Durkheim, nosyonları yani kavramları çoğu zaman özlerin yerine geçen fenomenler kategorisi olduğunu söyler. Nosyonlar, içeriği detayları ile kavramaktan, kapsamaktan uzaktır. Hatta manipüle edilen tasvirlerin, özünden uzaklaşmış muhteviyatın halini almıştır. Fakat kullanışlarındaki fazlalık dolayısı ile inkarı ya da aksine yapılacak tüm davranışlara da birçok yerde dirençle karşılık verir. Tekrarlanmak ve gündemde kalmak suretiyle realize edilmişlerdir. 

    “Nosyonlar, tekabül ettikleri realitelere oranla bize daha yakın ve elimizin altında oldukları için, bizler doğal olarak bu nosyonları realitelerin yerine koyma ve spekülasyonlarımızın doğrudan konusu yapma eğilimini gösteririz. O zaman da şeyleri gözlemlemek, tasvir etmek, kıyaslamak yerine fikirlerimizin bilincine erişmek, onları analiz etmek ve birleştirmekle yetiniriz.”( Emile Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kuralları, s. 44) Bu sebeple özelde sosyoloji bilimini tanımlamalar, kavramlarla sınırlandırmamalıdır. Durkheim sosyolojisinin toplumsal olguları, şeyler yani nesneler gibi incelenmesi telkini tamamen bu realiteden çıkmıştır. Toplumsal realitenin nasıl olması gerektiği konusunda fikirleri bir tarafa bırakıp, toplumsal realiteyi olduğu gibi ele almalıdır. İncelenmeye değer sosyolojik olgu tamamen öznellikten arınmalıdır. 

        Durkheim, öncüllerinin sosyolojinin konusunu ele alış tarzlarını, sorgu sahasına çekmiştir. “ Comte, toplumsal fenomenlerin doğal yasalara bağımlı toplumsal olgular olduklarını beyan etmiştir. O, bununla toplumsal fenomenlerin eşya karakteri taşıdıklarını kabul etmiş oluyordu çünkü doğada şeyler vardır sadece. Ne var ki, bu felsefi genellik sahasından çıkıp da kendi ilkesini uygulamaya ve bu ilkenin içerdiği bilimi çıkarmaya giriştiği zaman, incelemelerinin objeleri olarak ele aldığı şey, fikirlerdir.”Age s.47

      Auguste Comte’un teoride ulaştığı bilimsel temelin pratikte varlığına şahit olunamamaktadır. “Sosyolojisinin esas konusunu meydana getiren şey, insanlığın zaman içerisindeki ilerleyişidir. O, insan soyunun sürekli bir gelişiminin mevcudiyeti fikrinden hareket eder. Ele aldığı problem ise bu evrimin düzenini bulmaktır.” Durkheim’e göre bu durum, tamamen fikir ile kuşatılmış, realize edilmeye çalışılmış bir düşünce şeklinin bilim diye sunulmaya çalışılmasıdır. Bu evrimsel gelişim realiteyi yansıtmaktan çok uzaktır. Çünkü bir toplum bir başka toplumun devamı olamaz. “Yeni toplumlar kendilerinden önce gelen toplumların devamı olsalardı, her yukarı toplum tipi, bir altındaki toplum tipinin bir fazlasıyla basit tekrarı olarak ele alınabilirdi. Böyle olunca, bunlar birbirinden farksız olarak uç uca yerleştirilebilir ve böylece meydana gelen diziye, insanlığı temsil eden dizi olarak bakılabilirdi. Fakat olgular kendilerini bu derece basitlikle göstermezler. Bir diğerinden sonra gelen bir kavim, önceki kavmin bazı yeni karakterler eklenmiş bir uzantısından ibaret değildir. Başka bir şeydir o. Artı bazı özellikleri olduğu gibi, eksik bazı özellikleri de vardır. Yeni bir bireysellik(öznellik) getirir.” Age s.48 

   Sosyolojik olgulara bağımsız bakabilmek aynı zamanda İnsanı tarihin sadece bir öznesi olmaktan da kurtarır. Onun aktif ve değişken rolüne dikkat çeker. Toplumsal evrim, Comte’un tarifinden çok uzaktır. Durkheim tarafından Auguste Comte’un sosyolojisindeki toplumsal evrim, sadece insanın fikirsel gelişimi ve toplum kurumlarının fonksiyonlarındaki değişim olarak görülür. İnsanlığın tekâmülü toplumların değişiminden daha fazla bir şeydir.

