Hayatta insanın hiç unutamadığı, unutmak da istemediği bazı anlar vardır. Hafızanızı bir yoklayın bakalım, sizin de böyle hâtıranız var mı?

Meselâ, sevgilinizin elini ilk tuttuğunuz günkü heyecanı hatırlıyor musunuz?

Soru, genç kuşaklar için çok abes oldu biliyorum. Onlar sokaklarda sarmaş dolaş gezmeye öyle alışkınlar ki, eminim karşı cinsten birinin elini tutmak onlar için çok sıradan bir olay... Bizim için öyle miydi ya...

Peki bu “Sevgililer Günü” yalnız gençler için mi, yoksa bizimgibi ihtiyar delikanlılar için de bir geçerliliği var mı, diye bir soru takılıyor aklıma... Sevginin ve sevgilinin kıymetini bilmeyenler, senede bir kere “Valentin Günü” anısına bir çiçekle, ya da bir hediyeyle ortalıklarda dolaşırken, sadece ekonomiye katkı sağlıyorlar diye düşünüyorum..

Farkındaysanız son zamanlarda her şey ekonomik çıkar ilişkisine dönüştürüldü. Bayramlar, yeni yıl kutlamaları, Anneler-babalar günü ve nihayet sevgililere ayrılan 14 Şubat, “pahalı hediye”lerle gönül alma yolunun kurbanı oldular.

“Canım ne pahalı hediyesi, çingenelerden alınan bir çiçekle de gönül alınır” diyorsanız, roman vatandaşların normal zamanlarda sattıkları çiçeklerle, Sevgililer Günü’nde sattıkları çiçekler arasındaki fiyat farkını bilmiyorsunuz demektir.

*****

Sevgi, insanı insan yapan duyguların en kutsalıdır. İnsanı heyecanlandıran, hüzünlendiren, sevindiren, mutlandıran ve umutlandıran bu duygu, anneye, babaya, kardeşe, aileye, akrabaya, arkadaşa, hatta dağa, taşa, doğaya, renklere ve takımlara karşı da hissedilebilir. Ama karşı cinsten birine karşı duyulan sevgide, anlaşılması ve anlatılması zor bazı özellikler vardır.

“Sevgili” kavramındaki büyünün altında yatan sır da, işte bu açıklaması neredeyse imkânsız olan, ancak yaşamakla tadına ve hazzına varılan duyguda yatmaktadır.

İnsanın erkek ve dişi olarak iki ayrı cinste yaratılması, başlıbaşına muazzam bir sır ve müthiş bir hadisedir. Ya aksi olsaydı, yani sadece erkeklerden veya sadece kadınlardan oluşan bir dünyada yaşasaydık, ne olurdu düşünebiliyor musunuz? Bu ilâhî dengeyi böylesine kuran bir güce saygı duymamak mümkün değil...

Normal şartlarda bir kadının bir erkeğe, bir erkeğin bir kadına karşı duyacağı hisler, yaratılışının gereği cinsel bir cazibeyle örülmüştür. Bu bağlamda sadece “karşı cins”ten olmak bu ilginin doğması için yeterli olmalı değil miydi? Ama öyle olmuyor işte...Gönlümüz yüzlerce binlerce insan arasından gidip sadece “ona” konuyor.

Onu gördüğümüz zaman kalbimizin atışı değişiyor, vücudumuzun bütün hücrelerine bir ateş doluşuyor sanki... Nedir bu?  Ve niye sadece “ona” da, başkasına değil.?

Cevapsız sorular sormak, ya da sorulan sorulara cevap bulamamak insanı bunaltır bazan...  Onun yerine zaman içinde bir yolculuk yapmayı tercih edelim isterseniz.

Hadi ilk sevgiliden başlayarak, yaşadığımız heyecanları tekrar gözden geçirmeyi, hayali de olsa o günleri yeniden yaşamayı düşleyelim.

Sanırım “ilk sevgili” sözünü duyanlar, yoksa ikincisi üçüncüsü de mi var, diye bir meraka kapıldılar. Olamaz mıı, sizin olmadı mı?

