(İKİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Ergun Göze Merhumun, yazı yazdığı gazetelerle problemlerinin olduğu biliniyor. Sebepleri hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Dr. Metin Eriş: Ergun Göze’nin artık nesli tükenenlerden kabul edileceklerden biri olduğunun en belirgin örneği, önce Tercüman, sonra Türkiye gazeteleriyle olan ilişkilerinde o kadar açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki!..Zîra o, inanç ve savunduğu fikir ve düşünceleri yaşayan biri olarak ideali savunurken bu ideale ihânet eden davranış biçimine tâviz veremeyecek kadar doğru bir insandır. Fikri savunacaksınız, ama çıkarlarınız için gereğinde(!) onu rafa kaldıracaksınız! İşte Ergun Göze’yi Tercüman dan da, Türkiye gazetesinden de koparan bu olmuştur. Birçok insan hatırlamayabilir ama bir zamanlar Tercüman gazetesi, Türkiye’de milliyetçi-muhâfazakâr çizginin önder sesi ve gücü hüviyetine sâhip bir yayın organıydı. O yıllarda aldığı tiraj bunun yansımasıdır. Gazetede bulunan çok sayıdaki değerli yazar arasında, neşriyâta damgasını vuran, aranan ve söylediklerine değer verilen iki önemli isimden biri Ergun Göze’den başkası değildi. Hemen herkes, bütün okuyucular Ergun Bey’i tâkip ederken bilirlerdi ki, o doğru gördüklerini ve inandıklarını bütün çıplaklığıyla söylemekten kaçınmayan karaktere sâhiptir. Okuyucularına kendini ispat etmiş Göze’nin hemen çoğu kimsede görülmeyen asıl ve en önemli vasıflarından biri budur. O, okuyucusuna olduğu gibi, patronuna karşı da açık yüreklilikle doğrularını, yanlışlarını söyleyebilen biri olmayı tercih edecektir. Bu karakter yapısı, Tercüman gazetesine tiraj kazandıracağı iddiasıyla Ilıcak âilesinin hanım kanadının ortaya attığı magazinleşme politikasına karşı sert uyarılarda bulunmakla kalmayacak; kendi düşüncelerine ve değerlerine uymayan tavır dolayısıyla da maişet kapısını fedâ etmekten kaçınmayarak gazeteden ayrılacaktır... Sonuç Tercüman gazetesi ve Ilıcak âilesi için, Ergun Gözenin doğruları istikâmetinde tecelli edecektir, ama olan Türk insanının değer hükümlerinin müdafaasına sâhip bir yayın organının çöküşüdür!

Çetinoğlu: Sonra Türkiye Gazetesi…

Dr. Eriş: Türkiye gazetesinde eski dostlarıyla buluştuğu gibi yeni nesillerin de ufkuna hitap etme hayâlinin gerçekleşeceğini de tahayyül eder. Zira Tercümanın yerini Türkiye almış görünmektedir. Gazetenin ilk günlerdeki iddiası da bu merkezdedir. Fakat magazinleşme hastalığı, dînî kesimden güç aldığını söyleyenlere bile sıçramakta gecikmeyince, Göze’nin tavrı yeniden bütün ahlâkî hükümleriyle gündeme girecektir. Buradaki ‘magazinleşme’ kelimesi, dünyâya bakış noktasındaki magazin değil, iddia ile, yapılanların farklılaşması anlamında kullanılmaktadır!.. Böylece Ergun Göze yine dimdiktir ve tavrını, inanç dünyâsını yansıtacak tarzda ortaya koyacaktır. Yâni ya savunulan iddialı fikirler yönünde davranılacak veya kandırmacılığa kayılacaksa Göze, bu işte yoktur... Nitekim maddî ihtiyaç içinde olmasına rağmen, prensipleri uğruna, Türkiye gazetesindeki köşesinden istifa ederek ayrılmayı tercih edecektir.

