SÖZ KONUSU OLAN: SON VATAN KALESİ TÜRKİYE’DİR!

Önemli not: (Mezkur makalem bütünü ile şahsi görüş ve fikrimi yansıtmaktadır. Mensubu olmaktan şeref duyduğum gazetem hiçbir şekilde makalemdeki görüş ve fikre ortak değildir. Açık mektup mahiyeti arz eden yazımın neşrine müsaade edildiği için, sonsuz teşekkürlerimi alenen belirtirim efendim.)

Evet Efendiler! Söz konusu olan yalnız bizim değil, aynı zamanda “Dünya Türklüğü”nün son kalesidir. Yanî, cümlemizin Türkiye’sidir! Bendeniz, hemen hiçbir siyasi kuruluşun veya savunduğu fikrin taraftarı değilim! Bendenizin savunduğu ve uğrunda seve, seve ölümü göze alacağı yegâne inanç; şu an içinde yaşayabildiğim için, Hz.Allah’a sonsuz şükran duyduğum Türkiye’dir!

Ancak görüyorum ki, bizim siyasilerimiz ve parlamenterlerimiz arasında yıllardır devam edegelen; “sen, ben çekişmesi” cümlemizin son kalesi Türkiye’yi, yiyip bitirecek!...

Militarist bir fikir yapısına göre konumuza eğilecek olursak: “Irk birliği, Bayrak ve Silâh” birinci etapta yeterli olur ve artar bile. Şimdi soruyorum: Gerçekten bu yeterli olabilir mi? Cevabı yine kendim vereyim: Hayır yeterli değildir ve zaten olamaz da!

Tarih iyice tetkik edilecek olursa, Orta-Çağda dahi bu yeterli olmamıştır.

Çünkü, ister kabul edilsin, ister edilmesin: Gerçekler hemen hepimizin ne hayalleri ve ne de idealleriyle örtüşür! Çünkü, gerçekler çoğu kez pek acıdır ve lâkin hakikatin bizzat aynasıdır! Ne bir eksik, ne bir fazla!...

Siyasi fikir yapıları, biri diğerine tamamen zıt partilerin başkanlarına, doğrudan “Lider” tabiri kullanılmakta ve böylece her parti başkanı, lider sıfatıyla değerlendirilmektedir ki, bu tamamen yanlıştır. Zira, herhangi bir siyasî kuruluşun başkanı olmak başka şey, lideri olmak başka.

Ülke’nin kahir ekseriyetine kendisini kabul ettirebilmiş olan fert, hiç şüphesiz liderdir. Sadece kendi siyasi görüşünü paylaşan partililerce benimsenen kimse ise, “Parti Başkanı’dır. Ancak, günümüzde, sapla samanın yekdiğerine karıştığı bir ortam içinde yaşadığımızdan, sıfatlar da ifade ettiği asıl mana’sını yitirmiştir.

Meselâ: Gazi Hazretleri tam manada bir liderdi. İsmet Paşa bir liderdi. Adnan Menderes bir liderdi. Süleyman Demirel daha ziyade Başkan kalmayı yeğledi, Turgut Özal bir liderdi. Alpaslan Türkeş bir liderdi ve siyasiler tarafından her ne kadar layık görülmese de “Tayyip Erdoğan” bir liderdir. Görülüyor ki, lider olabilme özelliğinin anahtarı; biraz da döneminin olağan üstü hadiselerin seyrine bağlı olan özelliklerle bağlantılıdır. Keza sivil idareciler bahsinde: Başbakan Kurmaylarıyla özel bir görüşme yaptı tabiri tamamen yanlıştır. Doğrusu: “Danışmanlarıyla özel bir görüşme yaptı” denmesi lâzımdır.

