Eli elimde yarin (4)

Abone Ol
Muharrem’in tam burada ateşi yine yükselmişti. Kız kardeşi Zinnur telaş içinde ne yapacağını bilmeden kafası kesilmiş tavuk gibi bir oraya bir buraya koşturuyordu.
Muharrem o mektubu şöyle bitirdiğini de hatırlıyordu elbette. ‘Her şeye rağmen sizi seviyorum.’
Muharrem hastalandıkça daha çok hatıralara gömülüyor ve refakatçisini de, odadaki diğer hasta ve refakatçisini de son derece olumsuz etkiliyordu.
Odada bulunan diğer insanlar Muharrem uyuyor sanarak konuşuyorlardı.
Nevin iki gözü iki çeşme durmadan ağlıyordu.
-Artık bu yataktan kalkamaz diye ümitsizliğini dillendiriyordu
Muharrem esefle dinliyordu konuşulanları. Kimini anlamıyordu zaten ama ölümünü beklediklerini biliyordu.
Kendi kendine düşünüyordu.
–Sanki Azrail geldi de gitmem dedim.
Muharrem kendini iyi tahlil eden bir duygu ve düşünce adamıydı. Sevmek konusunda neler düşünmemişti bir zamanlar. Bunları birer mektup olarak Nebahat’a göndermişti.  Ama Nebahat sessizliğine gömülür ve asla ses vermezdi.
Sevgi zor zanaat. Sevmeyi bilmek zor mu zor.
İnsanların karşı cinse olan talepleri, arzu ve istekleri sevgi değildir. Bir insan birini sevdiğini söylüyorsa yapacağı şey şudur. Sevdiğini söylediği insanın üzerine titremek. Onun yüzünde hep mutluluk tebessümü görmek
Sevmenin bir karşılığı olamaz. Sevmek yeterince bir karşılıktır zaten. Bir insanı sevebilmek ne büyük saadet.
Hep verebileceksen, karşılık istemeyecek, beklemeyecek, ummayacaksan, hep yakında ya da uzakta onun için yaşayacaksan, yakınında olmayı, onu görebilmeyi saadet sayacaksan, günün birinde vuslat ummayacaksın.
xxx
Muharrem’in hastalığı ilerliyor ama o düşünme yeteneğini, hatırlama gücünü, hafızasını yeniledikçe yeniliyordu.
Sevmek vermektir, katlanmaktır, onu merkeze alarak yaşamaktır. Onun tebessümüyle mutlu olmaktır. Onun hayat şartlarını kolaylaştırmak, onun başarısına hizmet etmekten zevk almaktır. Sevgi hayatımızın merkezindeki bir duygu. O duyguyu yönelttiğimiz nesneler, varlıklar, hedefler değişik elbette.
Aşk, sevginin alev almış hali, köpürmüş hali, tutku derecesi, aklı tatile çıkaran durum. Gözleri kör eden fırtına. Bu yüzden aşkın gözü hep kördür. Ama sevginin değil. Sevgide akıl var, insaf var, vicdan var, ahlak var. Aşk karşılık bekler, verdiğinden çok almak ister. Aşk vuslat arar. Vuslat, kavuşma olmayan aşklar başarısızdır. Başarısız aşklar acı verir. Vuslat muhtemel olduğu sürece aşk devam eder. Vuslat ihtimali ortadan kalktığında şiddet ve nefret doğar.
Xxx
Muharrem günde üç defa burnundan su ve mama ile besleniyordu. Yemek saatlerinde refakatçiye de yemek çıkarılıyordu.
Nevin ve Zinnur sırayla ama daha çok Nevin eşinin yanındaydı.
Muharrem son günlerinin geldiğini hissediyordu. Ama bir beklentisi vardı. Acaba Nebahat hasta olduğunu duymuş muydu?
Muharrem bunu düşündükçe
 –Haberi olsa ne eder eder beni ziyarete gelir diye düşünüyordu.
Bir sabah Muharrem uyandığında gözlerinin içi gülüyordu. Rüyasında Nebahat’ı görmüş ve ona her zamanki gibi nazlanmış, sitem etmişti.
-Hastayım işte ölüyorum. İnsaf et. Hiç mi değerim yok yanında. Gel.
Nebahat yine erkeksi tavrıyla Muharreme tebessüm etmiş ama bir şey söylememişti. Hep öyle yapardı zaten. Bilhassa kızdığı zaman derin bir sessizliğe gömülür, çevresiyle ilgisi kesilirdi.
Xxx
Nebahat bir yüksek düzey devlet memuru idi. Emekli olduktan sonra bir Kültür Merkezi, açmış, işletiyordu. Sağın, dindar kesimin az gelişmiş  aydınları onun çevresinde bulunuyordu. Hiç evlenmemişti. Bir kere çok sevmiş ama hüsranla bitmişti. O yüzden aşka, sevgiye, evliliğe hep mesafeli durmuştu. Muharrem’in kendisine hakikaten derin bir sevgi beslediğinin farkındaydı. Ama bu sevgiye karşı hep mesafeli durmak onun kişilik özelliği olmuştu. Ama duymuştu Muharrem’in hasta olduğunu ve o yataktan kalkmasının zor olduğunu söylemişti şom ağızlı bir aydın. Nebahat bunun üzerine yola çıkmış, karmaşık İstanbul tırafiğinin elverdiği hızda gelivermişti işte. Ama yol boyunca o da Muharrem’in kendisine gösterdiği sevgiyi an an, kelime kelime hatırlamış adeta yeniden yaşamıştı. Muharremin kendisine söylediği her kelimeyi hatırlıyordu.
Xxx 
Kapıdan giren kişi  herkesi hayretler içinde bıraktı. Eşi onu tanıyordu. Evet gelen Nebahat idi.
Muharrem rüyasının çıktığını söylemedi elbette.
-Geçmiş olsun dedi
Muharrem dili damağı kurumuş, dili dişlerine dokunuyor ve konuşamıyordu. Yüzünde bir saadet belirtisi gülücük kırıntısı.
-Hoş geldin derken tuttuğu elini bırakmadı Nebahat’in. Nevin ilk anda yadırgamadı. Gelen misafirin tokalaşması  gayet tabiiydi. Ama dakikalar geçtiği halde Nebahat elini çekmiyordu Muharrem’in elinden. Nevin’in kadınsı içgüdüleri depreşmişti. Ne oluyordu, bu kadar yıldan sonra hem de kendisinin gözleri önünde böyle elele mi oturacaklardı?  Tam pençelerini çıkarmak üzereydi ki, Nevin dikkatle bir hasta eşine bir eski sevgili Nebahat’in yüzüne baktı. Dona kalmıştı Nebahat. Nevin Nebahat’in yüzüne bakınca onun bembeyaz bir keağıt haline geldiğini görünce feryadı bastı. Muharrem Nebahat’in elini tuttuğu an artık ‘gözlerim açık gitmez’ demişti anlaşılan. Ya da her zaman dilinden düşürmediği şarkısını belki de son defa söyleyerek ruhunu teslim etmişti.
Eli elimde  yarin Allah canımı alsın
Teninin sıcaklığı bana hatıra kalsın
İki kadın ve odadaki diğer hasta ve refakatçisi de dona kaldılar.  Zinnur’un acısı ile sevinci birbirine karışıyordu. Ağabeyinin duası kabul olmuştu. Sevdiği kadının eli elindeyken Allah canı almıştı ağabeyinin.
Ne büyüksün Allah’ım. Duaları kabul edensin! Dedi içinden.