“Bir gün elbet benimde sıram gelecek, bende başarılı olacağım” diyerek zamanın kollarına kendini bırakmak ne de rahattır kimbilir!.. 

Ama bu düşünceye kötü bir haberim var… Bu sıra bekleme işi ya da his ne dersen de! Hiç gelmiyor, bilesin… Kendini hazır hissetmen gereken gün, tam da bugün… 

Bu durum özellikle futbolcu gençlerde sıklıkla görülür. 

Genç arkadaşımızın güzel bir takımda yeri vardır. Üç beş cebine para girer. Ardından ona para kazandıran futbol, bir anda ikinci plana düşer. Kendini bir türlü hazır hissedemez olur. Ama bir gün mutlaka ve mutlaka, ondan önceki unutulmaz olmuş futbolcu abileri gibi sıranın kendine geleceğini düşünür. Antremanları aksatmaya başlar. Gayri ciddi antremanlar yapar. Çünkü sırası henüz gelmemiştir. Antremanların yerine, yavaşça gece yaşantısına girmeye başlar. 

Yavaş yavaş yetenekleri soğur. Asla sıranın ona gelmeyeceği bir yola girer. Eğlencesi artar, ama kondisyonu azalır. Disko ilişkileri artar, takımdaşlığı azalır. Vals, tango, rock’n roll figürleri artar, futbol tekniği azalır. Uykusuzluk artar, antremana ayırdığı enerji azalır. Ciğerlerde kötü hava artar, diyafram küçülmeye başlar, temiz hava azalır. Bugünü hızlanır, geçmiş silinmeye başlar. Futbolu da “Mazide hoş ve kısa bir anı olarak kalma” eğilimine girer. 

Ertesi gün olur. Maçı vardır. Maça çıkar… 

Kendini şanssız ve güçsüz hissetmektedir. Çünkü çalışmamıştır. Halbuki rakibi, boş durmamış çalışmıştır. Antremanları kaçırmamış, fitness, body, kardio, terapi, teknik, taktik derken gücü, kuvveti oldukça yerindedir. O gün onun günüdür. Uykusunu almış ve enerjiktir. Her nedense kendini de o gün çok şanslı hisseder.

Düdük çalar, maç başlar. Karşı karşıya gelirler, bizimkini rahatça çalımlar. Karşısındaki rakibe oranla gücü çok zayıflamıştır. Teknik anlayışı da kalmamıştır. Dakika henüz 20’leri gösterirken kondisyonsuzluk canına tak eder. Çok yorulmuştur. Ama rakibi sanki yeni başlamış gibidir. Sürekli, durmadan koşar. Teknik heyet görev vermiştir bir kere, rakibini durdurması gerekir. Taraftarda, yöneticilerde bunu ister. 

Özü itibarıyla o sahada bulunmasının temel amacı da budur…

Birşeyler yapmaya mecburdur. 

Ya “Ben bu sahayı haketmiyorum, rakiplerim benden çok üstün, onlarla baş edemiyorum, baş edebilecek yeni bir oyuncu sahaya alın” der… Erdem gösterir…

Ya da tabiri yerindeyse bel altı davranır. Kendisini geçmiş rakibine arkadan bir çelme takıverir… Ve daha da kötüsü, kendini görevini yerine getirmiş sayar… Belki camianın bir an için yüzünü güldürür. Hatta belki hakemde o posizyon için bir şey demeyebilir. Ama kötü davranışlar sinsilesi ile sahada kalma ihtimali yoktur. Bir süre sonra kendi camiasından da tepki görecektir. 

Ayrıca çelme attığın rakibinin anne, eş, çocuğunun yüreklerini ağzına getirirmişsindir. Nereden bakarsan bak yaptığın “Şer”dir. 

Yanlış, yanlışı doğurmuştur…  

Fiziken rakip olamadığı rakibine, ruh ve ahlâk yoksunluğu ile rakip olmaya çabalaman; sana, takımına, taraftarlarına, camiana zarar vermiştir… Düşürme davranışı seni, camianı korumaz… 90 dakikalık bir maçta, sadece düşürerek uzun süre sahada kalınmaz…

Ama sen kendine baktıysan, çalıştıysan, iyi beslendiysen, taktik anlayışın yerinde ise, huzurluysan… Sahaya çıktığındaki o müthiş performansın ile rakibin kendiliğinden oyundan düşer… Sağından atar, solundan geçersin…

İşte bu! Doğal, istenen, beklenen, sağlıklı olan katkıdır…

Hep dediğimiz gibi; Ekonomi, ekolojik hayatın ölçümüdür.

O ekonomi de işte tam böyledir…

Eğer yönettiğin piyasa, sağlıksız bir hâl aldıysa; Bu sağlıksız piyasadan etkilenen enstrümanlara baskı yapar, düşürmeye çabalarsın… Faizi, enflasyonu, kuru düşürme talebinde bulunursun, hatta ısrar edersin… Düşsün diye çelme takar, yönetici yenilersin… Düşürdüğünde piyasa o an rahatlamış gibi olur ama maç 90 dakikadır… Güçsüz enstrümanları, güçlü gibi göstermek bir an için rahatlatır. Sonrasında ise ağrılar daha da şiddetlenir. Hacminden, hakkettiğinden daha fazla şişirilen balon mutlaka patlar. 

Eğer yönetim becerileri sayesinde üretim arttıysa… 

Yerli üretim revaçtaysa, yerli markalarımız dünyada tercih ediliyorsa, tamamen yerli cep telefonumuzu ABD vatandaşları bile yoğun olarak talep ediyorsa, iPhone, Samsung’a hiç mi hiç ihtiyaç duymuyorsak, madenlerimiz, limanlarımız yabancıların elinde değilse, çalışanların yüzü gülüyorsa, hiç ithal etmeden ihraç ediyorsak, devlet ihalelerinde milli tutum sergileniyorsa, yabancılara ihale verilmiyorsa, çiftçinin yüzü gülüyorsa, devletin okulları çocuklara son derece sağlıklı eğitim veriyorsa, vasi toprağımız, binalarımız yabancılara satılmıyorsa, piyasalar sağlıklıysa, ahlaki çöküntülere gerek kalmadan faizde, enflasyonda, kurda kendiliğinden düşer…

Tabiri yerinde ise FED’in, BM’nin sağından atar solundan geçer. 

Herhangi bir şeyden düşmesini talep etmek, sadece düşkünlükten kaynaklanır…