Sivil Toplum Kuruluşları Gönüllüsü, Fikir Adamı
ile güncel meseleler üzerine, konudan konuya sohbet
Oğuz Çetinoğlu:
Ertuğrul Kumcuoğlu: Sanırım burada kastedilen beyannameye dayalı gelir vergisi. Ama asıl sorun sadece gelir vergisinde değil. Zaten, beyannameye dayalı gelir vergisi tahsilatı toplam vergi gelirlerin çok küçük bir bölümünü teşkil ediyor. Yani vergi gelirlerinin çok ama çok önemli bir bölümü vasıtalı vergilerden geliyor. Asıl vergi yükü tüketicinin sırtında. Bu durumda gelir vergisi ile ilgili mevcut hukukî yapı adil olsa ne fark eder sorusu akla geliyor. Fakat yine de âdil ve etkin vergicilik ekonomik kalkınmanın olmazsa olmazı diye düşündüğümüzde işâret ettiğiniz çarpıklığın bilinmesinde ve giderilmesinde fayda ve gereklilik var.
Ancak mevcut iktidarın maliye politikası ve vergicilik anlayışıyla bu problemin sağlıklı bir şekilde çözülmesi pek mümkün görünmüyor. Zira Türk vergi sistemi, tabir caiz ise zaten zıvanadan çıkmış durumda. Mesela mevcut siyasî iktidar sadece göreve başladığı tarihle Temmuz 2009 arasında geçen ilk yedi yıl zarfında Gelir Vergisi Kanunu’nda 13, Vergi Usul Kanunu’nda 12 değişiklik yapmış. Bunu yaparken de sistem olabildiğince zedelenmiştir. Ülkemizde gelir vergisi sisteminin ihdas edildiği 1940’lı yılların sonundan o tarihe kadar geçen kırk yılı aşkın sürede bu kanunlarda ancak iki üç defa yeni düzenleme yapıldığı nazarı dikkate alınırsa, bu tavrın iyi niyete yorulması mümkün olmaz. Nitekim de öyle olmuştur ve mevcut hükümetin bu müdâhaleleri bazı yandaş kurum ve kişilere özel çıkar amacına yönelik yapıldığı hususunda ciddî şüpheler oluşmuştur. Bu durumda, sizin de işâret ettiğiniz gibi Türk vergi sisteminde çok ciddî çarpıklıklar, dolayısiyle yanlışlıklar ve haksızlıklar vardır ve bunların ehil ellerce tutarlı bir şekilde giderilmesinde fazla geç kalınmaması hayatî önem taşımaktadır.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Bu husus sâdece bizim meselemiz değildir. Son yıllarda dünya genelinde esmekte olan globalleşme fırtınası bütün ekonomileri dışa açık hale getirmiş ve getirmektedir. Bu sebeple işâret edilen problem bütün millî ekonomiler için kaçınılmaz hâle gelmektedir. Ancak, burada önemli olan dışa açıklık değil ekonominizin dış etkenlere dayanıklılık derecesidir. Bunun da, şahsî kanaatimce, en önemli göstergesi toplam tasarrufların toplam millî gelire olan oranıdır. Yani bağışıklık sisteminizin gücüdür. İşte bizde bu oran çok düşüktür ve işin önemli tarafı bu düşüş son 10 - 12 yılda oluşmuştur. Nitekim 1970’li, 1980’li yıllarda % 25’i görmüş hatta aşmış olan söz konusu oran, bugünlerde ancak % 12-13 seviyesindedir. Bu ciddî bir hastalıktır. Türk toplumu son yıllarda amansız bir hastalığa dönüşen ‘üretmeden tüketme, kazanmadan harcama’ alışkanlığının hayra alamet olmadığını artık görmelidir. AKP iktidarı ile birlikte alışkınlık hâline gelen el kesesinden hovardalık yapma rahatlığını devam ettiremeyiz, ettirmemeliyiz, ettirmeğe kalkarsak da bedeli çok ağır olur.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Göç olayı biz Anadolu Türklerinin yabancı olduğu bir olgu değildir. Anadolu’muz en azından 19. yüzyıl boyunca bir yandan yayılmacı Rus zulmünden kaçan Kafkas göçmenleri, diğer yandan şovenist ve gaddar balkan ırkçılarından kaçan göçmenlerle dolup taşmıştır. Bu durum 20. yüzyıl boyunca da, azalarak da olsa, dalga dalga devam etmiştir. Ama bugün durum farklı görünüyor.
