Ne güzel değil mi!... Türkiye’de Ermeni kökenli olmayan herhangi bir şahıs, kendi sahasında rakip gördüğü bir kimseyi geri plâna itmek istediğinde, büyük planlar tasarlamasına hiç lüzum yok denebilir. Çünkü, ülkemizde 1970’lerden bu yana adeta, her derde deva bir çare bulunmuştur ki, sormayın gitsin!... Sizleri fazla merakta bırakmak istemem. Durum aynen şudur: Komünist Lider Lenin’in buyurduğu gibi; (Hasmına çamur at. O tutmazsa izi kalır.) Biz de öyle yapmaya başladık. Çünkü, bizim çamurumuz da hazırdı. Bu nasıl bir çamurdu? Şöyle bir çamurdu: Özel surette hazırlanmış ve çok özel konularda kullanılmaktaydı. Mesela: “Deniz Gezmiş, Abdullah Öcalan, en sonuncusu ise Sayın Kılıçdaroğlu” adları geçen şahıslara atılan çamur ise, özel imalâttı (!) ve adı: (ERMENİ DÖLÜ VEYA ERMENİ KÖKENLİ) gibi tabirlerle bezendirilmiş ve tam manada iz bırakabilmesi için bu talihsiz isim bilhassa seçilmişti. Çünkü ona sahip çıkan kimse olmamıştır ve zaten olamazdı. Niçin mi? Onu da arz edelim: Çünkü, asırlar boyu açıkça “Türklerin saflarında yer alan, Türk Devleti’nin Milli Menfaatlerini açıklıkla savunan yegane Gayr-ı Müslim kavim, Osmanlı Ermenileri” olmuştur. Demokrasiden, insan haklarından vs. söz eden kimselere siz katiyen inanmayın. Zira bu kimseler; “hayvan haklarına” sahip çıkarlar lâkin, söz insan ve bilhassa Ermeni haklarına geldi mi, değil sahip çıkarak, hakkını korumak, esamisi dahi okunmaz. Çünkü, ne gerçek insan ve ne de Ermeniler hayvan değillerdir de ondan!.. Konudan, konuya atlamıyorum. Sadece uzak ve yakın konular arasındaki yanlış, doğru bağları açıklıkla belirtebilme çabasıyla konumuzu işliyor ve sütunlara aktarıyorum. Çünkü, bizim insanımızın gerçekleri yansıtan bu kayıtları dikkatle okuyup, Türkiye’de “Irk ve Din ayırımı” metotlarının nasıl yürütüldüğünü açıklıkla görebilip, yanlışları, doğruya çevirebilme çabalarına, “Millî Menfaatlerimizin” sıhhatli şekilde korunabilmesi inşasında, bir tuğla da sizlerin koyabilmesi için!... Meselâ, bendeniz bu satırları yazarken birdenbire aklıma takıldı. Şöyle ki; Türkiye’deki Azınlıklardan söz edilirken, konu bir şekilde İspanya ve İspanya’dan Osmanlı’ya göç eden Yahudiler de konuya alınmaktadır. Acaba bunun asıl sebebi nedir? Evet, İspanya’dan kovulmuşlar ve böylece Osmanlı’ya sığınmışlar. Lâkin, onların; “Yerli Rum ve yerli Ermenilerle” ne alâkası var?!... Bizler sığıntı değiliz. Anadolu’nun öz be öz insanları ve gerçek manada Osmanlılarız. Yânî, ne göçmeniz ve ne de sığıntı. Bizleri böyle göstermek isteyenler birer hakiki yalancılar ve kendilerini de bu kuyruklu yalana inandırmış kimselerdir. Koca Osmanlı-Türk İmparatorluğu muhteşem mazisi içinde nice büyük işler başarmış ve nice krallıklara hükmetmiş, yedi cihana diz çöktürmüş olmasına rağmen; 1800’lerden itibaren ırkçılık ve taassbun kademeli şekilde ön plana çıkmasıyla nihayet; “Beş milyon km. kare olan İmparatorluk topraklarını; yedi yüz seksen bin km. kareye inmesine sebep olmuşlardır.” Şimdi sormak lâzımdır: Bir Cihan