Sosyal hayat, olanca pratiğin zahiren izlendiği sahadır. Bizde bu zahir pencereden bakabilirken, İslamiyetin ideallerini ve idollerini ölçüt alarak sosyal hayatımızdaki pratikleri denetlemekle mükellefiz. Müslüman toplumun dinamiklerini gözden kaçırmadan hem toplumsal davranısları hem de bireysel davranışlarımızı İslam (Kuran ve Sünnet) ölçütüne tutmak ve onun değerleriyle tahlil etmek zorundayız. Ve aynı zamanda İslam toplumu için pratik hayatın tenkit ölçütü yine bu değerler olmalıdır. Ve hakkıyla anlaşıldıkça daha ilk tahlilde müslüman kimliğin sorumluluk ihtiva ettiği görülür. Sorumluluk da davranışı zorunlu hale getirir.

Değişen dünya şartları, düşünce sistemlerini çeşitlendirmiştir. Değişimi hissederiz, değişimi kabulleniriz. Fakat bu değişim içinde İslamın bulunduğu yeri, kapsadığı sahayı durağan olarak düşünürüz. İşte bu yanlıştır. Müslüman, İslamın hem fikir hayatında hem de sosyal hayattaki konumunu çağın şartlarına göre güncellemekle vazifelidir.

İslamın ideali, dünya ile ahireti bütünleyen tevhit idealine sahip olan, sahip çıkan müslüman toplumu oluşturabilmektir. İslam, haram ve masiva haricinde, her yerde ve her şey ile alakadar olmamızı istemektedir. Dünyaya gözlerini kapatıp, sadece kişisel hayatını düşünmek müslüman tavrı değildir. Bu devrin sufilik anlayışı, islam öngörüsü bize bir ömrü zühd hayatı ile bitirmenin çok ötesinde bir vazifeyi yüklemektedir. Ufkunun ötesini görmeyi hedefleyen müslümanı yetiştirmek İslamın bugünkü hedeflerinden biridir. 

Her devirde olduğu gibi bu devirde de iman ve küfrün savaşı tüm şiddeti ile devam ediyor. Fakat önceki dönemlerden farklı olarak bu devrin savaşı çok farklı cephelere yayılmıştır. Bu yayılış aynı zamanda savaşın aktörlerinde ve savaşın mahiyetinde değişme meydana getirmiştir. İşte değişimden kastımızın bir yönü de budur. Bu sebeple İslam (Müslüman) mücadele tezini de yenilemekle mükelleftir. Bu İslamın değişmez olan şerii kanunlarının inkarı degildir. İslam, toplumsal dinamiklerin istikametini takip ederken bu değişimi kendi kural ve çizgilerini yani özünü bozmadan yapmaktadır. Bu da kimi zaman İslama kimi zamanda İslam toplumlarına yöneltilen statiko ve köhnemiş geleneklere tutulma gibi suçlamaları bertaraf ediyor.

.......................................................................................

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, bugünkü dünyayı, çağdaş sosyologların tarifi ile post-modern dünyayı üç büyük fikrin karşılaşma alanı olarak görmektedir: Bunlardan birincisi Materyalizm (madde temelli bir dünya görüşü), ikincisi Maneviyatçılık yada Din (Bu da Ruh temelli dünya görüşü) ve üçüncüsü İslam (Hem ruhun hemde maddenin bir arada varoluşunu esas alan tevhid görüşü).

"Dünya birbirine zıt iki bloka ayrılmış bulunur. Bu durumun esasında ideolojik çatışma vardır. Fikirlerin çatışması geçmişte herhangi bir devirde olduğundan daha açık bir şekilde yansımakta ve tamamen pratik ve muayyen şekilde bulunmaktadır. Manzara günden güne yeni yeni teferruat ve tezahüratla tamamlanmakta; kutuplaşma acı veren, hemen hemen elle tutulur bir açıklıkla hızla devam etmektedir. Bugün fikri, hissi ve siyasi bakımlardan birbirinden tamamen ayrı iki dünya vardır. Böyle olmakla beraber dünyanın bir kısmı bu kutuplaşmadan uzak kalıyor ve bunun büyük bölümünü İslam memleketleri teşkil ediyor. Bu gerçek hiç de tesadüfi değildir. Müslüman milletler hissediyorlar ki, cereyan eden ideolojik çatışmada onları alâkadar eden hiçbir şey yoktur." (Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam)

Her iki kutubun dünya görüşü İslamın özüyle örtüşmez fakat tamamen bağımsız da degildir. Bu sebeple İslam her iki görüşe muhataptır, ilgilidir fakat bu ilgi sınırlıdır. İslam hem maddecilikte hemde ruhculukta pratik hayata dair kismi doğruların varlığını inkar etmez. Ama bu tutum ile bahsi edilen düşünce sistemlerin öğretilerinin olancasına onay verdiği anlamına da gelmez. İslam, madde ve ruh temelli dünya görüşlerinden farklı olarak maddeyi ve ruhu bütünleyen başka bir dünya görüşü olusturmaktadır. Özellikle belirtmek gerekir ki bu düşüncesine dialektik metoduyla ulaşmamıştır. Ne Hegel ne de Marx'ın dialektik yönteminin İslamın madde ve ruh ilişkisini hakkıyla izah edebilmesi mümkün değildir. Çünkü hem Marx'ın çatışma teorisi hem de Hegelci karşıtlık metodu, madde-ruh bütünselligini açıklamadan uzaktır. 

  Madde ve ruhun yoğun ilişki durumu yalnızca insanı tarif eder. İnsanı hayvanattan ve diğer mahlukattan ayrılan hususiyetleri ile tarif eder. Bu tarif aynı zamanda İslamın İnsan tarifidir. İslam, insan tarifi ile kendisinin de düşünce sistemleri içerisinde konumunu açığa çıkarmaktadır. Böylelikle muhataplarının yani insanlığın sığ olarak, açık bir biçimde karşısındadır.