Dünya siyaset çevrelerinin gündemi ile Türkiye gündemini eş zamanlı olarak incelemek küresel gelişmeleri olduğu kadar yerel hadiseleri de doğru anlamamızı sağlayacaktır. Zira biliyoruz ki dünyanın sahibi olduğu iddiasındaki BM’ci Beşler başta olmak üzere pek çok ülke ‘hedef aldığı ülkelerde manipülatif faaliyetlerde bulunmak üzere’ özel oluşumlara gitmektedir.

Mesela geçen hafta Amerikalı Siyaset Bilimci, Dış Politika Merkezi Direktörü Luke Coffey Orta Asya, Kafkaslar ve Afganistan'da son beş altı yıldır Türkiye’nin etkisinin yükseldiğini işaret ederek “Türkiye bu bölgede daha etkili bir aktör haline geldi. Dolayısıyla, şu anda zorlu bir ilişkimiz olmasına rağmen Türkiye'nin bizimle müttefik ve NATO'da olması ABD'ye çok büyük yarar sağlıyor” dedi.

Coffey’in tespitleri bu kadarla sınırlı değil. “Tüm taraflar Türkiye'yi Afganistan'da tarafsız bir arabulucu olarak görüyor. Bence de Türkiye ve Türk bayrağı tarafsızlığı simgeliyor. Yani Türkiye tarafsız bir arabulucu olarak görülüyor ve bu hem ABD'ye hem de Afganistan halkına fayda sağlayabilir” diyerek Türkiye’nin o coğrafyadaki pozisyonu hakkında görüşlerini dile getiriyor.

Bu tespitlere bakınca, her ne kadar ciddi anlaşmazlıklarımız olsa da Amerika’nın bizden, Türkiye’den vazgeçemeyeceğini görülüyor.

**

Peki, böyle düşünen sadece Amerika mı?  Hayır!

Rus medyasından yöneltilen "Afganistan'da Türkiye ve Rusya arasında bir rekabet söz konusu mu?"  şekildeki soruya cevap veren Rus siyaset bilimci Mihail Magid "Türkiye'nin pozisyonu Afganistan'da Rusya’dan daha güçlü. Mesela Taliban, Kabil havaalanını yeniden açmak için Türkiye'den teknik yardım istedi. Ancak asıl mesele şu; Pakistan şu anda Taliban'ın önemli ortağı ve Katar da Taliban'ı destekliyor. Dolayısıyla Pakistan ve Katar bugün Türkiye'nin başlıca uluslararası ortaklarıdır. Ve hiç şüphe yok ki Türkiye'nin yeni Afganistan'da Rusya'dan daha fazla şansı var" dedi.

Türkiye’nin Pakistan, Katar ve Azerbaycan'la kendi askeri-politik bloğunu oluşturduğunu ve teoride Afganistan’ın bunun bir parçası olabileceğini söyleyen Magid “İkinci Karabağ Savaşı'ndan önce Rusya'nın Güney Kafkasya'daki etkisi mutlaktı. Ancak savaş sırasında ve sonrasında yeni bir durum gelişti. Şimdi iki küresel oyuncu var; Rusya ve Türkiye. Bakü, Ankara ile giderek askeri ve ekonomik bir ittifaka giriyor, orduları bütünleşiyor gibi görünüyor. Ermenistan'a gelince, ezici bir yenilgiden sonra ve güçlü bir Azerbaycan-Türkiye ittifakının varlığı göz önüne alındığında, Ermenistan'ın bir devlet olarak varlığı artık tamamen Rusya'ya bağlıdır. Azerbaycan-Türkiye ittifakının güçlenmesi Güney Kafkasya'daki Rus politikasının ana platformunun zarar gördüğü anlamına geliyor. Güney Kafkasya bölgesinde artık Türkiye küresel güç haline geldi” şeklinde tespitlerde bulunarak Türkiye’nin kat ettiği siyasi ve stratejik mesafeyi ortaya koydu.

Anlaşılıyor ki yüksek ticari ilişkilerimiz ve bilhassa dünyayı endişeye sevk eden S400 anlaşmalarımız olan Rusya’da Türkiye’nin stratejik yükselişini görüyor ve gelişmelerden son derece rahatsız.

**

Bitti mi? Hayır!

Dünyanın en iyi üniversitelerinden birisi olarak görülen London School of Economics’e bağlı çalışan Global Risk Insights adlı kuruluş küresel olarak çok kutuplu bir sisteme gidildiği şu dönemde Türkiye'nin öneminin yükseldiğini ve bu durumun tüm hesapları karıştırdığını dile getiren bir analiz yayınladı. Amerika, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve çoğu Avrupa ülkesinin Türkiye ile anlaşma yoluna gitmeye çalıştığı anlatılan Hugo Blewett-Mundy imzalı raporda “Afganistan'daki krizi hiçbir ülke Türkiye kadar iyi okuyamadı ve Erdoğan, Afganistan'daki stratejik fırsatı değerlendiriyor" ifadeleri yer alıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi gelişmekte olan çok kutuplu sistemde önemli bir bölgesel oyuncuya dönüştürme fırsatını değerlendirdiğine vurgu yapılan raporda “Erdoğan, kuzeydoğu Suriye'ye müdahalesinin ardından, Rusya ile Türkiye'nin güney sınırındaki Kürt unsurlarının çıkarılması konusunda başarılı bir anlaşma müzakere etti. Benzer şekilde Libya'da Ankara, Moskova ile uzun vadeli bir barış anlaşmasında kilit bir arabulucu oldu. Kıbrıs'ın enerji kaynakları meselesine gelince, Trablus'ta BM tarafından onaylanan Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne (GNA) Türkiye'nin desteği, Ankara'yı deniz sınırının belirlenmesinde güçlü bir konuma yerleştirdi” denildi.

