışlardır. Bu evlilikten de 1997 yılında Erk isminde bir oğulları dünyaya gelmiştir. Şu an Ankara’da ikamet eden İklil Kurban, 86 yaşındadır. 

Türk Tarihçiliğine Katkıları 

2007 yılında yayımlanan “Gerçekler ve Yalanlar” isimli eser, İklil Kurban’ın belki de en önemli eseridir. Doğu Türkistan ile ilgili hatırladığı anlarını bu eserde toplayan Kurban’ın bu eseri bizler için bir kaynak niteliğindedir. Yine aynı şekilde kaynak eser olarak değerlendirebileceğimiz “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti”, 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Hükümeti’nin zorlu günlerini anlatması bakımından oldukça önemlidir. Bu minvalde hazırlanan “Doğu Türkistan İçin Savaş” adlı eseri de, bütüncül bir Doğu Türkistan tarihi okumamızı mümkün kılmaktadır. Bu iki eser de, Türk Tarih Kurumu tarafından iki kez basılmıştır. 

Dil bilimcilerin başvuru ve kaynak eser olarak kullandıkları Emir Necipoviç Necip’e ait olan Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü’nü de Türkiye Türkçesine kazandırmıştır. Kazan Tatar tarihi ile ilgili yazdığı “Yaşlı Tarihin Yankısı” ise Kurban’ın bir başka önemli eseridir. Kitap Tatar aydınlarının Tatar tarihi, Tatar kimliği ve tarih felsefesi gibi sorunları tartıştığı bir dönemde; bu tartışmaya katılmak amacını taşımaktadır. Temel olarak Bulgar-Tatar tarihi ve medeniyeti konu edilmekle birlikte; Türk, Türkî ve Türk Birliği kavramlarına da göndermeler yapılarak din ve ulusal kimlik arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir. Ayrıca birçok dergide Doğu Türkistan başta olmak üzere Türk dünyasının her bir bölgesi ile ilgili çok sayıda makale kaleme alan Kurban, yaşamış olduğu her günü Türk Milleti’ne ve kültürüne hizmetle geçirmektedir.