Kalktın bir Süpermarkete alış verişe gittin diyelim.
Kasadan ürünler geçirildi ve toplam hesap cebindeki paradan 1 lira fazla çıktı.
‘Bu da Sizden olsun’ diyerek,
Veya  ‘Sonra öderim’ diyerek o kasadan geçebilir misin?
Hayır, geçemezsin.
Elindeki ürünlerin bir kısmını geri alırlar.

Kalktın metrobüse, tramvaya, trene, vapura, belediye otobüsüne binmeye kalktın.
Bastın İstanbul Kartı’nı ‘Yetersiz Bakiye’ diye bağırmaya başladı.
‘Bu seferlik bedava olsun’ diye o araçlara binebilir misin?
Hayır, binemezsin.
Bırak binmeyi, turnikenin öbür tarafına bile geçirmezler adamı.

Oysa dünyanın parasını verir, Bir gazete çıkarırsın,
Herkes bedava almaya çalışır.
Oysa dünyanın zahmetini çeker, Bir kitap çıkarırsın,
Herkes bedava almaya çalışır.
Matbuata yönelik bu ‘Bedava’cılığın altında ne yatıyor acaba?

‘Eskiyi getir, yeniyi götür’ reklam sloganı bir ara çok kullanılırdı.
Buradaki amaç halkın ‘Götür’mek  karşısındaki  zaafından yararlanarak mal satmaktı.
Oldukça başarılı da oldu çalışma.

Ne zaman ki;  ‘Götür’düklerini zannedenler  ‘Verdik’lerini anlamaya başladılar.
İşte o zaman, Bu oyunun da sonu gelmiş oldu.

Hayatta her şeyin bir bedeli var.
İyi bir anne olmak için de ciddi bir bedel ödemek zorundasın, İyi bir baba olmak için de, İyi bir kazak almak için de, İyi bir kitap okumak için de…
Yok öyle bedavadan bir şeyleri götürmek.

Sosyal medyada çok paylaşılır, mutlaka okumuşsunuzdur.
Yazarlar ya;
‘Kalite asla tesadüf değildir’ diye,
‘Kaliteyi ucuza alamazsın’ diye,
‘Ucuz etin yahnisi yenmez’ diye…
Doğrudur o söz.

Bir şey bedava ise orada ciddi bir sorun var demektir.
Ya kalitesi düşüktür,
Ya tadı yoktur,
Ya da son kullanım tarihi geçmiştir.

Elde edeceğin her şeyin bir bedeli, bir alın teri olmalı.
Annenle, Babanın dışında hiç kimse sana iyi olan bir şeyi bedava vermez.

O yüzden;  Şiirlerimiz de parayla, Şiir kitaplarımız da, Ekmek de…