Bizce, İstanbul'u, İstanbul yapan, Cihan Pâdişah'ı Kânun-i Sultan Süleyman tarafından yaptırılan ve Mimâran-ı Hâssa, Koca Sinan'ın "kalfalık eserim", dediği Süleymaniye'dir.
Süleymaniye, İstanbul'un tarihî yarımada'sında bulunan yedi tepe'nin en yükseğine binâ edilmiş, Galata'dan, Haliç'ten denizin sıfır noktasından bakıldığında, Ağrı Dağı, Erciyes Dağı gibi azametli ve muhteşem görünür.
Süleymaniye, en güzel ve en ihtişamlı şekliyle Haliç'in kuzey'inen, Perşembe Pazar'ının Zından Kapı, Sokullu Mehmed Paşa Cami'i yakınlarında bulunan küçük bir saha'dan görülür. Buraya Bedreddin Dalan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu sırada Koca Sinan'ın bir heykeli dikilmiştir.
Mimar Koca Sinan, Cami'in inşası devam ederken yükseldikçe bu mekândan çalışmaları ta'kip eder seyredermiş. Gün batımı bu Ulu Ma'bedi buradan seyretmek insan'a başka duygular ve haşyet veriyor.
Merhum Yahya Kemâl Beyatlı'nın,
"Sana dün bir tepeden baktım, Azîz İstanbul,
Gönül tahtıma gönlünce kurul", mısralarında söylemek istediği her halde bu haşyet olmalıdır.
Burada bu güne kadar, hiçbir eser'de ve metinde rastlayamadığım bir başka inceliğe de işâret etmek isterim.
Perşembe Pazarındaki bu noktadan bakıldığında özellikle günbatımında, Muhteşem Süleymaniye, Secdeye varmış bir mü'minin secde halini aksettirir. Dünya'da ancak ve ancak, mimar Koca Sinan'ın yapabileceği bir tasarı ile bakıldığında Ağrı Dağı, Erciyes Dağı gibi Muhteşem ve azametli bir bina, Tevâzuların en asîli ile Rabb'inin huzurunda bütün varlığı ile yerlere serilmiş mütevâzî bir mü'min gibi görünmektedir.
Yıllar önceydi, bir Fransız Parlamento hey'eti Türkiye ziyareti sırasında İstanbul'a da uğramışlardı. İstanbul'daki, Sultan Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Dâru'l-aceze'yi çok merak etmişler, mutlaka ziyâret etmek istediklerini alakalı'lara önceden bildirmişlerdi.
Öyle ya! Altı asırdan fazla bir zaman zarfında İslâm'ın Bayraktarlığını yapmış olan ve Teb'a'sının % 99'u Müslüman olan bir devlet, hem de mutlakıyet idaresiyle idâre edildiği halde, 19. Asr'ın sonlarında 1895 İstanbul'da, Muhteşem ve muazzam bir güçsüzler yurdu yaptırmış, bu yurtta kalabilmenin bir tek şartı vardır, İstanbul Şehrinde en az 5 yıldan beri oturuyor olmak...
Bu şarta sâhip olanlar, milliyeti, ırkı, dini, mezhebi ne olursa olsun, bu acizler yurduna kabul edilmekte ve kaydıhayat şartıyla burada barındırılmaktadır.
Benzeri belki, kimi batı ülkelerinde de vardır, fakat Batı ülkelerinde bir benzeri olmayan ve misafir Parlamento hey'eti'nin bir türlü kabullenemedikleri, anlamakta zorlandıkları, Sultan Abdülhamid Han Hazretlerinin yaptırdığı bu Dâru'l-Aceze'de, buranın Müslüman sâkinleri için Cami, Hıristiyan sakinler için Kilise, Yahûdi sakinler için Havra inşa edilmiş olmasıdır.
