Karşımızda bulunan kişiyi anlamak için,  kendimizi onun yerine koyar ne düşündüğünü, neler hissettiğini anlamaya çalışırız. Duygu ve düşüncelerini hissedebilmenin, içinde bulunduğu durumu anlayabilmenin yolu empati kurmaktan geçiyor, buna duygudaşlık yani karşımızda bulunan kişinin duygularını hissetmek, ortak olmak, içimizde yaşamak da diyebiliriz.
Dünya üzerinde sağlıklı, sağlığı bozuk, engelli birçok kişi yaşamakla birlikte, yaşadığımız iç ve dış mekânlar sağlıklı kişilere göre tasarlanmış olması, engelli ve sağlığı iyi olmayan diğer kişilere yapılan bir haksızlıktır. Oysa bu dünya hepimizin ortak yaşam alanıdır.  
Görme engelli bir kişiye göre, renk ve şekiller çok da önemli değildir çünkü tek renkleri vardır oda siyah. Yaşadıkları mekânların can ve mal güvenliği, karşılaşacakları kaza ihtimalleri ve alınacak önlemler daha fazla önem kazanır. Engelli vatandaşlarımız için hayatı kolaylaştırmak, onlara yardımcı olabilmek hepimizin asli görevleri arasında olmalıdır.
Bunu duygudaşlık (empati) yaparak daha iyi anlayabiliriz. Bunun ile ilgili yaşadığım bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir iş için bilmediğim bir şehre gitmiş, bir kamu kuruluşunun misafirhanesine birkaç gün için yerleşmiştim. Sabah kahvaltı yapmak üzere odamdan ayrılmış, kapıyı kilitlerken aniden bir ses duymuştum. 
- Bakar mısınız, bana yardım eder misiniz? Diyordu sesin sahibi. 
Dönüp baktığında seslenen kişi, koridorun sonunda bulunan odanın önünde duruyordu. Bacakları kalça hizasından, kolları ise dirsek üzerinden itibaren yoktu. 
-Buyurun diyebildim. Kısık bir sesle.
- Anahtar içerde kapının arkasında kaldı alabilir misiniz? 
Kolları ve bacakları olmadığı için kapı koluna ve anahtara yetişemediğini fark etmiştim.
- Tabi ederim. Diyebilmiştim.
Ağır ağır kapıya doğru ilerlerken içimde inanılmaz bir üzüntü belirmişti birden, yavaşça elimi kapının arkasına, kilitte takılı duran anahtara uzatıp çıkarıp anahtarı almıştım.
- Kilitlememi ister misiniz? 
- Evet, kilitleyin sonra da anahtarı bana uzatın lütfen, demişti.
Kapıyı iki kez kilitledikten sonra anahtarı uzattığımda, iki elini uzatır gibi kollarını uzanıp anahtarı almıştı.
- Asansörün kapısını bana açıp ineceğim kata basar mısınız?
- Elbette. Kaçıncı kata ineceksiniz?
- Kahvaltı salonuna, birinci kata.
Koridorda birlikte hiç konuşmadan ilerlemiştik, asansör kapısını açıp birinci katın düğmesine basarken zihnimden binlerce soru geçiyordu.
- Teşekkür ederim.
- Rica ederim, iyi günler diyerek ayrılmıştım.
Bir süre olayın etkisinden kurtulamamıştım, aklımda takılı kalan sorulara cevap bulamıyordum. Kapı kolları ve kilitler yukarıdaydı odaya nasıl girmişti, kapısını nasıl açıp kapatmıştı, odada bulunan yatak yüksekti, yatağa nasıl çıkıp uyumuş ve nasıl inmişti. Asansörde bulunan panolar yukarıda ancak sağlıklı kişilerin yetişebileceği mesafedeydi. Merdivenlerin yanı sıra engelliler için yapılmış bir rampa da yoktu. 
Hayat tesadüflerle dolu olmasına rağmen, belki de o şehre gitmem ve o kişi ile karşılaşmam gerekiyordu, kim bilir belki de bu yazının, yazılmasına bir sebep olması gerekiyordu.
Bu toplumda engelli vatandaşlarında olduğunu, konut ve mekânları yaparken engelli vatandaşlarımızın, oluşabilecek kazalara karşı güvenliğini düşünmeden yapılan iç ve dış mekânların projelendirmesi yapılırken engelli kardeşlerimizin de olduğunu unutmamak gerektiğini düşüyorum. Hepimizin gelecekte potansiyel bir engelli olduğunun unutulmamasını ve engelli kardeşlerimiz için hayatın daha kolay olduğu yarınlar diliyorum.
Sevgilerimle.