Lise çağlarında tanışıp evlenen ve 50-60 yıl aynı yastığa baş koyup hâlâ ilk günkü heyecanla elele tutuşup sokaklarda tonton tonton dolaşan çiftlere bayılıyorum. Hepsine Allah’tan sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.

Kavgasız gürültüsüz geçen yıllar içinde çoluk çocuk büyütüp torun torba sahibi olmak, sonra sevimli bir dede-nine olarak mutluluklara mutluluk katmak ve bunları paylaşmak elbette çok güzel bir duygu. Ama hayatta her zaman herkes bu kadar şanslı olmayabiliyor.

Sevgili deyince gözümüzün önünde canlanan profil sanki “elele tutuşmuş iki genç”ten ibaret. Ama içimizdeki çocuk hiç büyümüyor ki... Ölünceye kadar kadın erkek hepimiz genciz. Ve hayatımızın her döneminde bir sevgilimiz var ve en önemlisi de bir sevgiliye ihtiyacımız var.

O yüzden söze “ilk sevgili” diye başlayanları kınamayalım lütfen...

Bu arada hiç sevgilisi olmayanları, yani bu duyguyu hiç yaşayamamış olanları da unutmamak lazım. Onlara acımalı mıyız, üzülmeli miyiz, doğrusu bilemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim ki, insanın hayatta bazı şeyleri yaşadığı için pişman olması, -telafisi imkânsız bazı durumlar hariç- yaşamadığı için pişman olmasından daha iyidir.

****

Her insanın sevgilisine karşı duyduğu hissin bazı ortak noktaları varsa da, onu bizim için özel kılan iki kişi arasındaki bireysel farklılıklardır. Öyle olmasaydı ikinci bir sevgiliyle aynı heyecanı yaşamak mümkün olmazdı.

Ayrıca sohbetimiz hep “sevmek” üzerine yoğunlaşıyor farkındaysanız. Oysa bunun bir de izdüşümü var. Yani sadece bizim sevgilimiz olması modundan çıkıp, bizim de birilerinin sevgilisi olmamız gerekmez mi? Bu da başlı başına ayrı bir mutluluk.

Başlangıçta bir ömür boyu süreceği zannedilen, daha doğrusu bitmesi hiç düşünülmeyen sevgilerin de bir gün sona ermesi ve “ayrılık” rüzgarlarının esmesi, hiç de az rastlanan bir durum değildir. Sevmenin, sevilmenin ve sevgili olmanın hazzı kadar, ayrılık acısının hüznü de insanın içine bir ok gibi saplanır.

Daha da beteri, sevgililerin bir türlü kavuşamamasıdır ki, geçmişte buna ait çok acıklı hikâyeler, efsaneler anlatılır.

Zeki Müren’in sözlerini yazdığı, bestelediği ve okuduğu, “Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu” şarkısını dinlerken, göz pınarları ıslanmayan kimse var mıdır acaba?

Evet, hangi yaşta olursak olalım, tılsımlı bir kavram olan “sevgili” kelimesi, hepimiz için câzibesini koruyor. Aslında her sevgi, sonsuzluk özleminin bir parçasıdır. Belki büyüsünü de buradan almaktadır.
Onun için hayatımızda sevgisiz geçen bir an bile olmamalıdır.

Ama artık âdet haline gelmiş ya, biz yine 14 Şubat’ın da hakkını verelim. Bir demet çiçek, kondurulan bir öpücük, onun için düşünülmüş küçük bir hediye... En önemlisi samimiyetle söylenen iki sihirli kelimecik... “Seni Seviyorum.”

Eğer bu “Sevgililer Günü”nde de bu şekilde gönlünü alabileceğiniz biri varsa, mezarlık ziyareti yapanlardan veya bir köşede oturup sessizce ağlayanlardan daha şanslısınız demektir.

Kimbilir belki gelecek sevgililer gününde bu fırsatımız olmayacak...

Hepinize sevgiliyle geçirilen sevgi dolu, mutlu günler dileğiyle..