Çetinoğlu: Tanıdığım, bildiğim Ergun Göze, aynen Mehmet Turgut gibi, bulunduğu mevkiden güç alan değil, bulunduğu mevkiye güç veren bir insandı. İçine konulduğu kabın şeklini kolayca alabilen insanların bolca olduğu bir basın dünyasında, idealleri uğruna îtibar kazandırdığı mesleğinden ayrılması, çok mânâlı bir hareket olsa gerek. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Eriş: 20’nci yüzyılın maddeleştirdiği insan yapısıyla kıyaslandığında, Türkiye’mizde kaç kişinin böylesi inançlı davranış biçimini sâhiplenebileceğini sorduğumuzda, herhâlde kolayca, çok sayıda diyemeyeceğimiz gibi, etrâfımızda isim bulmakta zorlanacağımız da muhakkaktır. Fakat Göze, inandığı ve İslâmiyet’in ahlâkî düşünce yapısıyla bütünleşen varlığına ihânet etmeyecek kadar sağlam karakterli, aksini kendi nefsinde cevaplamak bile istemeyecek kadar dürüst ve inançlı bir insandır. Onun için doğrularla yaşamak, çok ama çok öndedir ve bu, sâdece şekil değil bir hayat tarzıdır...

Çetinoğlu: Maddiyatla alâkası nasıldı?

Dr. Eriş: Çok parası olduğunu hiç görmediğim Ergun Göze’nin, cebindekiyle ve olabilecekleriyle, Türk insanındaki o bitmeyen mükrim vasfına sâhip olduğuna pek çok defa şâhit oldum. Orta Asya’lardan başlayarak yaşadığımız ve bütün yurtlarımıza taşıdığımız ‘ikram ahlâkı’ onun için vazgeçilemezlerdendi. Göze’lerin Moda yolu üzerindeki devlethânelerindeHicrân Yengenin, madde ve mânâ zenginliği ile bezenmiş sofrasında bulunmak, hep bana Sivas’ta bir Anadolu beyinin ikrâmında kabul görmek gibi gelmiştir... Ama bu, Sivas beyinin vaadine bağlı olarak ‘Sivas kebabını Sivas’ta yemek’ şansını bir türlü elde edemeyişi önleyen bir sonuç değildir. Bu dostâne muziplik nasıl gündeme geldi hatırlamıyorum ama RâsimCinisli, ben ve Ergun bey arasında, yıllarca sürecek bir nüktenin konusu olmaya devam edip gidecektir... Ancak şurası muhakkak ki özellikle ev dâvetlerindeki güzide berâberliklerde zorlandığımızsa ikrâma eşlik eden sohbetin güzelliğine ulaşabilmek için gereken zamâna hâkim olamamaktı. Bu bizleri hep ikilemle karşı karşıya bırakmıştır...

Sevgili Ergun Göze’nin, sanırım en sıkıldığı husûslardan biri, uzun bir süre belli bir yere bağımlı kalmasıdır! Fakat garip değil mi? Bu yerinde duramayan ve fakat bütün, güzel ve doğru yeniliklere açık insan, bilgisayarla ilgilenmeğe başladıktan sonra, inanılmaz bir şekilde yerine bağımlı hâle gelecektir! Çağdaş teknoloji mi onu esir almıştır, yoksa o mütemâdiyen öğrenmek isteyen iç dünyâsı dolayısıyla yeni bir melce mi bulmuştur? Bunun cevâbınıkolav vermem mümkün değildir... Ama bilgisayar kullanmayı ve onunla haşır neşir olmayı, çoğu insanın yürümeğe bile üşendiği bir yaştan sonra öğrenecek kadar teknolojiyle iç içe olabilmesidir ki Ergun Göze’nin ne kadar çağını yakalayabilen bir ruh dünyâsına sâhip olduğunun en güzel örneğidir.. Bildiğim özelliklerini hatırlamağa çalıştığımda hemen bir gülümsemeyle birlikte gözümün önüne gelenlerden biri, sofradaki inanılması zor hızıdır. Doğrusu ben kendimi hızlı yemek yiyenlerden biri olarak bilirim. Ama sıcak ve soğuklardaki hızım hâriç, aziz dostla hızlı yemek yemek konusunda yarışmamın mümkün olmadığını defâlarca tescil durumunda kalmışımdır.

Çetinoğlu: Tutkulu bir insan mıydı?

