Birleşmiş Milletler beş daimi üyesi ve Almanya (P5'1) ile İran arasında Cenevre'de imzalanan "Ortak Eylem Planı"nın dünya barışı açısından sevindirici bir gelişme olduğunu söylemek, şu aşamada mümkün değildir. Henüz uluslararası bir anlaşma niteliği taşımayan bu belgenin uzun soluklu bir anlaşmaya dönüşmesini kim sağlayacaktır?
 İmzalanan belgenin, taraflar arasında karşılıklı güven oluşturmayı hedefleyen ve altı aylık süreyi kapsayan bir plan olması ötesinde, dünya barışına katkı yapabilecek bir özelliği yoktur. Ortadoğu'da son dönemde gözlenen ilginç ortaklılar, derinden derine sürdürülen enerji konulu küresel savaşın bir soluklanma dönemidir. Fakat, bölgemizde oluşan ilginç ittifaklar, bu soluklanmanın uzun ömürlü olamayacağını göstermektedir.
Dünya barışı ciidi olarak tehlikededir.
II. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünya barışı hiç bu kadar tehlikeli bir sürece girmemişti. Pazar günkü yazımızda, Birleşmiş Milletler beş daimi üyesi ve Almanya (P5+1) ile İran arasında 24 Kasım'da Cenevre'de imzalanan ve İran'ın nükleer çalışmalarını uluslararası denetime açmayı kabul etmesine ilişkin "Ortak Eylem Planı"nı değerlendirmiş, bu belgenin barış değil, ancak savaş getireceğini vurgulamıştık.
Bu değerlendirmemizi abartılı bulanlar, ABD'nin İran'a uyguladığı ambargoyu gevşetmesiyle İran'ın 7 milyar dolarlık bir kazanım elde edeceğinden, bu gelişmenin Türkiye'ye de olumlu yansımaları olacağından söz ediyorlardı. Ayrıca, nükleer silah üreterek bölgesel bir güce dönüşmüş İran karşısında Türkiye'nin dramatik sonuçlar doğurabilecek arayışlara girmekten, şimdilik de olsa, kurtulmasının önemli bir kazanç olduğu belirtiliyordu.
Doğrudur; bugüne kadar, nükleer silah üretme yerine Batı'nın, NATO'nun koruyucu şemsiyesi altına sığınmayı tercih eden Türkiye, komşusunun nükleer silah elde etmesi karşısında zorunlu olarak marjinalleşecek ve Ortadoğu'da Hindistan/Pakistan silahlanma yarışına benzer bir rekabet yaşanacaktı. Nükleer kapasitesini geliştirme çalışmaları başlatacak Türkiye, Özal döneminde olduğu gibi, yeni bir uluslararası yaptırımla karşı karşıya kalabilecekti.

P 5+1 İLE İRAN ARASINDA İMZALANAN BELGE ULUSLARARASI BİR ANLAŞMA DEĞİLDİR

İran'ın Cenevre'de P+5'le masaya oturması piyasalarda bayram havası estirmişti, ama hem İran'da hem İslam Alemi'nde hem de Batı'da yapılan değerlendirmeler, imzalanan "Ortak Eylem Planı"nın uluslararası bir anlaşma sayılamayacağını belirterek, aynı belgenin birbiriyle çelişen üç farklı versiyonun bulunduğuna dikkat çekmişlerdi. Pazar günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, İranlı ve ABD'li yetkililerden uranyum zenginleştirme konusunda çelişkili açıklamalar gelmişti. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, imzalanan belgenin İran'a uranyum zenginleştirme hakkı tanımadığını söylerken, İran Atom Enerjisi Başkanı Ali Ekber Salihi, "Uranyum zenginleştirmeye devam edeceğiz" demişti. Nükleer müzakerelere baştan beri karşı olan İsrail'in Başbakanı Netanyahu da, imzalanan belgeyi "Tarihi bit hata" olarak değerlendirmiş ve "Dünya şimdi çok daha tehlikeli bir yer haline geldi" demişti.
Birleşmiş Milletler beş daimi üyesi ve Almanya (P5'1) ile İran arasında Cenevre'de imzalanan "Ortak Eylem Planı"nın dünya barışı açısından sevindirici bir gelişme olduğunu söylemek, şu aşamada mümkün değildir. Henüz uluslararası bir anlaşma niteliği taşımayan bu belgenin uzun soluklu bir anlaşmaya dönüşmesini kim sağlayacaktır?
 İmzalanan belgenin, taraflar arasında karşılıklı güven oluşturmayı hedefleyen ve altı aylık süreyi kapsayan bir plan olması ötesinde, dünya barışına katkı yapabilecek bir özelliği yoktur. Ortadoğu'da son dönemde gözlenen ilginç ortaklılar, derinden derine sürdürülen enerji konulu küresel savaşın bir soluklanma dönemidir. Fakat, bölgemizde oluşan ilginç ittifaklar, bu soluklanmanın uzun ömürlü olamayacağını göstermektedir.
Dünya barışı ciidi olarak tehlikededir.