Osmanlı'nın din ve vicdan hürriyetine verdiği ehemmiyet karşısında hayretini gizleyemeyen hey'etin başkanı, "aradan geçen bir asr'a rağmen, Avrupa'nın en demokratik ülkelerinin başında gelen benim ülkemde, Fransa'da hastanelerde, hava meydanlarında, önemli kamu binalarında Kiliseler vardır, fakat yanlarında Müslümanların ibadet edebilecekleri Mescitler, Yahûdilerin ibadet edebilecekleri Havralar mevcut değildir. Benim Memleketim, hâlâ Osmanlı'nın bir asır önceki demokratik olgunluğuna ulaşabilmiş değildir." demek mecburiyetinde kalmıştı.
Fransız Parlamento hey'etine Dâru'l-Aceze'den sonra İstanbul'un önemli Turistik ve Tarihî yerleri de dolaştırıldı.
Bu arada Süleymaniye'ye gelindiğinde;
Bizler Türk Hey'eti olarak, Muhteşem Cami'in etrafının pisliğinden, düzensizliğinden, çöp yığınlarından, Cami'in bahçesine yayılan korkunç helâ ufunetinden mahcup olduk, utandık, her birimiz sanki bu utançdan yerin dibine geçtik.
Misafir Parlamento hey'etinin üyeleri ve başkanı bu muazzam Bina'nın ihtişamı karşısında neredeyse küçük dillerini yutacaklardı.
Hey'etin başkanı, "Bu muhteşem Bina'nın Mimarı, tıpkı Leonardo da Vinci gibi insanlığın yetiştirdiği büyük dehâlardan birisidir. Bu Muhteşem eser, sâdece size, memleketinize ait bir eser değildir. Bu ve buna benzer eserler bütün insanlığın ortak kültürel değerleridir. Bu bakımdan Devletiniz bu eser ve buna benzer diğer eserlerin bakımı ve korunmasında ihtiyaç duyarsa Uluslararası kuruluşlardan, meselâ Unesko gibi kuruluşlardan yardım alabilirler, biraz önce Topkapı Sarayı Müzesinde gördüğümüz, Kaşıkçı Elması gibi, safir ve zebercet gibi bu nâdide eser de kesin koruma altına alınmalıdır. Dev bir elmas, safir gibi kıymetli olan bir eser eğer bizim ükemizde bulunsaydı, dev bir cam fanus içine alınır, kar, yağmur, rüzgâr gibi tabiî yıpratıcılardan bu eseri korurduk. Hükûmetinize, ilgili kuruluşlara ricamız, bütü insanlığa miras olarak sizin devlet büyükleriniz, ecdadınız tarafından bırakılan bu eseri lâyık olduğu ehemmiyette koruma altına almasıdır."
Aradan geçen bunca zaman zarfında değişen tek şey, Cami'in geniş avlusu'nun Eminönü Belediyesi tarafından tanzim edilip çimlendirilmesidir.
Cami'in kıble tarafı, Cami Derneği tarafından, sağ tarafındaki zâten dar olan cadde ve sokaklar Eminönü Belediyesi tarafından Otopark haline getirilmiştir. İstanbul Üniversite'sinin bâzı Fakülteleri, Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Hastanesi, Esnaf Hastanesi,
500 Metre çapındaki bu sahadadır, İstanbul Müftülüğüne girip-çıkanları da katarsanız, özellikle mesaî saatlerinde bırakınız arabanızla buralara girmeyi yaya olarak yürümeniz bile imkânsız hale gelmiştir.
Süleymaniye Cami'in'in etrafı iki seneden beridir şantiye halindedir. Eminönü genelinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Cadde ve Sokakların yeniden tanzimi çalışmaları ne yazık pek çok bölgede tamamlandığı halde Süleymaniye Cami'i etrafındaki çalışmalar iki yıldan fazla bir zamandır her nedense bir türlü bitirilememiştir.
(EMİNÖNÜ İLE ALAKALI TESPİT VE ÖNERİLERE DEVAM EDECEĞİZ..)