Türkiye’nin bilhassa Orta Asya’da kilit rol sahibi olduğu vurgulanan raporda Amerika Başkanı Biden’in Afganistan’da uğrayacağı hezimetin Erdoğan’ın zaferiyle sonuçlanacağına da dikkat çekiliyor.

Görüldüğü üzere İngiltere’de Türkiye’nin güç kazandığına dair ciddi endişeler taşıyor.

**

Peki, daha başka neler oluyor?

Ülkemizde pazar, manav, market fiyatlarının ana gündem konusu olduğu şu günlerde dünyanın önde gelen uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin büyüme hızına dair öngörülerini yükseltme ihtiyacı duydu. Fitch Ratings Türkiye için 2021 yılına yönelik yaptığı 7.9'luk büyüme tahminini geçen hafta artırarak yüzde 9.2'ye çıkardı. Türkiye’ye yönelik olumsuz tutumu nedeniyle adı sıfırcıya çıkan Fitch böylece yıl başından bu yana tahminlerini 6.defa Türkiye lehine revize etmiş oldu. Oysa Fitch Ocak ayı başında ilk tahmininde Türkiye için sadece yüzde 3.5 büyüme öngörüsünde bulunmuştu.

Hatırlamakta yarar var; JP Morgan’da yüzde 6,8 olarak belirlediği büyüme oranımızı 8,4'e çıkarmış, Goldman Sachs ise yüzde 7,5 olan tahminini iki puan artırıp yüzde 9,5 olarak revize etmişti. S&P ise Ocak’ta yüzde 3.6 olarak açıkladığı büyüme tahminini mart ayında 6,1'e çıkardı ama sonraki dönemde bir artırıma gitmedi.

Rakamlar sadece Türkiye’yi kapsamıyor. Fitch’e göre Çin'in büyüme oranı yüzde 8.4'ten yüzde 8.2'ye, ABD'nin büyüme oranı da yüzde 6.8'den 6.2'ye geriledi. Euro Bölgesi'ne yönelik tahmin ise yüzrde 5'ten 5.27ye yükseltildi. Genel anlamda dünya ülkeleri küçülürken Türkiye ekonomisinin büyüdüğü görülüyor.

**

Peki, Dünya ülkeleri Türkiye’nin ekonomik anlamda büyüdüğünü ifade ederken, piyasadaki ekonomik rahatsızlıkların temelinde ne gibi etkenler bulunuyor? Etiket fiyatları neden iki gün üst üste sabit durmuyor? Kanaatimizce; vatandaşın alım gücünü minimal hale getiren fiyat dalgalanmalarının küresel sermaye ile ilintili olup olmadığının tespiti yapılmadan kalıcı çözüm üretmek mümkün olmayacaktır.

Tuhaflığa bakar mısınız; Rusya’dan Amerika’ya ve Londra’ya kadar bütün küresel aktörler Türkiye’nin siyasi, stratejik ve ekonomik olarak büyümesinden rahatsızken biz market fiyatlarını kontrol edemiyoruz.

Bu hususu da örneklendirelim.

Bir ay kadar önce çıktığımız Amasya seyahatinde pil ihtiyacı hâsıl olunca Yeşilırmak kıyısında bir büfeden 15 TL karşılığında 4 pil satın aldık. Geçen hafta Konya’da uğrak verdiğimiz üç markette aynı marka 4 pilin “Hem de süper indirimli fiyat olarak” 25-30 TL arasında satıldığını görünce evhama kapıldık. Neyse ki teknolojik imkânlar Yeşilırmak kıyısındaki büfeciyi bulmamızı kolaylaştırıyordu. Telefon edip kendisinden 15 liraya aldığımız pillerin Konya’da 30 liraya satıldığını, kendisiyle ilgili durumda bir tuhaflık olup olmadığını sorduk. “Ben aldığım ürünün üzerine makul oranda kâr miktarını ekler satarım. Aldığınız pillerin fiyatları bizde halen 15 liradır. Tuhaflık bizde değil diğer satıcı kuruluşlarda olabilir” dedi.

Bir başka vatandaş ise yaygın marketlerden birinden satın aldığı tereyağının bir başka yaygın markette yüzde 90’ı aşan pahalılıkta satıldığını alışveriş fişlerini sosyal medyada yayınlayarak gösterdi.

Bir başka mesele yerel marka ürünlerin üretim bölgelerinde aşırı paha karşılığında satılmasıdır. Mesela Tokat’ta üretilen ve yerinde 20 TL’ye satılan ürünün Konya’da 13 TL’ye satılmasının nasıl bir izahı olabilir sizce?

Bunlardan başka; yıllardır bir kg’lık ürünü 900 gr olarak satın almaya alışmıştık ama durum o kadar vahim hale geldi ki, raflarda bırakın neti, brüt 1 kg ürün kalmadı. Sözde reyonun en ucuz ürünü diye sunulan bir peynir ambalajını incelediğinizde net ağırlığın 400 gram olduğunu görebiliyorsunuz. İndirimsiz ürünlerle mukayese ettiğinizde de ucuz ürünün aslında diğerleriyle emsal fiyata, hatta daha pahalıya gelebildiğini görüyorsunuz.

 Bir başka konu; ambalajlar 850, 800, derken 700 grama kadar düşürüldü. Yakın zamana kadar bütün sıvı yağ markaları standart 5 litrelik ambalajda sunulurken önce 4.5, bugünlerde de 4 litrelik ambalajlar aldı başını yürüdü.   

Sizce de bir tuhaflık yok mu?