Görülüyor ki, sıfatların yozlaştırılarak kullanılması, devlet otoritesini sistemli şekilde yozlaştırmaya kaydırılmasının en açık ifadesidir. Devletimizi ayakta tutan hayati müesseseleri, sıfatları önemsemezcesine, sırf ikbal için hoyratça kullanmaya kalkışmamız; dünlerde muhteşem bir İmparatorluğun sonunu getirmiş ve şimdi de cümle Türklüğün son kalesi olan, günümüzdeki Türkiye’yi yoklara gönderebilecek düzeye erişmek üzeredir!...

Lafı uzatmak yersizdir. Çünkü, ülke insanımız; neye inanacağını, hakiki değerin ne olduğunu vs. Bütün bu hayati harsların tümünü de adeta unutmuş gözükmektedir!...

Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, devamlı olarak muhalefet tarafından tenkit edilmekte ve en acımasız şekilde eleştirilmektedir!.. Peki, ülke idaresinin en üst iki makamından ikincisini kimliğinde taşıyan bu talihsiz insanın hemen her hareketi, her icraatı her daim bozuk mudur ve içlerinde doğru olanı hiç yok mudur?..

Bendeniz (AKP’li) olmadığım gibi, hemen hiçbir siyasî kuruluşun da sempatizanı veya taraftarı değilim. Benim siyasî yaşantım; merhum Türkeş’in vefatıyla birlikte son bulmuştur. Evet! Dünlerde Türkeş’in neferiydim. Günümüzde de yeminime sadık kalarak, Türkeş’in çizgisinden hiçbir surette ayrılmış değilim. Ancak, günümüzdeki (MHP’nin) siyasî çizgisi, benim inançlarımın dışındadır.

(CHP’ye) gelince. Sayın Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ilk günlerinde umut vaat eder bir görünüm sergilemiş, daha sonra ise, bir Tayyip Erdoğan sendromuna yakalanınca, gözü Tayyip Erdoğan’dan başkasını görmez olmuş ve hemen her menfi hareketten onu sorumlu tutmayı tamamen bir alışkanlık haline getirmiştir!...

Sayın Başbakan yanlış yapmaz mı? Tabii ki yapar ve şu noktayı da unutmamak lâzımdır ki, nihayeti Sayın Başbakan da bizler gibi bir fanidir ve yanlışlarının olmamasına imkân yoktur. O hâlde kendilerini ağır ithamlarla yıpratmaya çalışacak yerde; muhalefet partileri, iktidar partisi ile bir masaya oturup, ülkemizi bu çıkmazdan kurtarmaya çalışsalar daha isabetli bir icraat olmaz mı!..

Masanın bir ucunda Tayyip Erdoğan, diğer ucunda Apo bir takım anlaşmalar yapmaya çalışmakta ve “Türkiye Cumhuriyeti”nin varlığına kast edilmekte deyip de, lüzumsuz yere feryadı basacağımıza, Sayın Başbakanı yalnızlıktan kurtarmaya çalışsak daha iyi olmaz mı!..

Beyler! Efendiler! Türklüğün son kalesi olan vatanımız dehşetli bir dönem geçirmektedir. Yıllar yılı alışılagelmiş muhalefet dönemlerini yaşamıyoruz. Şu an Türkiye gayrı resmi savaş halindedir. Aziz vatanımız üzerinde muhtelif tasarıları olan dünlerdeki düşmanlarımız, günümüzde de aynı taktiklerle bizi bitirmeye çalışmaktadır. Yani hep birlikte birleşik bir Parlamento olarak ulusumuzu korumaya mecburuz.

(Vur de vuralım! Öl de ölelim!) Bu slogan, bazı art niyetli kimseleri derakap harekete geçirmiş ve Bakırköy’deki Ermeni Kilisesine gündüz gözü saldırı olmuş kilise’nin kapusu tekmelenmiş, ağır hakaretler yağdırılarak, çok şükür kimsenin burnu dahi kanamadan nahoş olay son bulmuştur.