."ŞİMDİ DÜNYA DAHA TEHLİKELİ DURUMA GELDİ"

Bu durum tüm dünyada kaygı yaratıyor. Netanyahu'nun, "Dünya şimdi daha tehlikeli duruma geldi" değerlendirmesine katılmamak mümkün değil. Dünya barışının neden tehlikede olduğunu, Cenevre'de imzalanan "Ortak Eylem Planı"nın barış değil, ancak savaş getirebileceğini nedenleriyle açıklamaya çalışmıştık. Geçtiğimiz hafta sonunda, İstanbul'da Ekonomi ve Dış Poitika Araştırma Merkezi (EDAM)'nin düzenlediği toplantıda kaygılarımızı destekleyen riskler dile getirilmiş. EDAM'ın düzenlediği toplantıda söz alan Uluslararası Kriz Grubu'nun İran analisti Ali Vaez, P5'1'le İran arasında imzalanan belgeyi, "Çok uzun ve çok sıkıntılı bir sürecin ilk adımı" olarak nitelemiş ve bu anlaşmanın, pazar ünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, ABD ve İran iç politikası açısından sorunlar oluşturabileceğine dikkat çekmiş.
Ali Vaez, imzalanan belgenin uluslararası bir anlaşmaya dönüşebilmesinin önündeki engelleri sıralarken de, İran Meclisi'nin Amerikan karşıtı yapısından,  Amerikan Kongresi'nin de İran karşıtı katı tutumundan söz etmiş ve "Tahran'ın Esad rejimini ve Hizbullah'ı desteklediği sürece, Amerikan Kongresi'ni bu ülkeye uygulanan ambargoyu kaldırmaya ikna etmek çok güçtür" demiş.
Çok doğru bir değerlendirme değil mi? İran'ın pragmatik  ve ılımlı görünümlü yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Cenevre belgesinin imzalanması öncesinde bir darbe tehdidi ile karşı karşıya kaldığı ve bu girişimin ülkenin Dini Lideri Ali Hamaney tarafından önlendiği düşünülürse, dünya barışı adına kaygılanmamak mümkün değil. Çünkü, Ortadoğu uzmanlarının belirttiklerine göre, İran'la Batılılar arasında nükleer çalışmaların denetlenmesine ilişkin görüşmeler reformist lider Ruhani'nin göreve gelmesinden önce 2013'ün Mart ayında ve İsrail'in bilgisi dahilinde başlatılmış. İran, nükleer çalışmalarını Batı'nın denetimine açma kararını, 2008'de, ABD/İsrail'in ürettikleri Stuxnet adlı bir solucanla (virüsten daha karmaşık yapıya sahip bir siber silah) nükleer tesislerini çalışamaz duruma getirmesi sonrasında almış.
İran, nükleer çalışmalarını Batılıların denetimine açmayı kabul etmiş, ama Cenevre belgesinin imzalanmasından sonra İran Atom Enerjisi Başkanı A. Ekber Salihi'nin de belirttiği gibi, "İran uranyum zenginleştirmeye devam edecek." Ortadoğu'nun tanınmış uzmanlarından Keşişyan'ın Gulf News'teki 27 Kasım tarihli yazısında da vurguladığı gibi,  " İran kırk yıllık programında, artık vazgeçemeyecek kadar ilerlemiş durumda. Zamanla bir nükller güç olacak. Bu durum, tüm retorik ne olursa olsun, Batılı güçlerin ve İsrail'in kabul etmiş olduğu bir sonuçtur."

