ABD hiyerarşisinin üç numarası konumundaki Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin, geçen hafta Tayvan ziyareti ile Çin’i provoke etmesi sonrası nefesler tutulmuşken, Çin askeri tatbikat bahanesi ile Tayvan ve Japon kara sularına girerek güç gösterisi yapmakla yetindi. Bu hareketi ile Çin, zamansız bir savaşı değil, ülkenin istikrarını korumayı tercih ettiğini gösterdi…

Çin Dışişleri Bakanı yaptığı açıklamada: “Washington’un bölgede kasten gerilimi arttırdığını ve ABD’nin eski numaralarını tekrarlamaya çalıştığını” söyledi. “Washington önce bölgede sorun yaratır, sonra da bunu kendi stratejik planlarını gerçekleştirmek için kullanır. Pelosi’nin Tayvan ziyareti ABD Ordusunun bölgeye daha fazla konuşlanmasına bahane yaratma komplosunun bir parçasıdır. Çin’i kuşatmak için Tayvan’ı kullanıyor” dedi.

Çin’de şu anda insan odaklı bir kalkınma modeli var. IMF’nin 2021 raporuna göre dünyanın en büyük ekonomilerinin zirvesinde 22 trilyon 998 milyar dolar ile ABD var. Çin’in GSYH’sı 17 trilyon 458 milyar dolar ile ikinci sırada.  Bu iki ekonomik devden sonra Japonya 4 trilyon 937 milyar dolar ile üçüncü sırada yer alıyor. Japonya modeli sosyal ve paylaşımcı özelliğini şimdilik koruyor, kültürel ve tarihi olguları öne çıkarıyor. Japonya, modernite içinde geleneksel ve insancıl ama zor durumda kalırsa ne olur? Silaha başvurmayacağını kim garanti edebilir?  Barışa giden yoldaki en temel amaç ve hedefimiz, insanı ve toplumları şiddete başvurmaya mecbur bırakmamak olmalıdır.

Bugün örnek aldığımız Avrupa’da da Ukrayna savaşının ve yaptırımların etkisiyle, sosyal yapı giderek olumsuz yönde değişmektedir. Yükselen emeklilik yaşı, sigorta primleri, düşen ücretler ve sosyal haklar insanların yaşam standartlarını etkilemeye başladı. İki Dünya savaşından sonra, Avrupa’nın bir daha kendi topraklarında savaş yaşamaması için, bir barış projesi olarak, ortak değerler temelinde Avrupa Birliği kurulmuştur. Genişleme sürecinde birliğe, hibrit demokrasisi olan ülkelerin katılması sonrasında, iç barış giderek bozuluyor. Göçmenlere karşı sert tedbirler alınıyor. Etnik azınlıklara dil, kültür ve din alanında baskılar yapılıyor…

Gelir dağılımı bozuk toplumlarda şiddet ve suç oranı artar. Bu da bir nevi iç savaştır. Bu savaşı bir noktaya kadar durumu iyi olanlar adına devletin güvenlik güçleri yapar. Milletin tamamı adına yapılan savaşlar ise, her iki devletin güvenlik güçleri arasında olur. Bazen savaşlar bazıları için bir rant kapısıdır. Bitmesini istemezler. Örneğin silah şirketleri gibi. Bugün petrol zengini ülkeler dünya barışı için ne yapıyor? Kendi rejim ve ideolojilerini yaymaya çalışıyorlar. İnsan tabiatına aykırı rejimi para ve silah gücüyle dayatmak istiyorlar.

Bundan bir asır önce olduğu gibi maalesef yine, saldırıya dönük kuvveti olanların kazanacağı bir dönemdeyiz. O nedenle devletler “Barış istiyorsan savaşa hazır ol” atasözüne uygun bir şekilde güçlü bir ekonomi ve askeri güce sahip olmalıdırlar. Güçlü ülke, güçlü ekonomi demektir. Dünya dayanışması olacaksa, insan güvenliği sağlanmadan dünya güvenliği sağlanamaz. Fakirliğe savaş açmadıkça silahlı savaşı önlemek mümkün değildir. Bir savaşın kaybedeni sadece kadın ve çocuklardır. Bu nedenle, savaş kararını halk vermelidir. Çünkü savaş, canların, malların, kültür ve medeniyetlerin tahribi ve yok edilmesidir.

Dünya barışı adına her ülke, kendi halkının yaşam standartlarından fakir ülke halkları adına birazcık fedakârlık yapmayı kabul etse ve bunları dünya çapında paylaştıracak bir sisteme aktarabilse dünyamız biraz daha sakin olabilirdi. Böyle bir kültür oluşturabilmek için maalesef dünya ve bölge kendi coğrafyalarındaki devlet ve uluslara bırakılmıyor.

İçerde barış kültürünü oluşturmamış ülkelerin dünya barışı ile ilgili söyleyecek sözleri yoktur. Dünya barışı açısından, çağımızda kadınların siyasete girmesi ve her kademede, karar organlarında, yönetimlerde yer alması çok önemlidir.  Kadın çok daha barışçı ve hoşgörülüdür. Onun olduğu her yerde kural ve düzen vardır. Şüphe yok ki, yaşamın her alanında kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması ile oluşacak demokrasi kültürü, dünyayı daha güvenli bir yer haline getirebilirdi. Kadınların sadece savaşın kurbanları olarak algılanması, şiddetin üstesinden gelinmesinde ne kadar önemli bir rol oynayabileceği gerçeğini engellemiyor mu? Barış müzakerelerinde kadınlar hala yeterince neden temsil edilmiyor?

 Yaratılıştan bu yana yeryüzünde insanlığın varlığını sağlayan ana unsur kadınlardır. 14 bin yıllık insanlık tarihinin 10 bin yılında dünya toplumlarını üreten, yetiştiren kadınlar idare ettiklerinden insanlar barış içinde yaşamışlardır. Erkeklerin yönettiği son 3 bin yılda ise en büyük savaşlar ve felaketler yaşanmıştır.

İçinde bulunduğumuz bin yıl kadınların ve gençlerin yılı olacağına benzemektedir. Umarız ki kadın ve gençlerin yönettiği bir dünya öncekilerden çok daha adil, çevreye duyarlı ve barışçıl olur, barış içinde yaşamamıza olanak sağlar. (Son)

Müjgan Suver

Kaynak: www.gozlemgazetesi.com