Bakırköy sahiline inerken “Ebu-Ziya Caddesi Nu:34” sağ kolda ve köşe-başında bulunan Ermeni Kilisesi: Ohannes Bey Dadyan tarafından Padişah Fermanı ile kârgir olarak inşa ettirilip: “7 Nisan 1844” tarihinde ibadete açılmıştır. Hemen bitişiğinde bulunan “Dadyan Mektebi ise 28 Şubat 1883” tarihinde öğretime açılmıştır ki, çok şükür her iki kuruluş da günümüzde de Ermeni Cemaatine hizmet sunabilmektedir: (Mayıs 2013).

Ohannes Bey Dadyan” ve dolayısıyla, (DADYANLAR) kimlerdir? Şayet nasipse yeni yazımda sütunumu bu konuya tahsis edeceğim ve özetle bu şanlı, şerefli Ermeni ailesini hizmetleriyle birlikte özet biyografilerini sizlere sunacağım ki, bilhassa yeni nesillerimiz, hamaset tuzaklara düşmesinler.

6 Mayıs 2013 Pazartesi günkü: “HÜRRİYET, MİLLİYET VE HABER-TÜRK” gazetelerinde bu sefer de “Pazar-sabah, ayini icra edildiği” saatlerde “Gedik-Paşa Surp-Ohannes Ermeni Kilisesi” kapusu önünde “yedi el” ateş edilerek kilisede ibadet eden cemaat korkutulmuş, gözcüleriyle birlikte 4 kişi oldukları tespit edilen şahıslar, yaya olarak rahat, rahat yürüyerek oradan uzaklaşmışlar. Kullandıkları kurusıkı tabancadan fırlayan boş kovanlar polis tarafından incelenmeye alınmış. Keza Samatya-Surp-Kevork Kadedrali kapusunda duran Kilise görevlisi de bazı şahıslar tarafından tartaklanmış ve “küfür etmekle” itham edilmiş.

Sayın Patrik Vekili, Aram Baş-Yebisgobos Ateşyan ise ifadelerinde: (Saldırganlar: Siz artık çok oldunuz diyerek havaya ateş açtılar.) buyurmuşlardır.

Sayın Bahçeli! Bir takım kendini bilmez veya özel yetiştirilmiş kimselerin, böylesi iğrenç icraatlarından (MHP’yi) sorumlu tutmak, hemen hiç kimsenin aklına düşmez. Ancak, böylesi iğrenç icraatların sorumluluğunu (MHP)ye yüklemek isteyen art niyetlilerin mevcudiyetini de asla unutmamak lâzımdır!.. Demem odur ki: (Türk, gayr-ı Türk, İslâm, gayr-ı İslâm) nevinden ayırımlara artık son vermenin zamanı çoktan gelmiştir. Unutmayalım ki, Osmanlı bir İmparatorluktu. Yanî bu mukaddes topraklarda yalnız Türk değil, aynı zamanda başka, başka kavimler de yaşamaktaydı ve de yaşamaktadır. Onları yok saymak, Türk Milletinin dışına itmeye çalışmak, Türkiye’mize kazanç değil, zarar getirir!.. Unutmayalım ki, Türkler Orta-Asya’dan Anadolu’ya göçmeden, mezkûr topraklarda yaşayan bazı kavimler mevcuttu ve bizler bugün kalkmışız Kadim-Ermeni Kilisesi’ne üstelik sabah ayini esnasında tehditkâr tavırlar sergilemekteyiz!...

Sayın Bahçeli, Sayın Kılıçdaroğlu! Gün siyaset yapmak değil: “Birlik ve beraberlik içinde” el-ele vermenin günüdür! Başbakana hakaret etmek, Gayr-ı Müslim azınlıkları hiçe saymak, ayin esnasında ibadet edenleri korkutmak, ne İslâm’a ve ne de Türk adına fayda sağlamaz ve tam aksi, neticeler doğurur. Çünkü, Hz.Allah hiçbir surette ayırım yapmaz! Bizden hatırlatmak!...