TASAM’ın düzenlediği Dördüncü Dünya Türk Forumu’na Türk devletlerinden, özerk cumhuriyetler veya bölgelerden, asırlardan beri az veya çok Türkün yaşadığı diyarlardan ve nihayet Türk işçilerinin yaşadığı devletlerden sivil toplum kuruluşları temsilcileri bir araya geldiler. Foruma katılanlar içerisinde eski başbakan, bakan gibi görevliler yanında aktif olarak resmi statüsü bulunanlar da vardı. Özellikle batıda sessizce ilerleyen Türkofobia gerçeği birçok oturumda dile getirildi.
Forumun adından ilk bakışta ırk temelli bir faaliyet olduğu anlaşılabilir. Bununla beraber bir ırka veya etnik gruba mensup olanların dayanışma içerisinde olmalarını, sorunlarının çözümünde yardımlaşmalarını, ortak kültür ve değerlerini korumak için bir araya gelmelerini engelleyen herhangi bir kural yoktur. Hatta sivil toplum hareketleri olarak sorunların çözümünde güçbirliği organizasyonları desteklenmektedir. Nitekim ırk veya etnik köken temelli faaliyetler dünyanın her tarafından düzenlenmekte, kurumsallaşmalar teşvik edilmektedir. Sorun diğer gruplara düşmanlık üzere bir araya gelmededir. Bu forumun esas gayesi, Türklerin öncelikle bulunduğu ülke veya evrensel hukuk şartları içerisinde sorunlarını çözmek, haklarını aramak, birçok ülkede yok olmaktan kurtuluş yolu bulmaktır.
Halbuki Ortadoğu’dan Avrupa’ya Türk etnisitesinin yok olması ve her türlü haksızlığa uğraması, sanki hukukun gereği olduğu imajı yaygındır. Bunların haklarını aramaları veya haklarını arayanlara destek çıkılması günümüz medeni toplumlarında dahi arzu edilmez. 24 Nisan öncesinde ve sonrasında uluslararası siyaset ve nice sivil toplum kuruluşları 1915 saptırmalarını dillendirirken halen Azerbaycan’da yaşayan bir milyon Dağlık Karabağ ve civar bölgelerden çıkarılmış soykırım artıklarının dramına sahip çıkan pek yoktur. Dünya Minsk sürecinde uyutulurken bu kaçkınların evleri, köyleri, tarlaları ve işyerlerinin işgal altında tutulması görülmek istenmemektedir. IŞİD cinayetlerinden kaçan birkaç on bin Ezidiler veya Süryaniler bir anda dünyanın ilgi, sempati ve merhamet odağı olup Türkiye’den bunlara adeta diplomatik görevli muamelesi yapması istenirken aynı felaketi yaşayan yüzbinlerce Türkmen dünya medyasını bırakalım Türkiye’de dahi sanki yok olmaktan başka alternatifi olmayan gruplar olarak görülmektedir. Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine uyguladığı baskı ve zulüm bütün şiddetiyle devam etmektedir. AİHM kararlarına rağmen bu insanlara uygulanan haksızlıklar sürmektedir. Ömrü soydaşlarının haklarını, ibadetlerini, camilerini korumakla geçen bu insanların seslerine pek kulak veren de bulunmamaktadır.
Başta Almanya olmak üzere Fransa, Danimarka, Avusturya, Hollanda, Norveç hatta Finlandiya’dan Türk kuruluşların temsilcileri bu forumda sorunlarını ve önerilerini dile getirdiler. Hemen hepsinin üzerinde ittifak ettikleri bir husus batıdaki İslamofobia algısının aslında Türkofobia temelli olduğu gerçeğidir. Ortacağların “Türkler geliyor” fobisi bugün de toplumsal genlerin derinliklerinde muhafaza ediliyor. Buna karşı hemen bütün ülkelerde Türkleri asimile etmek, kendi kimliğinden, kültüründen uzaklaştırmak temel hedef olarak görülmektedir. Diğer taraftan özellikle üçüncü kuşaktan itibaren bulunduğu ülkenin vatandaşlığına geçen, siyasi partilerde görev alan, yerel veya ülke bazında parlamentolara seçilen, bu yolla Türklerin hakkını savunanların sayısı hızla artıyor. Avrupa’nın her köşesinden bu yönde başarılı mücadele vermiş olanları ümit ve gururla dinledik.
Geçici işçi olarak gidip vatandaş olanlar dâhil bulundukları ülkenin siyasetinden çok Türkiye siyasetine ilgi duymaları hemen bütün temsilcilerin ortak şikayeti. Bazı temsilcilerce ısrarla gündeme getirilen bir konu ise farklı gruplarca yapılan camiler. Şikâyetlerin şiddeti o derece idi ki ellerinde imkân olsan bu camileri veya Kuran Kurslarını yıkacaklardı. Halbuki batı toplumunda çoğulculuğun, farklılıklara saygının esas olduğunu henüz fark edememişlerdi. 
Eğitim kademelerinin en üstüne çıkabilmiş bu temsilciler, farklı grup veya cemaatleri, Türklerin veya Müslümanların ortak çıkarlarını gündeme getirme ve özellikle siyasi alanda güç birliği yapma konusunda önderlik yapmalıdırlar. Her grubu olduğu gibi kabul ederek diğer soydaşlarına veya dindaşlarına zarar vermeyi önlemek de bu aydınlarımızın görevi olsa gerek. Öte yandan bulundukları ülke siyasetinin ortak çıkarları koruyup kollamasında birlikte hareket etme önderliğini de göstermelidirler. Bir yerde haksızlığa uğrayan, ülkesel ve evrensel hukuk açısından hakları ihlal edilen bir soydaş veya soydaş grubu varsa bunun önlenmesi, haklarının en üst düzeyde savunulması için dayanışma ruhu ve kültürünü geliştirmek de bu aydınlarımızın görevidir. Dayanışma ruhu ve kültürü buradaki insanların bir şekilde inşa ettikleri camilere kendilerine göre haklı sebeplerle cephe almakla gelişemez.
Program kapsamında Türk dünyasının her tarafından ömrünü toplumunun kültürünü, hakkını, inancını korumaya adamış temsilcilere Kızılelma ödülleri verildi. Toplantıdan birkaç gün önce Avrupa Parlamentosu’nda ve diğer zeminlerde soydaşların hakların medeni ve veciz bir şekilde savunup forumdaki temsilcileri de bu konuda aydınlatan Azerbaycan’ın iki milletvekili Ganire Paşayeva ve Melahat Türkkızı hanımlara buradan takdir ve teşekkürlerimi iletmeliyim. ABD’den Çin’e Türk devletleri ve halklarının temsilcilerinin sundukları tebliğler yayınlanacak olup sonuç bildirisine TASAM 4. Dünya Türk Forumu Deklarasyonu’ndan ulaşılabilir.