Değişen duygularımızın sorumlusunu çoğunlukla karşımızdakine ya da karşılaştığımız olaylara yükleriz.

     “Beni üzdün korkuttun/ öfkelendirdin/ sevindirdin.”

    Derken herkesin aynı durum karşısında aynı tepkileri vermediğini de gözlemleriz.

     “Köpekten korktum/köpeği çok sevdim” duygusuna neden olanı anlamak için köpekle ilgili öykümüzü incelemek gerekir.  Özellikle çocukluk dönemimizde anne ve babalarımızın köpek ile olan ilgisi, nasıl davrandıkları yada karşılaştığımız olaylar, kırsalda yada kentte yaşamış olmamız bizim köpeğe karşı duygu düşünce ve davranışlarımızın nasıl olacağını belirler. 

 Yani karşılaştığımız insanların davranışlarından yada olaylardan dolayı öfkelenmek, üzülmek, kaygılanmak, kayıtsız kalmak,  gülümseyip geçmek bizim düşüncelerimiz ile ilgilidir; nasıl gördüğümüzle ilgilidir. Duygu ve davranışlarımızın sorumlusu biziz.

      Ancak çoğumuz içine girdiğimiz duyguların nedenini kendimizde görmek yerine, başkalarına ya da karşılaştığımız olaylara yükleriz. 

    Bu durumda hangi duygular içinde olabileceğimizi bizim değil, başkalarının kontrolünde olduğunu zannederiz.

      O zaman “yaşadığımız öfke, kaygı, çöküntü  hallerinde edilgenizdir yani inisiyatif bizde değildir” gibi bir yanılgı içinde oluruz.

     Bu düşünce ile insanları değiştirmeye ikna etmeye çalışırız, çevremizi etkileme çabasına girebiliriz. İmkansız olanla uğraşmak bizi yorar tüketir. 

       Olması gereken ise imkansız olan dış dünyamızı değil iç dünyamızın düzenlenmesidir. İçgörümüzün geliştirilmesidir.

       İç dünyası farklı olan kişilerin aynı olay karşısında farklı bakış açılarına girmeleri onların farklı duygular içinde olmalarını sağlar.

     Çünkü iç dünyamızda denetim, değişim düzenleme elimizdedir. Yani olay olgu ve objeleri değiştiremezsek de nasıl yorumlayacağımız, ne düşüneceğimiz elimizdedir.      

      Duygu ve davranışlarımızın sorumlusu yorum ve düşüncelerimizdir.

     Yarı dolu bardağın, dolu tarafına bir kısım insanlar sevinirken, boş tarafına üzülenler de olabilmektedir.

     Aslında bardağın dolu kısmı sevinmemizin nedeni gibi görünürken sadece bir vesiledir. Yine aynı şekilde bardağın yarısının boş olması da üzülmemizin nedeni gibi görünürken aslında sadece bir vesiledir.

    İşin aslı ise bardağın yarısının dolu ya da boş olmasından dolayı duygularımızda hiçbir değişim olmaması da mümkündür.

    “Doluysa doludur, boşsa da boştur; bu yüzden sevinecek ve üzülecek bir durum yoktur” da diye düşünerek duygularımızı ve davranışlarımızı bağımsızlaştırabiliriz. Yani üzülmek, sevinmek ya da hiç etkilenmemiş olmak elimizdedir.

   O zaman başkalarının yaptıklarını ya da söylediklerini yaşadığımız duyguların nedeni olarak görmemek gerekirdi.

       Ayrıca kendi duygu ve davranışlarının kontrolünün kendi dışında çevresinde olduğu yanılgısıyla yaşayan birisinin “güçsüzlük” “değersizlik” duygusu ile yaşaması, suçluluk içine girebilmesine de neden olabilmektedir.

        “Başkaları ve çevrem beni üzebilir yada mutlu edebilir” diyenler aynı zamanda  “bende çevremi üzebilir yada mutlu edebilirim” yanılgısına düşebilir.

    Bu yanılgıları nedeniyle sevdiklerini mutlu etmek ister, fedakarlıklar yapar ve onların mutlu olacağı beklentisi içerisine girebilir. Ancak onca çabası karşısında istediği sonucu alamayanlar, beklentisi karşılanmayanlar  karşı tarafı vefasızlıkla yada anlayışsızlıkla suçlayabilirler.

      “Onca saçımı süpürge ettim bana bunumu yapacaktın/ bir teşekkür bile etmedin” derken girdikleri acizlik duygusu onları içe kapanmalarına, üzülmelerine ve öfkelenmelerine neden olabilir.

 

    “Ne başkası için sen, ne de bir başkası senin için olumlu/olumsuz duygu üretmez” diyebilmek, kendi duygu düşünce ve davranışlarımızın kontrolünü ele almak önemlidir.

Özetlersek

     Duygularımızın sorumlusu çoğunlukla çevremizde görme yanılgısına düşeriz.  Aynı şekilde bir başkasının ne hissedebileceğinin kontrolünü de kendimizde görürüz.

   “Birisi beni öfkelendirebilir ya da bende bir başkasını öfkelendirebilirim”düşüncesi gerçekçi değildir.

    Duygunun ve davranışın kontrolü ve sorumluluğu başkalarında değil, bireyin kendisindedir.

    Hangi duygunun yaşanacağı dış dünya değil, iç dünyamızla ilgilidir.

Çözüme ilişkin öneri ne olabilir?

    Beynimiz soru-cevap ile çalışır. Geçmişe ve soruna değil, geleceğe ve çözüme yönelik sorularımız çözüme yardımcı olabilir.

      “Neden böyle davranıyorum/ neden böyle hissediyorum?” diye sormak, geçmişe ve soruna yönelmemize neden olur. Aldığımız cevaplar bizi haklı çıkaran cevaplardır. 

   Haklı çıkmamız ise stresimizi arttırırken öfke, kaygı ve depresyona eğilimli olabiliriz. Çözümden uzaklaşmaya  başlarız.

Çözüm için ise, olayı kısaca tanımladıktan sonra

“Nasıl düşünürsem, nasıl yorumlarsam olay çevre ya da kişilerle olan inançlarım nasıl olursa daha iyi duygular yaşayabilirim, daha doğru davranış içine girebilirim?”

 “Haklı-Suçlu olmak” yerine, “nasıl düşünürsem mutlu olabilirim?”

“Benzeri ya da daha vahim olaya maruz kaldıkları halde bazı insanlar nasıl düşünerek daha istendik durumda olabiliyorlar?”

Veya daha da somutlaştırırsak

   “Aklına ve sağduyusuna güvendiğim falanca kişiler böyle olaylar karşısında nasıl davranırlardı, nasıl değerlendirirlerdi?” gibi sorular karşısında aklımıza gelebilecek cevaplar bizi istendik bicimde yönetecektir.