Dr. Eriş: Tercüman Gazetesi’nin yıllarca yaptığı büyük hizmetin ne yazık ki tamamlanamadığını yaşayanlardan biri olarak tutku hâlinde, milliyetçi-muhâfazakâr, özüyle sözünün bütünleştiği, ilmi ve fikrinde sapma yapmayacak bir yayın organının eksikliğini dile getirdiği konuşmalarındaki sebâtıdır. Konuda yılmadan projeler hazırlamaktan, bunu gerçekleştirmenin bir vatan borcu olduğunu savunmaktan asla yılmamıştır. Fakat gözü kör olası maddî imkânsızlığımızı, başkalarındaki kaynakla bütünleştirme imkânını elde edemeyiş, onu hep hüzne sevk etmiştir. Gerçekte çevremize baktığımızda, sağın da solun da fikrî ahlâkı bütün kurallarıyla yerine getiren yayın organından ne kadar mahrum olduğu görülecektir. Yâni Ergun Göze haklıdır. Ama acaba kamuoyu bu ölçülere gerçekten hazır mıdır? Yâhut Tercüman gazetesinin zirve dönemlerindeki şartlar bugünle ne kadar uygunluk içersindedir! Kısaca maddeleşen, partileşen, cemâatleşen ve nihâyet kozmopolitleşen insan yapısında medya mı insanımızı, yoksa insanımız mı medyayı bozmaktadır, diye sormak acaba çok mu yavan olur!...

Her şeye rağmen ülkesini, insanını karşılıksız seven münevverler için bildikleri en iyi işte bir şeyler yapmaları gereği düşünüldüğünde, Ergun Gözenin yalana dolana bulaşmamış dosdoğru bir gazeteye olan ihtiyâcımız fikrinin tahakkuku, ne kadar da doğru olurdu! Hele şahsî ve/veya maddî çıkarları için başkalarının kirli çamaşırlarıyla uğraşırken kendi gözündeki merteği görmekten uzak, daha çok kazanmak ve kazanırken dolandırmaktan kaçınmayacak kadar fütursuz bir medyaya sâhip Türkiye’de, doğruları dosdoğru söyleyebilen ahlâklı insanların sâhiplendiği ve/veya yazdığı bir yayın organı hasretini çekmek yanlış mıdır? Acı olansa 21’nci yüzyıla girilmiş olmasına rağmen böyle bir yayın organından hâlâ mahrum olmak ve bunun hasretini duymak değil midir? Hele yıllarca fikirde ve düşüncede hür, ülkesinin insan kalitesindeki düşüşü içi yana yana gören bir yazı ustasının, kurtuluş reçetesi olarak bu hayâli kurması ve bundan medet umması hem güzel hem de acı değil midir?

Çetinoğlu: Merhum Göze; Cemil Meriç, Peyami Safa ve Necip Fâzıl Kısakürek’i ‘Üç Büyük Mustarip’ olarak tavsif eder. Ergun Göze, basın hayatındaki inkisarları sebebiyle ‘Dördüncü Büyük Mustarip’ konumundadır. Hayatının son dönemleri hakkındaki tespitlerinizle röportajımızı bitirebilir miyiz?

Dr. Eriş: Bir dönem, iki ayrı gazete hâlinde gündeme giren Tercüman kavgaları içersinde bizlere yeniden doğruları verme şansını yakalar Ergun Göze. Fakat bir süre sonra çöken değer hükümleriyle önce millî değerlerini, inandıklarını savunanlarını kaybedenler; siyâseti, ideolojiyi hatta dînî değerleri kullananların ise prim yapanlar ülkesi hâline dönüşen Türkiye’de, ‘kelâynak’ gibi nesli tükenenlerden başka bir şey olmadığını görecektir! Bu yüzden buradan da kopacaktır.

