En fakir devletlerin yer aldığı gruba “En Az Gelişmiş Ülkeler” denmektedir. Bu ülkeler halkının önemli bir kısmı açlık ve susuzluktan dolayı ölmektedirler. Bundan dolayı bu gruptaki devletlerde fert başına düşen yıllık hububat (buğday, arpa, mısır, darı, çavdar, patates gibi) miktarının artması, ülkenin gelişmesi demektir. Halbuki mesela Türkiye’de bu miktardaki azalış gelişme kabul edilmektedir. Çünkü Türkiye’de ekmek tüketiminin azalması, sebze, meyve, hayvansal ürünlerin tüketiminin artması demektir ki bu gelişme anlamına gelir. En az gelişmiş ülkelerde ise alternatif gıda tüketimi sözkonusu olmadığından hububat tüketiminin artması, halkın açlıktan ölmesinin azalması demektir. Dünyada yaklaşık bir milyar insanın açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunması ve her yıl bunların milyonlarcasının açlıktan ölmesi insanlığın ayıbıdır. BM, on yılda bir bu soruna çözüm bulmak üzere toplantılar düzenler. Bunların dördüncüsü geçen hafta İstanbul’da toplandı. Son kırk yılda bu ülke grubuna giren ülke sayısının yaklaşık iki kat arttığı tespit edildi. Halbuki bu dönemde her alanda üretim artışı gerçekleşmiş olup, batılı ülkelerin ve şirketlerin temel problemi ürünlerini satamamalarıdır. Tarım ve hayvancılık alanında üretim fazlası imha edilmekte veya üretimin sınırlandırılmasının yolları aranmaktadır. İstanbul’daki toplantıya 192 ülkeden yaklaşık 10 bin kişi katılmıştır. Bunlar arasında 50 civarında devlet veya hükümet başkanı ile 94 bakan bulunmaktadır. Açlıktan ölen insanlara çare arayan bilim, siyaset ve devlet adamlarının önemli bir kısmı da kendi ülkelerinde üretim fazlasını problem edinenlerdendir. Dışişleri Bakanımız, uçak biletlerinden alınacak 1 cent yardım ile büyük bir meblağın ortaya çıkacağını, çözüm yolunda önemli bir kaynağın bulunacağın belirtmiştir. Hatırlanması gereken vecize: Adama balık verirsen bir gün doyar; balık tutmayı öğretirsen hergün doyar. Peki son 40 yılda ne oldu da dünyada açlık çeken ülke sayısı arttı? Yaklaşık iki-üç asır önce sömürgeci güçlerin kontrolüne girinceye kadar bu ülkelerde açlık tehlikesi bulunmayıp, her bireri kendi şartlarında ekonomik düzenine sahip idiler. Sömürgeci güçlerle birlikte tek ürün veya tek madene mahkum edilip mevcut üretim-tüketim düzenleri yıkılmıştır. Köleleştirme sürecinde yaşananlar birçokların toprağını terk edip dağlık kesimlere veya yakın ülkelere, sefalet denizlerine gitmesine sebep olmuştur. Bağımsızlık sonrasında ise genellikle eski sömürgecilerle işbirlikçi veya eski sömürge yönetim tarzını aynen uygulayan liderler sayesinde durum değişmemiş, hatta daha da kötüleşmiştir. Öte yandan yaşanan sınır savaşları veya genellikle etnik temelli iç savaşlar üretimi tamamen bitirip, mevcut imkanları silah alımında kullanmaya yol açmıştır. Sayın Dışişleri bakanımızın, sefaletin tarihi sebeplerini tartışmak yerine, bunun çözümüne çare aranması gerektiği görüşünde haklılık payı vardır. Ancak çözüm aramak için de sebepler tahlil edilmelidir. Hergün büyüyen bataklık ortada dururken sivrisineklere karşı fısfıs kullanmak gerçekçi çözüm değildir. Yeni sömürge mantığı çerçevesinde, plantasyonlaşan ülkelerden gelişmiş ülkelere zenginlik akışı devam etmektedir. Gemilerle muz, kauçuk, maden ve diğer ürünler fakir ülkelerden zenginlere giderken karşılığında pek bir şey gelmemektedir. Gelen para genellikle gelişmiş ülkelerin yatırımcısında kalmaktadır. IMF ve Dünya Bankası politikalarının çok daha ilkel bir şekilde uygulandığı ülkelerde varsa ekonomik değeri olan işletmeler genellikle batılı şirketlerin kontrolündedir. Konuyu daha iyi anlamak için ülkemizde şeker pancarı ekiminin sınırlandırılıp, şeker fabrikalarının kapatılması/düşük kapasite ile çalıştırılması, yabancı şirketinin mısırdan şeker üretme kapasitesinin artırılması örneğine bakmak gerekir. Benzer uygulamaları tütün, hayvancılık, fındık, buğday, pirinç için de görmek mümkün. Global güçlerin baskısı, yönetimleri alternatifsiz bırakırken, hedef ülkelerin üretim kapasiteleri bu güçlerin kontrolüne geçmiştir. Öte yandan en az gelişmiş ülke yöneticileri ve yatırımcıları, gelirlerini veya kârlarını her fırsatta gelişmiş ülkelere, bunların bankalarına aktarmayı tercih etmektedir. İnsanlar açlıktan ölürken yöneticiler ve yakınlarını İsviçre bankalarına hesap açabilmekte, batılı ülkelerde köşk/villa satın alabilmektedirler. Genellikle eski sömürgecilerin bıraktığı çatışma şartları, kalan üç beş kuruşun da silaha harcanmasına sebep olmaktadır. Yapılması gereken, genellikle Asya ve Afrika’daki ülkeleri ve insanları yoksullaştıran bu sebepleri doğru tespit ettikten sonra bundan dönüş yoluna gitmektir. Gelişmiş ülkelerin bu süreçten geri adım atmaları elbette zor olacaktır, ancak imkansız değildir.