Türkiye akşam yediğini daha sabaha varmadan unutan insanların yaşadığı bir ülke... belki de sadece bu yüzden insanların başına gelmedik şey kalmıyor!

Olayların ve aktörlerin dikkat çekici ortak özelliği ise büyük benzerlikler taşıması. Eğer öyle olmasaydı başımızda bu kadar belalar dolaşmazdı.

O sebeple bugünü anlamak ya da birilerinin "beka sorunu" diye gözümüzü korkutmaya çalıştığı şeylerin süreklilik arz etmesini anlamak ancak dünü iyi bilmekle mümkündür.

Bu nedenle, Türk Milletinin her ferdinin bilmesi gereken dönemlerden biri de 30 Ekim 1918 ile 29 Ekim 1923 yılları arasında olup biteni bilmektir.

Bu dönemin en önemli hadiselerinden biri; "150'likler" diye isimlendirilen ve emperyalist dış düşmanlarla işbirliğine giden yerli işbirlikçilerin bir yasa ile yurt dışına çıkartılmalarıdır.

Anlayacağınız bunlar, milletlerine ve devletlerine ihanet etmiş olan "hain"lerdir.

İç ve dış düşmanlarla boğuşarak, milletin varlığını ve bağımsızlığını tescil eden Mustafa Kemal Atatürk ve TBMM, Lozan Anlaşması ile bu anlaşmanın imza tarihi itibarı ile bir "genel af"fa zorlanmıştır. Ancak uzun pazarlıklar sonucu bu anlaşmaya 150 kişilik bir istisna maddesi koydurmayı başarmışlardır. Çünkü iç ihanet her zaman olduğu gibi dış güçlerin himayesi altındadır.

İhanet asla 150 kişi ile sınırlı değildir. TBMM tutanakları okunursa görülecektir ki; binlerce kişi bu süreçte vatanlarına ihanet etmiş ve hatta masum insanların kanına girmişlerdir. Yani Fetö olayı ilk değildir ve biz gerçeklerle yüzleşmediğimiz takdirde son olmayacaktır.

O dönem, yapılan görüşmeler sonucu binlerce işbirlikçi hain tespit edilmiş ancak dış güçlerin Lozan'da dayatması üzerine bu sayı 600'e oradan 300'e ve nihayetinde anlaşma gereği 150 kişiye indirilmiştir. Yani zannetmeyiniz ki; ülkenize ihanet eden sadece bu 150 kişiden ibarettir!

Hatta İstiklal Mahkemesi Başkanı Topçu İhsan Bey "...müsamaha hisleri devam ettikçe; kim vatanperver, kim bugünkü şartlar içinde münhasıran kendini düşünmüş, kim ihanet etmiş tarih bunu tespit edemeyecek..." diyerek endişelerini dile getirmiştir. Topçu İhsan Beyin endişelerinin ne kadar haklı olduğu sonraki süreçte başımıza gelenlerden anlıyoruz.

150 kişiyi isimlendirmek istemiyorum. Onları araştırıp bulabilirsiniz. Değinmek istediğim konu; bu ülkede yaşayan bir kısım insanın ihanete yatkınlığı, bunların gizlenmesi ve dünün emperyalistleri bugünün küreselcileri tarafından devamlı koruma altında tutulmalarıdır.

Dün de bunlar İngilizin altınları ile yaşamış, Yunan hükümranlığında sefa sürmüş, Avrupa'da keyif yapmışlardır. Ancak kullanılma nedenleri ve süreleri bitince maddi destek sona ermiş ve sefalete sürüklenmişlerdir. Bugünküler de, er veya geç aynı akibete uğrayacaklardır.

Acırmıyım böylelerine? Asla milletine ve devletine ihanet edenler iki cihanda da sürünsünler diye beddua eder geçerim...

Bu 150'liklerin her birinin ihanetleri ayrı ayrı mercek altına alınmalı ve halkımız tarafından bilinmelidir. Bunları bilince çok şaşıracak ve hayrete düşeceksiniz... Bu ihanette kutsallarımızın ve inançlarımızın kullanıldığını görmek sizi çok üzecektir. Hele zorda iken başta din kardeşliği olmak üzere insani nedenlerle ekmeğimizi bölüştüğümüz, yer ve yurt sahibi yaptıklarımızın ihanetleri sizin yüreğinizi daha da acıtacaktır.

Onun için günümüzü bir de bu çerçeveden görmeye çalışın. Zaten dünkü hainlerin yetiştirmeleri içimizde yaşıyor. Ve 150'likleri biliyoruz ama esas çoğunluğu oluşturan bu hainlerin kim olduğunu bile duymadık. Sanki gizli bir el onları unutturdu hatta itibarlı bir hale getirmiş bile olabilir.

Devlet kin tutmaz, affeder, hoş görür diyorlar...ama bu devlet için geçerli bir şey olmalıdır. Buna karşılık millet unutmamalı ve ihanet karşısında daima gereğini yapmalıdır. Tabii ihaneti biliyorsa ve hainleri tanımışsa!!!

Bunları Hasan Tahsin'in nezdinde 15 Mayıs 1919 günü başlayan Yunan İşgali ile birlikte toprağa düşen yüz binlerce masum Türk insanı için yazıyorum... Ruhları şad olsun.

Bana sorarsanız 1918-1923 yılları arasında karşı karşıya kaldığımız ve 150'liklerle hatırladığımız ihanet, bu topraklarda devam ediyor... 

Eğer öyle olmasaydı Filistin'de kan akmazdı, Filistin konuşulurken Kerkük unutturulmazdı, Kırım'ın Ruslarca işgaline sessiz kalınmazdı, Doğu Türkistan'daki Türk asimilasyonuna susulmazdı, şehit kanları ile sulanmış Kıbrıs'ın terkine kılıf aranmazdı, Ege'deki Türk Adaları Yunan çizmesi ile çiğnenmezdi, Balkan ve Avrupa Türklüğü kaderine terk edilmezdi, mazlum ve mağdur Müslüman terörle özdeşleştirilmezdi...

Göreceksiniz sırası ile gidip bizi 30 Ekim 1918 şartlarına taşıyacaklar! Biraz tarih okusak olayları ve aktörleri tanıyacak, başımıza gelecek olanları anlayacağız... Anlayacağınız o ki; aramızda nice 150'lik yaşıyor...Bunu bile bilseniz, tedbir almak için kafi!