ORTADOĞU'DA İLGİNÇ ORTAKLIKLAR

İsrail Başbakanı Netanyahu, P 5+1 ile İran'ın nükleer konusunda masaya oturmalarını "Tarihi bir hata" olarak niteliyor, ama İsrailli birçok yorumcu gelişmelerden memnun; İsrail'in jeopolitik konumunun güçlendiğine inanıyorlar. Çünkü, İran'ın nükleer silah geliştirme çalışmalarından  ve Irak savaşından bu yana Ortadoğu'daki Şii nüfus üzerindeki etkisini sürekli artırmakta olmasından rahatsız olan Suudiler, "İsrail İran'ı vurmak isterse, hava sahamızı açarız" diyorlar.
ABD uzun yıllar soğuk savaş yaşadığı  Rusya ile Ortadoğu konusunda ortak politikalar geliştiryorlar. Suriye'yi vurmaya hazırlanan ABD, Putin'in araya girmesiyle, Esad'la masaya oturmaya razı olurken, Esad da kimyasal silahlarını Batılılara teslim etmeye razı oluyor. Yıllardır nükller silah üretme çalışmalarını sürdüren İran, 24 Kasım'da Cenevre'de P 5+1le masaya oturuyor ve nükleer çalışmalarını uluslararası denetime açmaya hazır olduğunu bildiriyor, ama bu arda uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini de belirtiyor.
Ortadoğu'da çok ilginç ortaklıklar kuruluyor:
 Sünni Vahabi Suudiler, Şii İran'ı bombalamak isterse  Siyonist İsrail'e hava sahasını açabileceğini söylüyor. Suriye'de Şii Esad'ı devirmeye çalışan Sünni Suudiler, Arap Emirlikleri, Mısır'da Müslüman Kardeşler Lideri Mursi'yi  bir darbeyle yönetimden uzaklaştıran askeri rejimi destekliyor. 1979 Camp Davit Anlaşması'ndan bu yana ABD'den her yıl iki milyar dolar hibe alan Mısır'daki askeri rejim, Rusya'dan silah almaya hazırlanıyor. Beş yıldan bu yana, Esad rejiminin devrilmesi için Suriye'deki muhaliflere, Muslüman Kardeşler'e ve El Kaide benzeri örgütlere her türlü desteği veren Türkiye, bugüne kadar karşıt politikalar izlediği İran'la "Suriye'de barış" konusunda işbirliği yapıyor. Mursi'yi destekleyen Türkiye, Mısır'daki askeri rejimle ters düşüyor, iki ülke arasındaki ilişkiler en alt düzeye indiriliyor. Türkiye, Barzani ile yaptığı anlaşmalar ve Suriye konusundaki tutumuyla da Irak'la ters düşüyor.
Görüldüğü gibi, son dönemde yaşanan başdöndürücü gelişmeler nedeniyle Ortadoğu tam bir cadı kazanına dönmüş durumda..
ABD'nin kaya gazı kaynaklarına dayanarak 2014 yılında enerji konusunda kendi kendine yeterli duruma geleceği için Ortadoğu'dan çekilmekte olduğu değerlendirmesi ise, tamamen yanıltıcı bir değerlendirmedir. Kendini İsrail'in güvenliğinden birinci derecede sorumlu gören ABD'nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu petrollerinden vazgeçemesinin mümkün olmadığını, bunun ABD'nin iflası demek olduğunu, pazar günkü yazımızda ayrıntılı olarak anlatmıştık.

DÜNYA BARIŞI KONUSUNDAKİ KAYGILAR GİDEREK ARTMAKTADIR

Ortadoğu'da son zamanlarda oluşan ilginç ittifaklar bakarak, bu tablodan dünya barışına yönelik olumlu bir değerlendirme çıkarmak safdillik olur. Ortadoğu'da III. Dünya Savaşı tadında sürdürülmekte olan mücadele, Suriye parselinde, küresel aktörlerin Yalta benzeri bir anlaşma ortamı yaratamamalarından dolayı tıkanmıştır. Soluklanma döneminin uzun soluklu olacağını sanmıyoruz.
Dünya barışı konusundaki kaygılar giderek artmaktadır.