Bugünün göç olgusunu, bence, üç grupta incelemek gerekiyor. Birincisi ‘arızî göçmenler’ diyebileceğimiz grup. Göç kararını verirken bunların nihaî hedefi Türkiye değil, aslında Avrupa birliği ülkeleri. Aralarında Afrika’nın derinliklerinden uzak doğuya uzanan bir coğrafyadan geliyorlar. Ama çeşitli sebeplerle bizde takılıp kalıyorlar. Bu aslında polisiye bir olay olarak algılanabilir. Fakat zamanla sosyal yapımızı zedeleme riski taşıyor ve dikkatle izlenmesi gerekiyor.
İkinci grup, eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen göçmenler. Bu konu temel bir eksiğimizi bir zaafımızı belirginleştiriyor. Çünkü bu insanlar buraya geliyor, rahatlıkla iş buluyor ve çalışabiliyor. Niye? Çünkü bu insanlar bizde belli bir iş gücü açığını kapatıyorlar. Peki, ülkemizde işsizlik oranları yüzde onları aşmış ve her gün biraz daha artarken bu çarpıklık neden kaynaklanıyor. Cevap gayet basit: Eğitim sistemimizden kaynaklanıyor. Çünkü bizim eğitim sistemimiz, bu coğrafyalardan gelen insanların yapabildiği bebek bakımı, yaşlı ve hasta bakımı, küçük el sanatları, bahçıvanlık gibi becerileri olan iş gücü yetişmesine imkân vermiyor. O zaman problem ciddî ve derin, kapsamlı ve ayrıntılı politika değişiklerini gerektiriyor.
Üçüncü gruptakileri kısaca ‘Suriyeli misafirlerimiz’ diye adlandırabiliriz. Onlar da Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu beyefendilerin yanlış ve tutarsız dış politikalarının bize hediyesidir. ‘Bu meseleyi tahlil edip çözümlemek de onlara düşer.’ diye düşünüyorum. Yalnız, bugünlerde Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda batılı ülkelere; ‘ellerine ceplerine atmıyorlar’ diye târizde bulunuyor. Söylenene göre son birkaç yılda Suriye’den dışarıya 25-30 milyar dolarlık bir servet kaçmış. Fakat bundan bizim payımıza bir şey düşmemiş. Bu bakımdan, biraz da ‘Neden Suriye’nin zenginleri değil de fukaraları bizim payımıza düşüyor’ diye sormaları ve düşünmeleri gerektiğini de hatırlatmadan geçemiyorum.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Kültür konusu biraz karışık görünüyor. Soru da ima edildiği veçhile, kültür bütünüyle millî midir? Bundan emin değilim. Nitekim bugün ‘Türk kültürü’ diye tanımlayabileceğimiz değerler bütününün büyük bir bölümü millî değil dinîdir. Ve İslamiyet de millet olarak sadece bizim dinimiz değildir. Nitekim en milliyetçi siyasî partimiz bile temel sloganlarından biri olarak ‘Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman’ sloganını rahatlıkla kullanabilmiştir. Bazı hallerde, kültür deyince akla öncelikle veya -bazı hallerde sadece- işin ahlâk ve sanat boyutu gelmektedir. O bağlamda bile, olayın evrensel boyutu ulusal boyutundan daha zayıf değildir.