Onun maddî sıkıntılar yaşarken Boğaziçi Yayınevi’ndeki cehdini ve bu iki noktada devam eden sıkıntılılarını anlatmak konusundaki ketumiyetini ise ancak dost gözler hissedilebilir. Dost hâlesinin şekilde ve gönül gözünde farklılaştığı ise kaçınılmazlardandır. Ergun Göze’nin Fethi Ağabey sonrasındaki en yakın çevresi arasında gördüğüm ve sanırım niye ben de yoğum deme imkânın; ortadan kaldıracak isimlerden biri, sanırım Rauf Denktaş beydir. Bu güzide dostluğun Kıbrıs’ta ve Türkiye’de karşılıksız devâmının en güzel yansımalarından biri ise şüphesiz Ergun Göze Bey’in hâtıralarının kamuoyuna duyurulduğu toplantıda Rauf Beyin bulunmasıdır. Gönül dostları arasında görebildiklerim bir elin parmaklarını aşar mı? Bunun için fazlaca bir şey söyleyemem! Ama onun dost hâlesinde yer aldıktan sonra artık oradan çıkabilmenin kolay olamayacağını bilme şansına ulaştığımı söylemekse, benim açımdan güzelliklerden bir güzelliktir, diye düşünüyorum. Hele son yıllarda yaşadığım sıkıntılar arasında bana yardım edemeyişinin ızdırâbım gözlerinde okuduğumda, bir anlamda böylesi dostların beni ayakta tuttuğunu düşünerek gerçek dostluğun sırrına ulaşmak ne kadar büyük bir şanstır benim için bilir misiniz? Hiç değilse her şeyi istişâre edebileceğim ve dertlerimizi karşılıklı dile getirebileceğim bir gönül dostuna sâhiptim Ergun Göze’nin şahsında. Ne büyük bir bahtiyarlıktır bu. Ergun Göze’nin dostluk çemberinde yer alanların şanslı oluşlarının o kadar çok veçhesi bulunmaktadır ki... Kısaca yetişmesi kolay kolay mümkün olmayan Ergun Gözeler, bulunmaları gerektikleri yerlerin çok dışında kalmağa mahkûm mu olmalıdırlar?... Kaybeden mi? Herhâlde Ergun Gözeler değildir...

Daha önce de söylemiştim. Boğaziçi Yayınevinin başına geçtikten sonra emen her gün mutlâka, ama mutlâka telefonla görüşürdük. Şöyle veya böyle bir sebeple konuşamadığımızda içimize ukde girer, ertesi gün bunu telâfi ederdik. Haftada bir de buluşmağa çalışırdık. Buluşmalarımızda öncelikle ülkemizin meselelerini konuşur, sonra yayınevindeki sıkıntılardan ve Türkiye’mizde giderek azalan ciddî eser okurlarından söz ederdik. Nihâyet konu âilelerimize ve son dönemlerde yaşamakta olduğumuz maddî sıkıntılara uzanırdı. Ama tevekkül ve sabrın inançlarımızın tabiî seyrinde olmasından dolayı kadere boyun bükerdik. Bu arada konu eski dostlara kadar uzanır, özellikle Fethi Ağabeyle Aydın Bolak beyi anmaktan kendimizi alamazdık. Ve aziz dost Ergun Göze iç geçirerek, ‘Hele bu günlerde Aydın Bolak gibi bir dostun istişâre dolu, gani gönüllü dostluğuna ne kadar da ihtiyâcımız var’ değil mi diye sorardı...

Vedâzamânım geldiğinde, tıpkı buluştuğumuz andaki gibi sıkı sıkı birbirimize sarılırdık. Onun sarılışında gönülden gönüle geçişi sağlayacak bir içtenliğin olduğu açıktı. Tam ayrılırken ‘Biliyor musun Metinciğim, Cenâb-ı Hakk’tan en çok dilediğim bu dünyâda çok sevdiklerimden ve de gerçek dost bildiklerimden önce beni katına çağırması. Zîra, artık hele bu yıl birbiri peşi sıra kaybettiklerimizden sonra acılara dayanamıyorum!’ derdi.

Sevgili Ergun Göze peki ya şimdi tıpkı Fethi Ağabey gibi, Aydın Bolak gibi, Mehmet Turgut gibi senin yerini nasıl dolduracağız? Sana daha ihtiyâcımız varken bu ne acele!... Dostlarından önce gitmek arzunu neden bu kadar içten dile getirdin söyler misin!... 