…………………………………………………………………………………

Emile Durkheim’in öncüllerinden bir diğeri Herbert Spencer’dir. Spencer’in sosyolojideki temel gayesi doğada var olduğu öne sürülen evrimsel yasaların toplumsal yasaları da kapsadığıdır. Onun teorisi Sosyal Darwinizm’dir. Doğal seçilimin mantığını onun sosyolojisinde yaptığı analojiden hemen çıkarmak mümkündür. 

 Durkheim’in onun sosyolojisine getirdiği eleştiriye değinmeden evvel Spencerin sosyal evrimci teorisinin muhtevasını açmak gerekir. 

“ Spencer 1829’de, İngiltere’de doğmuş sağlıksız ve zayıf bir çocuk olduğu için okuluna düzenli olarak gidememiş ve 13 yaşına kadar babasından eğitim almış bir kişidir.

Herbert Spencer, çalışmalarında bireylerin kendi ayakları üzerinde durma fikrini güçlü bir şekilde dile getirmiştir.

Spencer, tıpkı doğada olduğu gibi toplumlarda da doğal ayıklanma, hayatta kalma ve adaptasyon sürecinin geçerli olduğunu ileri sürmektedir.

Biyolojik organizmalar gibi toplumlarda basitten karmaşığa doğru bir yapılanma gösterir.

(Toplum) Bu durumda bir içsel farklılaşma ve bütünleşme süreciyle birlikte çevrelerine uyum sağlar ve böylece homojenlikten heterojenliğe geçmiş olur.

Nihayetinde insan toplulukları yalın ve homojen kabile gruplarından, gelişmiş, bütünleşmiş ve farklılaşmış günümüz modern sosyal sistemlere doğru evrimleşmiştir.

Spencer’in toplumu bir organizmaya benzetmesinin arkasında bazı sebepler vardır:

Bunlardan ilki, organizma gibi toplum da büyür, karmaşıklığı artar ve farklılaşmış yapılara doğru evrilir.

İkinci olarak farklılaşma da beraberinde uzmanlaşmayı getirir.

Son olarak organizma gibi toplumlar da var olma mücadelesinde çevreye uyum ve adaptasyonu öğrenir.

Comte gibi Spencer da, belirli temel doğa yasalarının doğal dünyayı olduğu gibi sosyal dünyayı da yönettiği inancındaydı.

Herbert Spencer’a göre bu temel yasa evrimdi.

Herbert Spencer’e göre evrim yasası, farklı maddelerden oluşan bileşimin bir entegrasyon ve farklılaşma süreciyle belirsiz, tutarsız ve homojen bir durumdan, tutarlı ve heterojen bir yapıya yani canlıların, insanların ve toplumların aşırı örgütlü ve karmaşık bir biçime dönüşmesini sağlar.

İnsan toplulukları bu toplumsal evrim yasası sayesinde ilerlemektedir.

Toplumsal değişme, toplumsal yapının çeşitli parçaları arasındaki dengenin bozulmasıyla meydana gelmektedir.

Spencer’e göre, toplumsal düzen ve istikrar, doğada olduğu gibi bir denge gerektirir.

Bir istikrar döneminin ardından yeni bir konsensüs, denge ve toplumsal düzen ortaya çıkmaktadır.

Daha karmaşık yapılara evrimleşen insan topluluklarında, sisteme uygun olmayanlar ve uyum sağlayamayanlar diğer toplulukların rekabeti karşısında zamanla ortadan kaybolmaktadır.

Fakat bütün toplumlar aynı oranda veya biçimde evrimleşmezler.

Doğadaki gibi, evrim farklılık ve çeşitlilik üretir.

Farklı toplumlar kendi özel çevre koşullarına, komşuluk ilişkilerine ve kültürel niteliklerine göre farklı biçimlerde evrimleşebilirler.”

( Alıntı: https://www.sosyologer.com/herbert-spencer-sosyoloji-ders-notlari/)

Spencer’ın sosyal teorisinin tamamıyla yanlışlanabilir olması mümkün değildir. Lakin, bu yaklaşım sosyolojik bir obje olan toplumsal tekamülü ayrıntıları ile ortaya çıkarmaya yetmez. İlerlemenin yasaları ile toplumsal oluşumları tamamıyla açıklamak mümkün değildir. Toplumsal kurumlar ve olgular bir devamlılık ilkesine bağımlı olamazlar. Birçok toplumda yaşanılan devrimsel nitelikteki değişimler bunun açık örneğidir.  

          Durkheim’in öncüllerinin toplumsal yapıya dair fikirlerini eleştirirken Spencer’ı birçok konuda comte’dan daha somut ve sosyolojik tanımını daha makul bulmaktadır. Spencer’in toplumsal yapı tasavvuru iki ilke ile ortaya çıkar: birincisi toplumsal evrim, ikincisi iradeli ve irade dışı iş birliği ilkeleridir.