Peki bu düğümün çözümü nerededir? Bu konuda Türk aydınları olarak ayrıntıda kaybolmamak durumundayız. O zaman benim önerim şudur: Kültür konusunda bizim tek olmasa bile en önemli millî değerimiz dilimiz yani Türkçemizdir. Türkçemizi ne kadar geliştirebilir, ne kadar sağlamlaştırabilirsek millî kültürümüze o kadar hizmet etmiş oluruz. O zaman Sarı Deniz’den Adriyatik Denizi’ne bir kültür birliğine hizmet etmiş oluruz. Bu bakımdan, devlet adamlarımız dâhil hepimize düşen görev ve sorumluluk ‘bu dille felsefe yapılmaz’ demek değil, bu dili felsefe yapılabilir düzeye getirmektir.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Tanzimat hareketi kesinlikle bir öykünme bir fantezi değildir; tamamen aksine denizin bittiği noktada kurtuluşa giden yolu arayıp bulma çabasıdır. Tanzimat öncesi uzunca bir dönem boyunca gözlenen çözülüp dağılma olgusu, üstüste kaybedilen savaşlar bunun en belirgin göstergesidir. Tanzimat’a taan etmek kolay, ama Tanzimat sonrası parlayan Fuat Paşa, Alî Paşa gibi kişiler kalibresinde devlet adamı yetiştirmekte halâ zorlanmakta olduğumuz da gözden uzak tutulmamalıdır. Peki, o dönemde batıyı örnek almak yanlıştı da doğuda daha uygun bir alternatif mi vardı? Örneğin kutsal topraklarda, İran veya Afganistan’da… Japon aydınlanması da Tanzimat ile eş zamanlıdır ve hemen hemen aynı karakterdedir. Ama onlar ısrar ettiler, biz yalpaladık. Sonuç ortada. Şimdi Japonya nerede biz neredeyiz…
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: AKP hükümetlerinin son yıllarda özellikle dış siyasette izlediği anlaşılması güç, temelsiz ve tutarsız politikalar muvacehesinde bu soru anlamını yitirmiştir. Kaldı ki başındanberi bu konuda samimi olduklarından da şüpheliyim. Türkiye için AB üyeliği artık Kaf Dağı’nın ardındadır. Devlet yönetimi ciddî iştir, ‘…miş gibi yapılarak’ devlet yönetilemez. Hayatın gerçekleri, ‘böyle de yönetilir’ diyenlere, yakın bir gelecekte gereken dersi verecektir. Ama acıyı milletçe çekeceğiz.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Kimler kayıtsız şartsız batı hayranıdır bilemiyorum. Aydın kimdir ondan da emin değilim. Ama hedef bir büyük adam tarafından çoktan ve doğru olarak belirlenmiştir. ‘Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak ve hatta aşmak…’ O zaman eğer milletçe saflarımızı buna göre belirler ve sıkılaştırırsak bu husus da polemik konusu olmaktan çıkar, bu yönde mesafe almamız kolaylaşır.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Kürtçeye cevaz var mıdır, yok mudur sorusu artık geride kalmıştır. Her yerde buz gibi konuşuluyor, Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Çok dilli bir kamu hayatı ne düşünülmeli, ne konuşulmalıdır. Böyle bir arayış, her şeyden önce, bu arayışta olanlara zarar verecektir. Sanırım onlarda bu işin farkındadır. Ama onlarda ‘…mış gbi yapmayı’ seviyorlar.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Bu konuda kamuoyu maalesef karanlıkta bırakıldı ve bırakılmaya devam ediyor. Yeterince bilgi sâhibi olmadığım bir konuda fikir beyan etmeyi doğru bulmam. Ancak, projenin mimarı bile sahayı terkedip kaçıyorsa durum vahim olmalı diye düşünüyorum.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Türk siyasetinin problemlerini böyle marjinal konulara sürüklemek kafa karıştırıyor. Bu soru mevcut seçim sistemini var sayıyor. Ama yanlış olan mevcut seçim sistemidir. Asıl mesele bu ülkede, çağdaş, mantıklı, tutarlı bir seçim ve siyasî partiler kanunları yapabilmektir. Çözüm bütünde aranmalıdır. Bu husus başarılamazsa istediğiniz Anayasayı yapın mevcut sıkıntılar ve şikâyetler devam edecektir.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Özür dilerim, daha önce mütefekkir bir millettik de bilgisayar bu özelliğimizi mi törpüledi? Kanaatımca, bilginin eksiği olur kötüsü olmaz. Onun için bilgiye ulaşımı kolaylaştıran her teknoloji iyidir. Yapılması gereken insanımıza bu bilgi dağarcığının en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceğini öğretmektir. Bu da, başta devleti yönetenler olmak üzere, hepimizin ‘fikri hür, irfanı hür’ insanlar yetiştirmeyi kabullenmemiz ve buna odaklanmamızla mümkündür.
Çetinoğlu:
Kumcuoğlu: Ne demişler? ‘Bir kişiyi birçok defa, bin kişiyi bir defa aldatabilirsiniz.’ Bu yaklaşımlar bir süre tutar gibi görünür, sonra ansızın çöker. Kurgucuları neden, nasıl olduğunu anlayamazlar bile. Bu işin ustası Alman faşizminin propaganda ustası Gobbels bile tarih oldu. Bu tezgâh amacına ulaşıyor mu diye baktığımızda, düşen gazete tirajları, belli insanlar televizyonda görününce harekete geçip kanal değiştiren uzaktan kumanda aletleri şimdilik yeterli alametler sayılabilir. Hiç şüphemiz olmasın, uzun vadede akıl üstün gelecek, ahlâk kazanacak. Ama unutmayalım, ahlâk da temelde evrenseldir.
|
‘
‘
OĞUZ ÇETİNOĞLU |