Ama, ne yapalım ki, ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra, Hakk’a yürüyüş kendi seyrinde devam edip gidiyor. Rahmet üzerinde olsun!... (BİTTİ)

Dr. METİN ERİŞ:

7 Aralık 1936 tarihinde Gaziantep'te doğdu. Gaziantep Dayı Ahmet Ağa ilkokulunda, İstanbul Birinci ilkokulda, Galatasaray Lisesi'nde, Avusturya Lisesi'nde okuduktan sonra İstanbul İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi'ni bitirdi. Askerlik görevini yedek subay olarak yaptıktan sonra; Vefa Akşam Lisesi, İstanbul İmam Hatip Okulu, Beyoğlu ile Bakırköy Kız Meslek liselerinde ve Bakırköy Ortaokulunda Lisan, Matematik ve Ticaret dersleri öğretmenlikleri yaptı. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Siyâset İlmi Kürsüsü'nde ‘Doktor’ unvanını aldı.

1969 yılında Sanayi ve Teknoloji Bakanı'nın Özel Kalem Müdürü olarak kısa bir süre çalıştıktan sonra BASF-Sümerbank Türk Kimya Sanayi Anonim Şirketi'nde Genel Müdür Yardımcısı olarak göreve başladı. 2002 yılında buradan emekli oldu.

Kimya İşverenler Sendikası Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği ve Türkiye İşverenler Sendikaları Yönetim Kurulu Üyeliği, İzmit Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanlığı, Kocaeli Çevre Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği, Gebze Dilovası Sanayiciler Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.

Kurucu Üye ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak hizmet verdiği sivil toplum kuruluşlarından bâzıları şunlardır: Milliyetçiler Derneği, Kültür Ocağı, Aydınlar Ocağı, Türk Edebiyatı Vakfı, İbn-ül Emin Mahmut Kemal İnal Vakfı ve İlim Yayma Vakfı.

1985 yılında kurulan Türk Kültürüne Hizmet Vakfı'nda, 1986 yılından itibaren önce Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, 1994 Aralık ayından 2010 yılına kadar Yönetim Kurulu Başkanı olarak hizmet etmiştir.

Hâlen Kültür Konseyi Başknı olarak kültür sahâsındakii hizmetlerine devam etmektedir. 

Metin Eriş evlidir ve bir oğlu vardır.

Yayınlanmış kitapları:

Siyaset Tarihimizde CHP: Özel Baskı, 1968. (Celal Bozkurt takma adı ile)

Asgarî Ücretler ve Türkiye'deki Durum: Şeker-İş yayınları, 1969.

İşverenin İşçi Karşısındaki Ödevleri: Şeker-İş Yayınları, 1970.

İşletmelerde Prodüktivite Unsuru Olarak Ücret: Sümerbank Dergisi ilavesi, 1971.

Amerikan-Rus Emperyalizmi: Boğaziçi Yayınları, 1974. İkinci Baskı 1978.

Kemalizm, Marksizm ve Ecevit: Boğaziçi Yayınları, 1976. (Celal Bozkurt takma adı ile)

Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve Halka Açılımı: Boğaziçi Yayınları, 1983.

Gönül ve Dostluk Üzerine: Gebze Gazetecilik ve Mabaacılık, 1995.

Dünya ve Türkiye'yi Gözlemlerken Meselelerimiz: Boğaziçi Yayınlan 1997.

Ülkemde Demokrasi Arıyorum: Boğaziçi Yayınları, 1999.

Avrupa Birliği ve Küreselleşmeye Havet: Cem Ofset. 2007.

Gönlümde Taht Kuranlar: Kubbealtı Neşriyatı, 2009

Yelkovanın Ucundan Düşen Takvim Yaprakları:  (Hatıralar) Boğaziçi Yayınları. 2011 (İki Cilt)

İktisadî Kalkınmanın Kültürel Temelleri ve Türkler: (Oğlu Celal Kâmil Eriş ile birlikte) Başlık Yayınları, 2011

Ayrıca, çeşitli dönemlerde değişik gazete ve dergilerde, 500'e yakın makalesi yayınlanmıştır.