İmparatorluğu’nun yoklara kaymasına sebep olanlar, sadece ve sadece Ermeni ve Rumlar mıdır?... Bir başka ifade ile; acaba güçleri yeter miydi... Jön-Türk ve İttihatçı hareketlerini meydana getirenler acaba hangi Ermeniler, hangi Rumlar’dı???!. Kendi Padişah’ı karşısında hesap soran bir tavır içinde bulunan, Alman İmparator’una gelince, esas duruşta selâmlayan, esas duruşta hitap eden kimse; acaba kimdi, kimlerdendi?... Cefakâr Mehmetçiği Sarıkamış’ta Allah-ı Ekber Dağlarına, sırtlarında yazlık elbise, ayaklarında yırtık çarıklarla süren ve onların donarak ölmelerine, hem de tek mermi atamadan şehit olmalarına başlıca sebep teşkil eden kimdi veya kimlerdi?.. Soruyorum: Yorgo mu, Agop mu?... İşe gelindiği zaman: “OSMANLI-TÜRK İMPARATORLUĞU”, gelmediği zaman: “PADİŞAH ANALARI, OSMANLIYLA HESAPLAŞMA” gibi sivri başlıklarla Osmanlı’nın hatırasını bir takım söylentilerle karanlık yargılara tabi kılmak, doğru mu olmuştur?.. Mazisi ve ataları olmayan bir Millet zaman içinde yoklara karışmaya mahkûmdur. O halde böylesi yanlışları görmezlikten gelmek neyi düzeltir ve Türk Milletine ne kazandırır?... Ağır zararlardan gayrı hiçbir şey veremezlerdi!.. Şayet bir nebze olsun bir bütün olarak kendimize dönmeyecek olursak, yarınlarımız; “Milli Birliğimiz açısından” sadece tehlike arz eder. Aksini düşünmekse, boş hayaller kurmaktan ileri gitmez!... Nitekim, benim iddiamda ne derece haklı olduğumu açıkça ispat eden bir gazete haberini aynen geçiyorum ki, dün (Pazar) TV-Haberleri vermişti: (BOZKURTLARI, ÇAKALLARINLA KARIŞTIRMA!) Bakınız: (MİLLİYET GAZETESİ – 25 Nisan 2011 Pazartesi) Bendeniz bu hususta hiçbir şahsi yorumda bulunmuyorum. Zira, normal vatandaşlık babında, statükodaki yerim cümlece malûmdur!... Ancak, hemen hepimiz de aynı gemide olduğumuza göre, en azından ülkemizin huzur ve millî birliği açısından tehlike arz eden her ne var ise alâkadar olmam kesinlikle elzemdir. Çünkü maazallah, gemi batacak olursa, hepimiz de aynı gemide olduğumuzdan aynı kaderi paylaşmaya mecbur kalacağız!... Zira, yukarıdaki satırlarda okuduğumuz çirkin benzetmeler ülkemize “bölünme tehlikesini” işaret etmektedir. Kim haklı, kim haksız? Bu husus çoğunluk olanları alâkadar eder. Ancak, şayet kastedilen doğrudan Türk gençliği ise, böyle bir yakıştırmanın iki siyasi fıkraya da sadece zarar getirebileceğini de asla unutmamaları lâzımdır!... Bir gerçek var ve bu gerçeği hemen herkesin kesin bilmesi ve de mezkûr gerçeğin çizgisinden asla ayrılmamaları lâzımdır: (HEMEN HERKES ŞU HUSUSU İYİCE BİLMELİ VE BENİMSEMELİDİR: TÜRK GENÇLİĞİNİN BİR BÖLÜMÜ BOZKURT, DİĞER BÖLÜMÜ DE ÇAKAL OLAMAZ!) Siyasi görüşleri farklı olabilir ve bu tabiidir. Ayırım 1970’li yıllarda nice gencimizin nahak yere telef olup gitmesine sebep olmuştur. Bizler böyle bir felâketi bir daha yaşamak istemiyoruz! Saygılarımla. (TANRI BİR BÜTÜN OLARAK TÜRKİYE’Yİ KORUSUN, BİR KESİMİ DEĞİL! TÜRKİYE’DE TÜRK YAŞAR, İNANCI HER NE OLURSA OLSUN “ÇAKAL” DEĞİL!). Bu makale: (25 Nisan 2011 Pazartesi günü yazılmıştır.)